Uzun yıllardır hep "ne olacak bu memleketin" hali diye başlayan geyiklerle akıp gitmiştir hayat.
Bence bu sorunun altında yer alan alt başlıkları hiç kimse sorgulamıyor. Özellikle kültürel anlamda hiç kimse bir şey sorgulamıyor. Bakın bayram geldi ve geçti. Müthiş bir tüketim çılgınlığı yaşandı. İstanbul belki de tarihinde hiç olmadığı kadar boştu bu bayram. Normalde 70 dakikada gittiğim bir yere bu bayramda 15-18 dakikada gittim. Bu tüketim çılgınlığı Türkiye’nin, dış güçlerin tüm müdahalelerine rağmen ayakta olduğunu gösteriyor. Gerçek bir ekonomik kriz yaşayan Yunanistan ile kıyaslandığında oradaki insanların nasıl ağır bir geçim derdinde olduğunu kendi gözlerimle görüyorum. Dolayısıyla provokatörlerin artık “ekonomik kriz” provokasyonlarına inanmıyorum. Bu ülkede tüm ülkelerde olduğu kadar bir kriz var, o kadar ve bu öyle ortalığı ayağa kaldıracak düzeyde değil.
Yerli ve Milli Olmak Adına Musikiye Önem Vermeliyiz
Türkiye’nin yaşadığı en önemli kriz bence kültürel kriz. Bu ekonomik krizden çok daha büyük. Bunu “ekonomik kriz var” diyenler dile getirmiyor tabii ki, çünkü bu kültürel kriz onların işine geliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde ve vizyonunda “Yerli ve Milli” olmak adına çok güzel bir reforma giren Türkiye’nin bu konuda özellikle kültürel anlamda ne kadar yol alacağını düşünmek ve planlamak gerekiyor. Bunun çok yansıması ve alt başlığı var. Müzik ise bunlardan sadece bir tanesi.
Türk musikisi batı müziğinin sahip olmadığı çok ciddi teknik avantajlara sahip. Koma sistemi dünyada eşi benzeri olmayan bir sistem. Makamlar, alaturka sazlar ve bu müzik türündeki naif ve namuslu sözler – ben öyle diyeceğim siz dilediğiniz gibi adlandırın- pek çok ülkenin ulusal müziğinde yok. Peki biz bu konuda ne yapıyoruz?
Ben size söyleyeyim mi. Hiçbir şey! Her geçen gün unutulan bir musikimiz var. Bir derya, bir okyanus kadar derin bir musiki kültürümüz var ama buna başta medya olmak üzere kimse hak ettiği değeri vermiyor. Sormak istiyorum size. 2018 yılından geriye gidelim. Son sekiz yılda kaç tane alaturka albüm yayınlandı? Her yıl yayınlanan özgün alaturka albüm sayısı bir elin parmağından da az. Neden yayınlanmıyor? Çünkü ticari olarak para getirmiyor. Neden ticari olarak para getirmiyor? Çünkü bu müziğin tanıtımı diğer batı müzikleri kadar yapılmıyor. Sözde arz talep bahanesi yüzünden musikiye yatırım yapılmıyor. Bakıyorum medyaya her yerde batı menşeili pop müzik, bikinili kızlar, plajlar vs.. Bunları görünce AK Parti iktidarını “demokratik olmamakla” suçlayan kitlelere şaşırıyorum. Sözde insanların yaşam tarzlarına karışıldığını iddia edenler, asıl özgürlüğü yaşayanlar aslında. Oturup ucuz siyasi polemiklere gireceklerine insanlar neden kendi “milli” kültürüne sahip çıkmıyor? Neden musikisine değer vermiyor? Neden lirasına sahip çıkmıyor? Neden neden neden… Bu soruların sayısı alt alta yazılsa akıp gider.
Musiki Neden Unutuldu?
