Avrupalıların bu kafayı değiştirmesi gerekiyor. Yani, 'herkese ülkelerini istilaya gelen barbarlar gibi davranmalarından' bahsediyorum.
Avrupalıların bu kafayı değiştirmesi gerekiyor. Yani, ‘herkese ülkelerini istilaya gelen barbarlar gibi davranmalarından’ bahsediyorum.
TBMM Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı'nın Almanya seyahatinin nasıl kâbusa dönüştüğünü okumuşsunuzdur. Otel lobisinde içinde para, kredi kartı, pasaport ve kimliklerinin yer aldığı çantası çalınan Bahçekapılı, konsolosluktan geçici pasaport çıkartmasına rağmen uzun süre havalimanı karakolunda bekletilince olanlar oldu. Türkiye sert tepki gösterdi. Onlar da bunun rutin bir uygulama olduğunu açıkladı. İşte sorun da burada zaten. Bunun rutin bir uygulama olmasında.
Toplumsal hafızamız maalesef bu vize işlerinde kötü örneklerle dolu. Kendi işinde gücünde, ortalama bir vatandaşa turistik bir seyahate giderken bile yaşatılanlar en hafifinden gurur kırıcı. Eskiden daha da beterdi. Sabahın erken saatlerinde elçilikler önünde uzun kuyruklar oluşurdu. Bunu özel şirketlerle anlaşarak aşmaya çalıştılar. Artık kuyruk olmuyor ama çile, aynı çile.
Diplomatik pasaporta bile bunlar yapılıyorsa gelin sıradan bir vatandaşa yapılanları size anlatayım. Öncelikle anlaşmalı özel şirketlerden randevu almanız gerekiyor. Bunun için ayrı bir para veriyorsunuz. Bazılarının formları kendi dillerinde olduğu için ayrıca bir profesyonel yardım alınması gerekiyor. Aracılar yine ciddi paralarla sizin formlarınızı dolduruyor.
Sonra randevu saatinde bu şirketlere gidiyorsunuz. Şirketlerin görevi sizin başvurunuzu almak. Başkaca bir şeye karışmıyorlar. Evrakları ilgili ülkenin birimlerine iletiyorlar. Size şöyle deniyor: “Vize almanıza yardımcı olacak belgeleri getirin”
Eskiden adıyla sıralanıyordu. Ama şimdilerde bunu da değiştirdiler. Yuvarlıyorlar. Siz ne anlarsanız artık. Ama herkes biliyor hangi belgelerin istendiğini. Tapu, maaş bordrosu, banka dekontu, şirketiniz varsa vergi kayıtları falan.
Öncelikle bu istenenlerin hepsi ama hepsi özel bilgiler. Yani bir Türk kurumu bile istese, ancak mahkeme kararı ile alınabilecek türde. Bu ülkede tapu kayıtları gizlidir. Banka hesapları da. Vergi belgelerinin üçüncü kişiler tarafından öğrenilmesi ve açıklanması da ağır bir suçtur. Yani açık açık bu vize makamları suç işlemektedirler. “Biz belge adı vermiyoruz. İsteyen istediğini getiriyor” demek, ancak bizim “Şark kurnazlığı” dediğimiz davranış biçiminin Batılılar tarafından öğrenilmiş şeklidir.
Ayrıca bununla da bitmiyor. Vize başvurusu için neredeyse uçak bileti fiyatı ödüyorsunuz. Bu para yatırılmadan başvuru bile yok. Avrupalıların Türkiye’deki temsilcilikleri ülkelerinden para bile almıyorlar bu yüzden. Çünkü acayip para kazanıyorlar. Döner sermayeden prim alsalar yeridir. Peki diyelim ki, bunları yaptınız ama vize alamadınız. Paranız yandı. Yapacak bir şey yok. Git derdini Marko Paşa’ya anlat. Niye vize vermedikleri bile belli değil. Kendilerince öğrenilmiş davranış biçimleri var. Eğer bekârsanız çok şüphelisiniz. İşiniz yoksa bittiniz. Gençseniz zaten olağan şüpheli durumundasınız. Bankada paranız varsa eh biraz desteği hak edersiniz. Ama paranız diyelim ki 50-60 günden az süredir bankada duruyorsa, “Hımmm. Dikkat edilmeli.” Hele akraba çevresinden, üç kuşak öteden bir kuzeniniz falan 10 yıl önce bir ülkeye iltica etti ise hiç şansınız yok. Başvurmayın bile, paranız cebinizde kalsın.
Diyelim ki vizenizi aldınız. Herşeyiniz tamam. Otel rezervasyonunuz, uçak biletiniz. Kalacağınız adres. Havalimanına gittiniz.
Bu kez havayolları bankosunun önünde bir güvenlik şirketinin elemanları sizi bekliyor. Hepsi Türk. Görevleri, gözünüzün içene bakarak o Avrupa ülkesini istila edip etmeyeceğinizi anlamak. Vizenizi kontrol ediyorlar. Biri pasaportunuzun üzerine bir pul yapıştırıyor. Daha sonra üç metre ötede bir kişi daha adınızı bir bilgisayara yazıyor. Siz uçaktayken bu isimler ilgili ülkeye bildirilecek güvenlik taramasından geçirileceksiniz, sorun varsa kapıdan geri çevrileceksiniz. Bir pul da ondan. Bavullarınız da pullarla dolu. İşin komiği bu görevi yapan Türkler belki vize için başvursa ‘ret yiyecekler’.
Hadi diyelim güç bela uçağa bindiniz. Yolculuk da sallanmadan falan iyi gitti. İndiğinizde de çile devam ediyor. Uzuuun bir kuyruk. Gümrük görevlisinin önüne gidip, parmak izi veriyorsunuz. Çünkü vize alırken verdiğiniz ile uyuşması gerekiyor. Size ufak tefek sorular geliyor. Önünde her bir bilgi yazdığı halde görevli tepkilerinizi kontrol etmek için soruyor. Çok endişeli davranırsanız yandınız. Eğer çok rahat davranırsanız da yandınız. İkisi de şüphe sebebi. Az endişeli tavır en iyisi. O size bakıyor. Fotoğrafınızı çekiyor. Siz sanki Sırat köprüsünün önünde gibi endişe içinde bekliyorsunuz. Eğer çok gezen biri iseniz soru, “Neden bu kadar çok geziyorsun?” oluyor. Çok gezmeyen biri iseniz, “Hayırdır. İlk buraya mı geldin yani?” türünde. Sonunda damgayı pasaportunuza vuruyor. Başardınız. Ülkeye turist olarak girebildiniz.
İşte bu ortalama bir Türk vatandaşının Avrupa’ya gidiş çilesi.
Bunun bir de dönüşü var. Kimi Avrupa ülkeleri çıkış yapanlarla hiç ilgilenmiyor. Sadece uçuş kartını elektronik göze okutmakla yetiniyor. Çünkü zaten ülkeden çıkıyorsunuz. Ama kimisi incik, cincik inceliyor. İşte Sayın Bahçekapılı’nın başına gelenler bu dönüş yolunda yaşanan türde. Politikacılarımıza seslenmek gerekiyor. Siz diplomatik pasaportlar ile bile girip çıkarken sıkıntı çekiyorsunuz. Ya biz ne yapalım?