Tek kollu güreşçinin hikâyesini bilirsiniz. (Öğretmenlerimiz anlatırdı, hayata dair, hayata tutunmaya dair, mücadele etme bahsinde farklı versiyonlarını dinlemiş ve etkilenmiştik.)
Efendim hikâye şöyle; zamanın behrinde, memleketin birinde, cevval ve yenilmez bir güreşçi yaşarmış. Gel zaman git zaman bir kaza sonucu bu güreşçimiz sağ kolunu kaybetmiş. Büyük bir yıkım yaşamış elbette ve hayata küsmüş. İnzivaya çekilmiş köyünde, gözlerden uzak bir köşede. Bunu duyan hocası koşmuş gelmiş ve onu tekrar çayıra çıkaracak ve hem de galip getirecek bir oyun öğretmiş eski öğrencisine. Bu öyle bir oyunmuş ki; zaafı ve zayıflığı aslında avantajı olmuş tek kollu güreşçinin. Rakiplerinin sırtını yere getirdiği oyunun tek karşı hamlesi/paradı, olmayan koluna doğruymuş. Bu oyundan kurtulmak için olmayan koluna hamle yapan rakibini tek hamlede yere sermeye başlamış hikâyedeki güreşçimiz.
Yıllar önce Göksel GÜMÜŞDAĞ, o zamanki adıyla İstanbul Büyükşehir Futbol Kulübü’nün yönetimini devraldığında beş-altı arkadaşıyla anonim şirket kurarak bir projenin başlamasını sağlamıştı. İstanbul Belediyesi tarafından bir süre finanse edilen bu kulüp/şirket daha sonra isim/unvan değişikliğine giderek İBFK olarak kısaltılan İstanbul Başakşehir Futbol Kulübü A.Ş.’ye dönüşerek yoluna devam etmeye başladı.
Dünya ölçeğinde böyle başarılı takımların arkasında onları motive eden, destekleyen, itici güç olan camiaları olmasına karşın Başakşehir’in böyle bir camiadan mahrum olması onun en büyük avantajı olabiliyor (aynı tek kollu güreşçinin rakiplerini yere sermesi gibi.)
Camia olmayınca; tribün/kombine geliri olmuyor, maç günü geliri olmuyor, perakende mağazacılık geliri olmuyor ama baskı da olmuyor. Yaşanan bazı başarısız dönemlerde yöneticiler projeye bağlılıklarına aynen devam edebiliyorlar rahatlıkla. Basın yayın kuruluşlarındaki eleştiriler de ona göre oluyor. Üç Büyüklerde yaşanan en ufak bir sallantı bolca köpürtülürken, Başakşehir’e daha müsamaha ile bakılabiliyor. Ne de olsa taraftar-tiraj eğrisi negatifte. Gazeteler ne yazarsa yazsın, suya yazılan yazı hükmünde Başakşehir için.
Göksel GÜMÜŞDAĞ’ın siyaset kurumu ile olan yakınlığı bir veri olarak ortada olsa da, doğru proje, doğru işletme ve doğdu sonuç çizgisi şaşmaz bir şekilde hedefe doğru yürüyor. Bir kısım futbolsevere antipatik gelse de ortada yadsınamaz bir başarı var. Naklen yayın geliri, sponsorluk geliri, futbolcu ticaretinden elde edilen gelirler vs. derken, sabah oluyor erken.
Abdullah Hoca’nın kadro mühendisliği on numara, beş yıldız.
Dışardan bakılınca çok rahat bir şekilde “toplama takım” yaftası yapıştırılabilecek iken; bu derleme-toplama işlemi belli bir senaryo gereği arkasında bir bilinç taşıdığında neticesi farklı olabiliyor. 39 yaşındaki Emre BELÖZOĞLU Trabzon’da 90 dakika sahada bir maestro gibi takımını yönetebiliyor ki Fenerbahçe dört sezon önce kendisini “persona non grata” yapmıştı. Gene Fehmi Mert GÜNOK, Volkan DEMİREL’in arkasında beklemekten sıkılıp kaçanlardan. Arda TURAN da başka bir “case”. Tutunamayanlar’ın Olric ‘i âdeta. Futbol hayatında zirveden aşağıya yuvarlanma hızı Oğuz ATAY’a meşhur romanı için ilham verecek kıvamda. Robinho’nun Milano günlerinden peşinde nahoş bir yargı süreci var, soluğu Türkiye’de aldığı. Bir de Epuenaru var. Dynamo Moskova ve Anzhi’de sakatlıklardan dolayı tutunamayan. (Bu takımda Adebayor yedek kalıyor sessiz sedasız. Düşünün kadro derinliğini.)
Muhtemelen bu sezon sonu şampiyonluk yarışını en önde bitirerek, satış vitrinine pastanın üstündeki çilekle birlikte çıkacaklar ve talip olacak yatırımcılarla pazarlık ederken elleri daha güçlü olacak Başakşehir Yönetiminin. Endonezyalı, Çinli ve Malezyalı yatırımcıların ilgisi biliniyor. Katarlı Al Thani Ailesi bile gündeme gelebilir. Ya da bakmışsınız Amerikalı/İngiliz yatırımcılar niyetlenmiş. Ne de olsa proje kârlı bir proje.
Ligin ikinci yarısında tüm takımlarımıza başarılar dileriz.