Bu “neden”lerden bir tanesi de “neden Türk musikisi” unutuldu? Efendiler, şunun bilinmesini isterim ki Türkiye’nin öz kültürü makam müziğidir. Musikinin tarihini bilmeyen, musikiye değer vermeyen bir toplum ancak devşirilmiş bir toplum olur. Buda batı kökenli, emperyalist güçlerin işine gelir. Milli kültürüne değer vermeyen bir toplum, batının ekonomik ve siyasi tehditleri ile karşı karşıya kalır. Bunun için milli olma konusunda müzik başta olmak üzere pek çok konuda ciddi bir yapılanmaya girilmesi gerekiyor.
Gerekirse Devlet Yaptırım Uygulasın
Bugün başta kamu medyası TRT olmak üzere özel medya işletmelerinin radyo ve televizyonlarında çok fazla musiki dinletisi yok. Piyasada bir tek Radyo Alaturka var bir de kamu medyasının TRT Nağme adlı radyo. Ama birinin çok ticari kaygısı var, diğeri de çok demode yönetiliyor. Böyle olunca sistem yine tıkanıyor. TRT Müzik bazı kuşaklarında Türk musikisine yer veriyor. Ama bu kafi değil. Eskileri yad etmek önemli ama musikinin önce özünü koruması sonrada çok seslileştirilerek dünyaya sunulması ve küresel pazardan pay alması için çalışılmalı. TRT Müzik kamu yayıncısı olarak bu görevi sahiplendi, çok da güzel yaptı eminim bunu bir tık daha ileri götürecektir.
Bugün gençlerin kulüplerde hoplayıp zıpladığı o batı şarkıların bir bölümünde de olsa musiki tınısının kullanılması sağlanmalı. Bunun içinde çok ciddi bir kültür promosyonu yapılmalı. Önce iç pazardan başlamak lazım. Neden Türkiye’de musiki bu kadar pasif? Bunun teşviki neden yapılmıyor? Medya bu konuda gerekeni yapmıyorsa devlet bunu teşvik edecek, eğer yine yapmıyorsa zorla yaptıracak. Mesela hatırlayanlar bilir, doksanlı yıllarda RTÜK, radyo ve televizyonlara yerli müzik çalma mecburiyeti getirmişti. Musiki ve türkü programlarını zorunlu hale getirmişti. Günde iki saat kadar bir yayın zorunluluğu vardı. Aynısı neden tekrar uygulanmıyor? Yine doksanlarda hatta bu 2000’lerde TRT Kültür yayınları kapsamında alaturka musikisi ile ilgili kitaplar ve cdler yayınlıyordu? Bir kamu yayıncısının en büyük görevi kendi “milli” kültürünü önce kendi toplumuna sonra da dünyaya sunmak ve tanıtmaktır. Bunun gerçekleşmesi için herkesin bir şeyler yapması lazım.
Bir Yılda Sadece İki Albüm Yapıldı
Musiki içerikli özgün değeri olan albüm sayısı çok az. Son bir yılda yayınlanan ve elime geçen sadece iki tane musiki albümünü dinledim. Bu albümlerden birincisi Yaprak Sayar’ın “Caz Musikisi” adlı albümü, diğeri ise Vedat Çetinkaya’nın iki cdlik “Altın Şarkılar” adlı albümü. Bu iki albüm Türkiye’de musiki adına son birkaç yılda üretilen sığmayacak kadar az sayıda olan en iyi iki albümden biri. İkinci albüm ise Vedat Çetinkaya’nın “Altın Şarkılar” adlı albümü. Bu devirde iki cdden oluşan toplam 24 şarkılık bir albüm hazırlamak yürek isteyen bir iş.
Vedat Çetinkaya Altın Şarkılar
Albüm Türk musikisinin en önemli şarkılarının geleneksel müzik formunda yapılan düzenlemeleri ve seslendirmeleri içeriyor. Pop müziğin Türk musikisini yok etmek üzere olduğu bir dönemde yayınlanan bu albüm, çok ciddi bir arşiv albüm özelliği de taşıyor.
