Yanı başımızdaki savaşı, film izler gibi seyrediyor dünya.
Ve savaş yeniden kapısını çaldı dünyanın. Kim bilir kaçıncı bin defa akılları hayrete düşüren vahşetlere, yıkımlara, ölümlere, kimsesiz çocukların çığlıklarına şahit oluyor yeryüzü.
Yanı başımızdaki savaşı, film izler gibi seyrediyor dünya. Oysaki bu füzeler sanal değil, duyduğumuz çığlıklar film icabı değil ve bu ölümler gerçek. İki yaşındaki bebeğiyle metroya sığınan, özgürlüğü kısıtlanmış, can güvenliği olmayan, yarına dair endişesi olan çaresizlik içindeki şaşkın Ukraynalı annenin çığlığını duymamak mümkün mü? “Ne yapacağımı bilmiyorum, nereye gideceğimi bilmiyorum. Şu anda tek derdim bebeğime yiyecek bulmak ve onu yaşatmak.” Zorluk çektikçe büyürmüş ya yürekler, günümüz dünya insanının yüreği çok büyüdü hem de çok.
Hırslarına yenik düşerek yeryüzünü paylaşamayan kimi dünya liderlerinin kişisel anlaşmazlıkları, hırsları, bitmek bilmeyen egemenlik tutkuları ve maddi arzuları, insanlık ailesinin mana alanını daraltmaya devam ediyor. Hani demokrasi ve insan hakları? Hani diplomasi ve müzakere? Âlemin şaheseri insan kıyım altındayken uluslararası kurumlar nerede? Mesela Birleşmiş Miletler, yüzyılımızın en büyük felaketlerinden biri olmaya aday bu savaşın neresindedir?
KIRIK RUHLAR
Yeni bir dünya düzenine olan ihtiyaç her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Zira dünyayı oluşturan onlarca devletin beş ülkeye söz söyleyemediği bir düzen, güçlüyü haklı sayarak yeryüzünü yaşanmaz hale getirmiştir. Bireylerin ve toplumların ruh sağlığı kırılmıştır. İnsanlık ailesinin dünya savaşları sırasında ve sonrasında yaşadığı psikolojik travmaların yaraları henüz iyileşmemişken ruhlar, yeni savaş yaralarıyla karşı karşıyadır.
Bireyler gibi toplumların da kendisini koruma refleksi vardır ve güçlüdür. Kendisini tehdit altında hisseden canlı ve sosyal sistem, var gücüyle savunmaya geçer. Çünkü savaş halinin bireyde tetiklediği hayatta kalma mücadelesinin neden olduğu belirsizlik, endişe, güvensizlik, gelecek kaygısı ve nihayet psikolojik savaş, kolayca başa çıkılabilecek duygusal durumlar değildir. Dürtüsel yaşama arzusunu tehdit eden ölüm tehlikesi karşısında verilen en doğal tepki yoğun endişe ve korkudur.
Yaşanan her olayın görünür maddi ve görünmez mana sonuçları gibi savaşın da görünen maddi yıkım yanında fert ve toplum düzeyinde neden olduğu psikolojik yıkım, çok daha etkili ve uzun sürelidir. Diğer yandan her savaşın maddi mücadele yönü kadar psikolojik savaş yönü de birey ve toplumları derinden etkiler. Bunun içindir ki savaşların en önemli amacı, karşı tarafın mücadele gücünü yok etmek, muhatabı maddi ve manevi olarak savaşamaz hale getirmektir.
Konvansiyonel savaş devam ederken aynı zamanda taraflar, her türlü iletişim araçlarıyla psikolojik baskı oluşturmak için insanların tutum ve davranışlarını kontrol etmeye ve yönlendirmeye çalışır. Karşı tarafın askerlerini ve halkını kendi devletlerine karşı isyana davet etmek bunun bariz bir örneğidir. İçinde bulunduğumuz dijital çağda psikolojik savaş alanında verilen mücadelenin daha yoğun olduğu ve savaş stresinin, savaşın olmadığı yerlerde de güçlü biçimde hissedildiği bir gerçektir.
YERLİ VE MİLLİ
Araştırmalar; küresel bir köy halini alan dünyamızda savaşların, savaşla doğrudan ilgisi olmayan kişi ve toplumlar üzerindeki etkisinin, düşünülenden daha güçlü olduğunu ortaya koymuştur. Birey, dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşanan acıyı sanal iletişim olanaklarıyla anında yaşar ve benzer durumun kendi başına da gelebileceği endişesiyle gelecek kaygısına girer. Maddi savaş, savaşın olduğu bölgeleri etkilerken, psikolojik savaş, savaşın olmadığı bölgeleri de etkileme gücüne sahiptir. Dolayısıyla psikolojik savaş, dış politikanın ve uluslararası ilişkilerin en önemli konuları arasındadır.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) savaş şokunu yaşayan bölgelerinin dışında da güçlü biçimde yaşanır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında bu durum açıkça görülmüştür. Yıkılan askeri tesislerin, köprülerin, şehirlerin kısa zamanda imar edildiği ama kırılan gönüllerin, daralan ruhların ve travma yaşamış insanların iyileşmelerinin onlarca yıl sürdüğü biliniyor. Nitekim uzun süreli yoğun stres ve umutsuzluk beyinde kalıcı bozulmalara neden olabilmektedir.
Savaş psikolojisini ele alan ilk psikologlardan olan William James (1910), bütün yıkıcı tarafları yanında savaşın, birey ve toplum arasındaki sosyal bağların güçlenmesi, ortak tehdide birlik gücü ile karşı koyulması, ortak toplumsal değerlere, kimliğe ve hedeflere bağlılık duygusunun geliştirilmesinde yardımcı olduğunu vurgulamıştır. Bu savaşın, toplum olarak yabancısı olmadığımız insani değerlerin, toplumsal mücadelenin, hür ve bağımsız yaşama ideali uğrunda yapılacakların yeniden hatırlanmasına, benlik savaşından kurtulup ortak üst değerlerin onurunun yaşamasına katkısı olmasını dileriz. Büyük bir kriz olan bu savaşın, dünya üzerinde sessiz sedasız süren zulümlere duyarlılığı arttırmasını dileriz.
Bu vesileyle devletimizin hemen her alanda ve özellikle savunma sanayinde sürdürdüğü yerli ve milli üretim çalışmalarının, zor zamanlarda ne kadar gerekli ve önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz. Zira gerçek bir savaşa giren toplum, yalnız ve kendi başına kalıyor.