Ama söylenmeyen, hatırlanmayan bir durum var ki işte yazının başındaki vurguladığım "dayanma gücümüz".
Senelik yüzde 50 enflasyonu hatırlayanınız var mı? Tabii ki vardır. İşte o zamanları iyice aklınızda tutun. Şimdi yazıya geçebilirim.
Olası sorunlara dikkat çekmek ile, panik çıkarmak arasında ince bir çizgi var. Evet, doların yükselişi sıkıntılı. Özellikle bizim gibi ara maddeleri dolar ile alıp, işledikten sonra euro ile satan ülkeler için. Sıkıntılı çünkü çapraz kurdan da kaybediyoruz. Bunu aşmanın yolu daha çok üretmek.
Özellikle enerji açığı bir ülke olduğumuz için de sorun var. Fiyatı dolar ile belirleniyor. Bu da bilinen bir gerçek. Özel şirketlerin yabancı kredileri falan filan. Hep bize söylenenler.
Ama söylenmeyen, hatırlanmayan bir durum var ki işte yazının başındaki vurguladığım “dayanma gücümüz”.
Doların yükselmeye başlamasıyla birlikte bazıları bağırmaya başladı. “Öldük, bittik” diye. Ne oldu yahu. Şair “Vurun ulan vurun ben kolay ölmem” demiş ya. İşte aynen onun gibi.
Dolar, sıkıntı yaratır mı? Evet.
Zarar eder miyiz? Evet
Bunalır mıyız? Evet
Eee. Başka. Ne yani hemen yok mu olacağız? Doların yükselmesi bir ‘var olma’ sorunu değildir. Öncelikle soğuk kanlı olmalıyız. Sorun yaşayan öncelikli sektörleri belirleyip önlem almaya çalışmalıyız. Sonrasında, panik yapmadan çalışmalıyız.
Toplumsal olarak bir çok şeyi eleştirebilirim. Ama bu toprakların çilekeş insanlarının eleştiremeyeceğim en önemli yönü, dayanma güçleridir. Bu topraklarda yaşayan bizler, başka toplumların havlu atacağı durumlarda bile ringde kalmayı başarırız. Genetik ve tarihsel kökenleri olduğuna eminim.
Dolarla kavga ederken, işi büyütüp, zaten bu durumu dünyanın sonu gibi algılatmak isteyen çevrelerin ekmeğine yağ sürmemeliyiz.
Avrupa ile barışma işaretleri
Avrupa ile haklı olarak kapıştık. Dediklerimizin tümü doğruydu. Ama...
İşte bu ama bizi sıkıntıya soktu: Bizim taraftan yapılan açıklamalara Avrupa (Parlamento’yu saymazsak) genellikle alttan aldı. Şimdilerde bazı gelişmeleri takip ediyorum ki, biz de bu tartışmanın dozunu azaltmaya yönelik bir tavır içine giriyoruz. Bunun son örneği ise Ekonomi Koordinasyon Kurulu’ndan sızan bilgiler. Buna göre kurul “AB'ye tam üyelik hedefi ile imzalanan, Gümrük Birliği’nin sanayi ürünlerinin yanısıra tarım ve hizmetler sektörlerini de kapsayacak şekilde revize edilmesi, AB'nin serbest ticaret anlaşmalarına Türkiye'nin otomatik katılımı da sağlanması” görüşündeymiş.
Bu iyi bir haber mi? Tabii ki iyi bir haber. Eleştirilerimizi saklı tutarak ekonomik işbirliğini geliştirmekte ne zarar var?
Turizmci Mart’ı bekliyor
Yazıyı rakamlara boğacak değilim. Ama gördüğüm, konuştuğum turizmcilerin feryadını aktarmak isterim. Hepsi mart ayını bekliyor. Umutları bu ay ile başlayacak yeni sezonda. Hani bilirsiniz;
Nasreddin Hoca eşeğini kaybetmiş. Bütün köylüler ile aramaya çıkmış. Fakat bir gariplik var. Köylü yana yakıla ararken, Hoca’dan ses çıkmıyor. Bir süre böyle devam etmiş.
Sonunda köylülerden biri dayanamamış: “Hocam, kaybolan senin eşeğin. Biz ağlayarak ararken senin sesin bile çıkmıyor”
Hoca cevap vermiş; “Şu tepeyi görüyorsunuz. İşte umudum o tepenin ardında. Eğer eşek orada da çıkmazsa siz görün bendeki feryadı figanı.”
İşte durumları tam da bu. Açıkçası hani o tepenin ardındaki umut da azalıyor gibi. Böylesi net döviz getiren emek yoğun bir sektör için her turizmciye para verelim demiyorum.
Ama yapılması gereken şeyler olduğu da bir gerçek.