Stüdyo Marşandizde yapılan kayıtlar geleneksel alaturka müziğinin nostaljisini yaşatıyor. Albümde Vedat Çetinkaya, “Bir Demet Yasemen” – “Sarsam Diyorum” – “Gönül Penceresinden” - “Kız Sen İstanbul’un Neresindensin” – “Şimdi Uzaklardasın” gibi çok önemli alaturka klasiklerinin yanı sıra daha az da bilinen eserleri seslendirmiş. Şarkılar çok sesli formatta değil, geleneksel formatta icra edilmiş. Bazı şarkıların enstrümantal versiyonlarına da yer verilmiş. Özetle tam bir alaturka albüm dinleme şansı veriyor bu albüm.
Albümün kapak, grafik ve kitapçık tasarımı çok hoş olmuş. Keman, Viyola , Çello, Kontrbas, Klasik Kemençe, Kanun, Ud, Ney, Klarnet, Piyano, Akordeon, Darbuka, Bendir, def gibi enstrümanları bir arada dinlemek çok hoş ve nostaljik bir duygu veriyor.
Ahmet Selçuker’in yapımcılığını üstlendiği albümün müzik yönetmenliğini Ahmet Kadri Rizeli üstlenmiş. Şarkıları da Vedat Çetinkaya’da şarkıları seslendirmiş. Bu güzel alaturka albümü hayata geçirdikleri için bu albümde emeği geçen herkese teşekkür ediyor, herkesi tebrik ediyorum. Türkiye’nin en önemli kültürel sermayesi olan alaturka müziğinin şükür ki hala ayakta tutmaya çalışanlar var, diyorum ve yukarıda dile getirdiğim musikimizin promosyonunu yapmamız gerekiyor konusuna tekrar vurgu yapmak istiyorum.
Tarihin Arka Odası Neden Yayınlanmıyor?
Bu yıl yayınlanan bir diğer albüm ise Yaprak Sayar’ın “Caz Musikisi” adlı albümü oldu. Yaprak Sayar, bir dönemler çok ciddi reytingler alan ve tarihi gençlere tekrar sevdiren Murat Bardakçı’nın Habertürk’teki programında gecenin ilerleyen saatlerinde canlı musiki dinletileri yapan genç kız. Bu ara Habertürk neden hala “Tarihin Arka Odası” adlı programı yayınlamıyor bilmiyorum. Bu kadar başarılı olmuş bir programın yayınlanmaması hem ticari anlamda hem de kültürel anlamda bir intihardan başka bir şey değil. O programdan sonra tarih tekrar gündeme geldi, tarih değer kazandı. Tarih dergileri yayınlandı, televizyonlarda tarih programlarının sayısı sıfır iken ciddi bir artış gösterdi. Yani uzun lafın kısası bu program Türkiye’de tarihi tekrar gündeme getirdi. Habertürk’ü ben ciddi ciddi anlamıyorum. Neyse biz konumuza dönelim.
Caz Musikisi ile Dünyaya Açılan Bir Genç Kız
Tarihin arka odası programında gecenin ilerleyen saatlerinde musiki eserlerini yorumlayan soprano sesi ile geleneksel musikiyi tekrar yaşatan Yaprak Sayar çok orijinal bir fikir geliştirdi. Türk musikisinin önemli eserlerini küresel bir zihniyetle, orijinallerini bozmadan caz formuna uyarlamayı ve bu eserlere farklı bir lezzet katmayı denedi. Bu projesine Bahçeşehir Üniversitesi sponsor oldu ve albüm hayata geçti. Eğer üniversitenin mütevelli heyeti başkan Enver Yücel bu projeye sponsor olmasaydı, bugün bu albümü dinlemeyecekti. Açık söyleyeyim, şaşırdım. Çünkü Bahçeşehir Üniversitesi çok cool takılan bir üniversite bu albüme sponsor olması diğer üniversitelere de örnek olur inşallah.
