​NATO kime karşı kuruldu? Tabii ki Sovyetler Birliği'ne. Yani komünizme karşı.

NATO kime karşı kuruldu? Tabii ki Sovyetler Birliği’ne. Yani komünizme karşı. Pekiyi, NATO kurulurken, Sovyetler Birliği’nin de katılmak istediğini biliyor muydunuz? Kendi açılarından haklıydılar. Çünkü iki büyük dünya savaşı çıkmıştı ve ikisini de Almanya çıkartmıştı. Bir birlik kurulacaksa ona karşı kurulmalıydı. Üstelik kendisi savaşın galipleri arasındaydı. Savaşın diğer galipleri, savaşı çıkartan ve mağlup olanla birlikte kendisine karşı askeri bir pakt kuruyordu.

Türkiye açısından ise durum biraz farklıydı. Sovyetler, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlardan “Kurtardığı” her yeri adeta işgal etmişti. Kendine bağlı rejimler kurmuş, Varşova Paktı adı altında askeri bir birlik oluşturmuştu. En büyük derdi ise İstanbul ve Çanakkale Boğazı’nın denetimini ele geçirmekti. Kazayla Türkiye savaşa girmiş olsa, “kurtarma” ayağına ilk işgal edeceği ülke biz olacaktık mutlaka. Sonra 70 sene uğraş ki, çıkarasın.

Neyse Türkiye böyle günlerde girdi NATO’ya. Kendini güvenceye aldı. Yani bir anlamda NATO şemsiyesi altına sığındı. Ama bedelini de ödedi. Bizimle ilgisi olmayan bir sürü coğrafyada kan akıttık. Topraklarımızda üsler kuruldu, bizden habersiz nükleer silahlar yerleştirildi, U-2’ler havalandırıldı. Gladio ve benzeri yapılanmalarla uğraştık. Ordumuz ona göre düzenlendi. Amerika’da eğitim gören “Bizim çocuklar” darbeler yaptı, darbelere soyundu. Silah alınacaksa NATO standardı denilip illa Amerikan silahları satıldı. (Hatırlayın, hava savunma sistemimizi Çin’den alacak olduk, başımıza neler geldi.) Ama ilk darbeyi de yine ünlü Johnson mektubu ile yedik. Amerikan Başkanı, İsmet İnönü’ye yazdığı mektupta, Kıbrıs’a müdahale edersek olası bir Sovyet işgalinde ittifakın bizi korumayabileceğini ima edince fark ettik. 1974 müdahalesi sonrası 10 yıl Amerikan Ambargosu ile uğraştık.

Kısacası bedelini ödedik. NATO ortak bir savunma paktı olmasına rağmen Amerika hep başı çekti. Bir anlamda NATO’nun patronu Amerika oldu. Devasa ekonomik ve askeri gücü ile paktın hemen her adımını kontrol etti, denetledi.

Bu arada Sovyetler’e karşı kurulmuş olan NATO, Sovyetler yıkıldıktan sonra da devam etti. Zaman zaman NATO’nun hedef aldığı düşmanlar değişse de Varşova Paktında, Amerika’nın NATO’daki rolünü oynayan Rusya hep özel dikkat edilecekler sınıfında yer aldı.

Şimdilerde yani Trump’ın Başkanlığından itibaren yeni bir tartışma başladı. Trump Amerika’nın NATO’ya çok para harcadığını savunuyor. Kısacası, Amerikalıların vergileri ile askeri harcamaları desteklediğini, diğer ülkelerin de artık ellerini ceplerine atmaları gerektiğini söylüyor. Buna da “Yük paylaşımı” diyor. İlk bakışta haklı. Ama biraz detaya inince durum karışık.

NATO’da, savunma harcamalarının ülkelerin gayrisafi yurt içi hâsılalarının yüzde 2’sine yükseltilmesi hedefleniyor. Verilere göre 28 NATO üyesi arasında bu hedefi sadece ABD, Yunanistan, İngiltere, Estonya ve Polonya tutturmuş durumda.

ABD’nin askeri harcamaları yıllık gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 3.61’ine denk düşüyor. Bunun parasal karşılığı ise 664 milyar dolar.

NATO’nun geri kalan 27 üyesinde en fazla askeri harcamayı yapan ülke olan İngiltere’nin harcadığı para ise 60,3 milyar dolar düzeyinde. NATO üyelerinin geçen yılki toplam askeri harcamalarının 1.058 trilyon dolar olduğu düşünüldüğünde ABD’nin yükün yarısından fazlasını tek başına üstlendiği net şekilde görülüyor.

Görülüyor da, işte bu “da” her şeyi değiştiriyor. Amerika tüm dünya için harcama yapıyor. Panama Kanalı’ndan, Irak’a, İran’dan, Afganistan’a, hatta Çin’e karşı askeri seçeneklerini hep önde tuttuğu için inanılmaz boyutta para harcıyor. Öncelikle bizlerin bu kadar para harcamasına gerek var mı? Zaten kıt olan kaynaklarımızı, askeri harcamalara aktarıp, eğitimden sağlığa birçok başka konudan feragat edebilecek bir durumumuz var mı?

Her ülke silahlı kuvvetlerinin güçlü olmasını ister. Ama bizim derdimiz dünya ile değil ki.