İki olay tek yazı. Haydi başlayalım. Ayakkabı almam lazım. Alışverişi hiç sevmem.
Ama yapmak gerekiyor işte. Kapının önünden yürüdü gitti ayakkabılar. Alanın ihtiyacı vardır herhalde, güle güle giysin. Ayakkabısız kalmasam lafı bile olmazdı. Üstelik bir ayakkabı da değil tam iki çift ayakkabım yürüdü gitti kapının önünden. Artık içeri almayı öğrendim. Ayakkabı dediğimizde aklıma eski günlerim gelir bir de. İlkokulu bitirip Anadolu lisesi sınavlarının sonuçlarının beklerken bir ayakkabıcıda çalışmaya başlamıştım. İsmi tuhaftı: Kültür Sarayı Pabuç Pazarı. Sahibi olan Salih Zeki abi babamın arkadaşıydı. Aslında çırağa ihtiyacı olmamasına rağmen hatır için beni yanına almıştı. Yazın pek ayakkabı satamıyorduk. O zaman meşhur olan Akdeniz marka terlikler rağbet görüyordu. İki kaliteydi bu lastik terlikler. Müşterileri kaliteleri hakkında bilgilendirir ona göre satardık. Otogarın üstünde yer alan bu dükkân benim için hayat mektebinin önemli aşamalarından biriydi. Daha önce mahalle imamıyla motoguzi (triportera Ege’de böyle derdik) karpuz satma işine girmiştim ama kabul etmek gerekir ki karpuz sallama işinin dinamikleri farklıydı. Ayakkabı işinde yan tarafta mezar taşı oymacısının çırağıyla arkadaştık. Ben aylaklık yapsam da çırak Resul, ölmüşlerin isimlerini yaşatmak için uğraşıp duruyordu. 1988 yazı işte böyle geçiyordu. İsminin neden Kültür Sarayı olduğuna gelince. Salih Zeki abi önceden kitapçılık yaparmış lisenin orada ama kitap işlerinden hep zarar etmiş. Esnaf tabiatlı birisi de değildi zaten. Sonradan elinde kalan kitapların yanına ayakkabıları koymuş ve dünyanın ilk kitap ayakkabıcısına sahip olmuştu. Ben çalışırken içeride hala bir miktar kitap vardı. Her işi beceremeyebiliriz ama bu bizi dürüstlükten ayırmamalı. Kötü bir esnaftı kuşkusuz ve bir süre sonra dükkân da kapandı gitti. Salih Zeki abi daha sonraları amansız bir hastalığa yakalandı ve hakkın rahmetine kavuştu. Aslında o yaz hepimiz Resul’e mezar taşlarımızı hazırlatmalıydık. Nasılsa öleceğiz.
Kültür işleri böyledir, zordur. Pabucunu ters giydirir adama. Ferit Edgü, kitaplarını yayınlayan ünlü bir yayıneviyle telif haklarını ihlal etmesi nedeniyle yollarını ayırmış. Daha ağır da ifade edilebilir ama bu kadarı anlaşılması için kafidir diye düşünüyorum. Anlı şanlı yayınevi Salih Zeki abi kadar olamamış ve küçük hesaplarla kültür işlerini sürdürmeye çalışmıştı. İşin aslını tam olarak araştırmadığım için yayınevinin ismini vermeyi uygun görmedim.
Ah ne olur eski esnaflar kadar meslek ahlakımız olsa. Pabucu dama atan ve mesleğini koruyan ayakkabı loncası gibi kitap loncası da olsa ve bir daha bu tarz işlere tevessül etmeyi aklına bile getirmese kimse.
Dünya geçici ve insanlar gibi kurumların da mezar taşları olacak. Orada hırsız yazılmasını kimse istemez sanırım.
Bırakın yayıncılığı, insanlığa sığmayan küçük hesapları kafalarında döndüren kurumlar ancak pabucumun kültürünü üretebilir. Hoş, o da zor ya…