Musiki ile Cazı Birleştirdi
Caz Musikisi albümü hem proje olarak hem de içerik olarak bugüne kadar üretilen en kaliteli alaturka albüm oldu. Albüm sadece iç pazara değil aynı zamanda dünyaya da sesleniyor. Bu albümü tüm dünyaya pazarlayabilir ve Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan vazgeçerek kendi özümüzden hareket edip küresel dünyada var olduğumuzu gösterebiliriz.
Albüm adından da anlaşıldığı gibi alaturka musikisinin önemli şarkılarının caz düzenlemelerinden oluşuyor. Albümün aranjörlüğünü Baki Duyarlar üstlenmiş, çok başarılı bir biçimde alaturka ile cazı buluşturmuş. Şarkıların introlarına, ara melodilerine çok güzel caz emprovize sololar eklemiş. Türk musikisini evrensel boyuta taşıyan bu albüm aslında hem incelenmesi gereken hem arşivlenmesi gereken hem de dünyaya sunulması gereken bir albüm. On eserin yer aldığı albümde dokuz musiki eseri bir tane de türkü yer alıyor. Erzurum’lu olan Yaprak Sayar, memleketine ithafen bir Erzurum türküsü olan “Sarı Gelin” türküsünü seslendirmiş. Tüm şarkılarda mükemmel bir performans sergilemiş Yaprak Sayar. Albümü dinleyince heyecanlandım ve ona ulaştım. Birkaç soru ile onu tanımaya ve tanıtmaya çalıştım.
Mini Röportaj:
Yaprak Sayar: Musiki Bitiyor Demek Yerine Üretmemiz Gerekiyor
Yaprak Sayar, musikiye gönül vermiş gençlerden biri. Kendisini musikiye adamış bir genç. İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuarından mezun olan diğer gençler gibi kendisini pop piyasasına atarak şöhret peşinde koşmadı. Zoru seçti ve musikinin gelişmesi için çalışmalar yapmaya başladı. Hala da yapıyor. Musikinin durumu ile ilgili ise “Eyvah bitiyor demek yerine üretmemiz lazım” diyor. Buna bende katılıyorum. Üretmemiz lazım, pes edersek yirmi, otuz yıl sonra musiki diye bir şey kalmayacak.
Herkesin pop müziği ürettiği bir dönemdeyiz. Sen neden zoru yani musikiyi seçtin nasıl oldu da Popçu Olmadın?
Liseye kadar pop dinliyordum. Kenan Doğulu ve Sertab Erener’e hayrandım. Üniversiteye hazırlanırken ailem bir taraftan hobi olarak müzikle ilgilenmemi istiyordu. Kendi isteğimle Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne başladım, orada zehri alınca ve Türk müziği kanıma karışınca bu yolda ilerleme kararı aldım. Okuldayken de HaberTürk’te televizyon programına başladım, orası da güzel bir okul oldu benim için.
Televizyon Programları da yaptın
TRT Türk’te “11 Kahvesi” isimli bir pazar programı vardı. Bu programın müzik ve sohbet bölümü vardı ve müzik bölümü bana aitti. Orada güzel müzikler yaptık, yine Türk müziği tarzında. Türk müziği ile Cazı buluşturmak aklımda yoktu o zamana kadar.
TV Programı bitince neler yaptın?
TRT’de sanat müziğinde ses sanatçısıyım şu anda. Hem radyo, hem de televizyon görevimiz oluyor. Solo kayıtlar oluyor. Yaptığımız kayıtlar yayınlanıyor ve arşivlerde kalıyor. Eskilerin soluduğu havayı solumak çok güzel.
Albümünün adı “Caz Musikisi.” Caz ile musikiyi bir araya getirmek nereden geldi aklına?
