Temel ihtiyaç olan gıda teminini yeterince ve uygun fiyatta karşılayamayan toplumlar her türlü kaos senaryosunun baş aktörüdür…
Osmanlı yerinde uygulamalar ile verimli gıda teminini, ülke içi tokluğu, toprakların doğru kullanımını ve ihraçta önemli bir çıtanın yakalanmasını sağlamıştı…
Temel ihtiyaç olan gıda teminini yeterince ve uygun fiyatta karşılayamayan toplumlar her türlü kaos senaryosunun baş aktörüdür… Uzaya seyahat edin, en teknolojik silahları yapın, oradan oraya jet hızıyla gidip gelin, hayatınızın her alanını bir düğme veya bir komutla yönetin, robotlar elinizi öpüp başına koysun; AMENNA… Fakat tüm bunları yaptıktan sonra dönüp dolaştığınız yer “çok açım yemekte ne var, bir şeyler içelim mi” oluyor… Sadece aç ayı değil insanoğlu dahil komple canlılar aç ise oynamaz, gülmez, koşmaz, yaşamaz…
Evet Osmanlı’nın her daim ilk hedefi “sınırları dahilindeki vatandaşlarının huzuru ve tokluğu” oldu…
Hatta bir döneminde Osmanlı; tarım ve hayvancılıkla uğraşan ailelerin-kişilerin toprağını bırakıp başka yerlere gitmesini başka işlerle uğraşmasını yasaklamıştı… Bu kurala uymamaları halinde de ağır cezalara tabii tutmuştu…Yani toprak ve hayvancılık asla ve asla keyfi bir mecra değildi, devlet koruması altındaydı…
Ki bu ciddiyeti Osmanlı sonrası Atatürk döneminde de yoğun bir şekilde görüyoruz… Atatürk dünya tarihine geçen “köylü milletin efendisidir” cümlesinin altını da fazlasıyla doldurdu elbette… Sözde değil faaliyette kendisini gösteren Cumhuriyet Dönemi tarım politikaları, Türkiye tarımının teknolojiyle tanışıp önemli verim artışlarının yaşanmasını sağladı… Misal 1900’ün ilk yıllarında Adana Belediye’sinin İngiltere’den getirttiği traktörle ilk kez tanışan Anadolu uzun yıllar beş traktöre sahip olabildi… Ki beş traktörün üçü yine Adana topraklarındaydı… Cumhuriyet ile birlikte Türkiye çiftçileri ciddi rakamlarda traktörle tanıştı…
Tarımdaki bu yükseliş uzunca bir süre devam etti, ta ki modern şehir hayatı ve son yıllarda giderek artan maliyetlerle tanışana kadar…
Verimli tarlalar üç beş kuruşa müteahhitlere satıldı…Koyunlar, keçiler, inekler şehre gitmek, rahat etmek istiyorum diyen sahipleri tarafından kesimhaneye yollandı… Tarımın bel kemiği traktörler tarlaların bereketi için değil “faizle para temini ve kara para aklamak” için el değiştirir oldu…Sonra ne oldu biliyor musunuz? Sudan çıkmış balığa dönüp kafelerde, restoranlarda, mekanlarda insanların gözünün içine sokarcasına masanın üstüne bıraktıkları son model jipinin anahtarı, yine son model en pahalı telefonu, altın çakmağı, anlamsızca servetler ödenen tesbihi ile arzı endam eden tipler belirmeye başladı…
Bir de tarladan aldığı ürünün tamamının kazancını tarlasının verimini arttırmak ve önümüzdeki sene daha fazlasını elde etmek yerine evler, arabalar, altınlar alıp sonra da hep ama hep şikayet eden “kurnazlar” var… Köyde yaşayan ailelerin “kızımızı köye gelin vermeyiz” dayatmasıyla genç erkeklerin şehirlere göç etmesinin önünün açıldığını da unutmayalım… Özetle el birliğiyle katledildi tarım ve hayvancılık…
Ve zamanla sahip çıkılmayan yetim-öksüz kalan verimli topraklar, tarım işçiliği, hayvancılık itibar kaybı yaşadı…
Köylü, milletin efendiliğinden utanıp kaçılacak bir noktaya getirildi… Geldiğimiz bu noktada sadece şurası veya şu kişi suçludur demek imkansız çünkü hem yürütülen yanlış-eksik tarım politikaları hem de tarım-hayvancılık sektörünün sözde şehirli hayatı tercih etmesi birbirini tetikledi…
Misal tarım ve hayvancılık destekleri-hibeleri verimi artırmak adına ne kadar karşılık buluyor? Bu hibeleri vermek yerine ürün alım değeri yüksek tutulsa, verim arttırımı hedeflense ve “çiftçi üreterek kazanmanın” keyfini yaşasa…
Sahaya bakınca iki manzara görüyorum… Birinci kesim 7/24 pahalılıktan şikayet edip üretemiyoruz derken ikinci kesim de şehir hayatını ve hatta memuriyetini bırakıp köye yerleşerek kazancını ona yirmiye katlıyor… Köylü ürünümü çok ucuza satıyorum derken vatandaş kendisine ulaşan ürünün fiyatını görünce ağzı açık kalıyor…
Velhasılı kelam konunun uzmanı olmamakla birlikte toprakla yoğun bir şekilde uğraşan büyük bir aşiretin üyesi olarak biliyorum ki; bunca soruna rağmen çözüm çok basit ve kısa sürede çözülecek bir boyutta… Çünkü toprak öyle bir madde ki gerekli ilgiyi gösterdiğiniz an tüm küskünlüğünü bir kenara bırakıp anında misli bereketiyle karşılık verir size…
Tarım ve hayvancılık konusunda tıpkı Osmanlı gibi “sıkı yönetim” ilan edilmeli hem de acilen… Gerekirse ekilmeyen tüm topraklar devlet ortaklığıyla ekilmeli…
Her iki sektöre prestij katılmalı… Hollanda başta olmak üzere çoğu Avrupa ülkesini gezenler iyi bilir tarım ve hayvancılık ile uğraşanların meslek bilinciyle yaşadıkları gururu…
Hollanda’da cadde kenarlarında “yakışıklı inekler”, şehir merkezlerindeki tarım alanları, tertemiz-düzenli-modern köyler o kadar normal ki… Tarımı ve hayvancılığı sevdirmek ve cazip kılmak bu işte….
Şimdi gelelim en basitinden üç beş maddede etkili çözümlere;
a) Tarım ve hayvancılık sıkı yönetime tabi tutulmalı
b) Her iki sektöre meslek bilinci ve prestiji katacak düzenlemeler yapılmalı
c) Tüm gıda hizmeti barındıran işletmeler porsiyon ve menü düzenine geçmeli… Açık büfe, serpme kahvaltı, sınırsız yeme içme kavramları kesinlikle kaldırılmalı çünkü parası olanın değil tüm insanlığın hakkı var çöpe giden her lokmada
d) İsraf başlığı; günah ve etik değil anlayışıyla birlikte suç başlığıyla da tanışmalı…
e) İsraf-sosyal-ekolojik bilinç anaokulu ve kreşlerden başlayarak tüm eğitim kademelerinde zorunlu ders olarak verilmeli
f) Fiyatı düşmesin diye satılmayıp depolarda bozulan sonrada çöpe dökülen tonlarca “gıdanın katillerine” paraya çevrilmeyen çok ağır cezalar verilmeli