Washington’da verdiğimiz bir konserle oldu. Bahçeşehir Üniversitesi kapsamında, onların hocaları olarak Amerika’ya gittik. Her sene yapılan konserler serisi var, üniversitenin çatısı altında bir konser verdik. Amerikalıların ciddi ilgisini kazandık. İlk defa bir Türk müzisyen ve Türkçe söyleyen bir müzisyen gitti. Gördüğümüz ilgiden çok mutlu oldum ve bunun bir albüm olarak yayınlanması kararını aldım. Dört yıl kadar bu fikir hep aklımdaydı, gerçekleşmesi ise bu yıla kısmet oldu.
Bu tarz bir albümü finanse etmek zor iş. Sen bu işin yatırımı boyutunu nasıl hallettin?
“Caz Musikisi” Bahçeşehir Üniversitesi sponsorlu bir albüm. Mütevelli Heyeti Başkanımız Enver Yücel’in ısrarı üzerine oldu. “Bir albüm yapman lazım, tam zamanı” diye beni teşvik etti beni. Hala da takip ediyor. Müziği de çok seviyor. Karşılıklı birbirimizi de çok seviyoruz. Kısaca albümün yayınlanması onun sayesinde oldu. Ayrıca Bahçeşehir Üniversitesi’nin yurt dışında da oldukça fazla kampüsü var, oralarda bu projeyi canlı performansla buluşturmayı planlıyoruz.
Albümün müzikal içeriği nasıl şekillendi?
Bütün repertuvarı oturup tek tek belirledim. Cazla birlikte yan yana gelebilecek eserleri hayal ederek bir repertuvar oluşturdum. Melodiler daha sade ve daha modern. Anonim eserler de var. İçinde bir Türkü olan “Sarı Gelin”de var. Onu okuma nedenim ise Erzurumlu olmam. Jest yapmak istedim hemşerilerime.
Sesini İlk nasıl keşfettin? Kaç Oktavlık bir ses aralığın var?
Benim sesim 3 oktav 3 ses. Ailede müzisyen yok. Sesimi çocukken keşfettiler. Küçükken koroda şarkı söylüyordum. Öğretmenlerim ısrarla aileme gidip ‘mutlaka müzikle ilgilensin’ diye fikir veriyorlardı. Ben aslında biyoloji öğretmeni olmak istiyordum.
Eğitmen yönünde var , o alanda neler yapıyorsun?
Bahçeşehir Üniversitesinde Hocalık yapıyorum. BAUART birimleri var. Caz okulu da var, seramik atölyesi de. Benimde Vokal atölyem var. Türk müziği ve makam atölyesi. 5 senedir devam ediyorum. Dışarıdan da katılım oluyor. Repertuvar çalışması ve şarkı söyleme üzerine bir takım teknikler aktarıyoruz. Sene sonunda da bir konserle taçlandırıyoruz. Gerçekten de seven insanlar geliyor.
Türk musikisinin çok seslileştirilmesi konusunda ne düşünüyorsun?
Buna kızan hocalarımız var. Ben bu konuda çok katı olunması gerektiğini düşünmüyorum. Çünkü neticede bu müzik, dejenere edilmeden, üslubu bozulmadan farklı şeylerle sunulabilir. Düz bir bardakla su içmek veya zarif bir bardakla su içmek gibi düşünülebilir. Onun için musikinin çok sesli hale getirilmesinin büyük bir avantaj olduğunu düşünüyorum.
2000’lerden sonra musikinin pop müziğinin gerisinde kalması konusunda ne düşünüyorsun?
Neticede herkes bir emek veriyor. Emeğe saygım var her şeyden önce. “Müzik bitiyor eyvah ne yapacağız” psikolojisinden ziyade daha çok üretmeye yönelik olmamız gerekiyor. Hiçbir şey yapmayıp, üretmeyip, ağıt yakıp değer görmeyi bekleyen insanlar da var.