Yaklaşık 70 bin yıl önce, "Dil" kullanma becerisini "Düşünce" gücü ile birleştiren insanoğlu hem doğayı hem de kendini şekillendirme yetisine kavuşmuştur.

İnsanoğlu bugünkü medeniyet düzeyine kolay yollardan, düzlükleri geçerek gelmemiştir. Önüne her zaman aşması gereken tepeler, çıkmaz sokaklar, gizemli dönemeçler çıkmıştır. Kısaca önce sorunları alt etmek gerekmiştir. Yaklaşık 70 bin yıl önce, “Dil” kullanma becerisini “Düşünce” gücü ile birleştiren insanoğlu hem doğayı hem de kendini şekillendirme yetisine kavuşmuştur. Bu düşünce ve iletişim kültürünün de başlangıcıdır. İnsanın bir özelliği “kültür taşıyıcı” olmasıdır ve bu özellik insanı eşsiz kılar. Kültür, bir milletin maddi, manevi değerleri, tüm sanat faaliyetleri, örf ve adetleri, inançları, kuşaktan kuşağa aktardığı ürünlerin bütünü, özelliklerin toplamıdır. Yaşam tarzıdır!.. Bilgileri, ahlaki yasaları, eğitim ve alışkanlıklarıdır. Adalet sistemi, dili, efsaneleri artı felsefesidir. Bilimidir, folklorudur... Kültürün etkisi ya da gücü gündelik yaşamımızın yapısında geçici ve kalıcı ilişkilerimize net olarak yansır. İnsanın yaşamında çalışma süresi, eğitim aşamaları, bir sonraki güne hazırlık planları, bu ara zamandaki ilişkileri ve yaşanan olaylarda kültürün doğrudan yansımaları görülür. Müzik dinlerken, eğlenirken, dinlenirken, yoldayken, alışveriş yaparken bizi çevreleyen ortam, ilişkiler davranış tarzımızı, kullandığımız dili kültürümüz yönlendirir. Kültür görecelidir... Kültür birikimdir, tarihtir... Kültür insan eseridir ve statik değildir... Kültür, insanın doğada hazır bulamadığı ama doğaya kattığı her şeydir... Kültür, insanın kendi “Evinin rahat ortamını sağlayacak” bir dünyadır. Kültür kişisel davranışları yönlendirir, topluma kimlik kazandırır. Toplumun dayanışma ve birlik duygusunu derinleştirir, zenginleştirir. Özellikle Türk kültüründe yerleşmiş, kök salmış paylaşma, misafirperverlik, arkadaşlık, akrabalık kavramları ve çocuklara, yaşlılara gösterilen sevecen tutum, dünyadaki diğer kültürlere örnek olması gereken bir haslettir. İki binli yıllara varana dek kültür, çizdiğim bu yelpaze içinde yer aldı. Eskiden de değişik kültürler vardı. Ancak insanlar daha hoşgörülü, daha sevecen ve anlayışlıydı. Şimdilerde dünya küçülmüş ama tek tek insanların dünyaları büyümüştür. O kadar çok olanak, tercih edilecek yaşam tarzı, gidilecek yollar ve amaçlar var ki, insan seçenekler ile nasıl başa çıkacağını, hangi normları ve ölçüyü kullanacağını bilememekte, üstesinden gelmekte zorlanmaktadır. Günümüz dünyasında her türlü kültür, din, inanç, dil, sosyal yapı iç içe geçmiş konumdadır. Birini diğerinden ayrı tutmak olanaksızdır. Küreselleşen dünyamızda tek kültürlü, içe kapanık toplumlar varlıklarını korumaktan acizdirler. Çünkü kendilerini yenileyemezler. Er ya da geç ileri ve gelişmiş kültürlerin etkisi altına girerler, onların içinde küçülerek, değer kaybederek yok olurlar. Sonuç olarak, toplumların tek kültürlü kalmaları bundan böyle mümkün değildir. Kültürün gelişmesinde, medeniyetin ilerlemesinde en önemli etken iletişimdir. Artık dünyamız tüm kültürel değerleri, tüm insanlığın ortak kültür değerlerini “Bir potada eriterek” oluşturma aşamasındadır. Çok kültürlülük kapsamında; “Uygarlık” dediğimiz evrensel kültür, ulusal kültür, bölgesel kültür ya da yerel kültür ana başlıklardır. Çok kültürlülük kültürel göreceliğe neden olur. Bu anlayışa göre, her grubun yaşam tarzı bir kültürdür ve her biri kültür olarak eşit değerdedir. “Dünya tüm insanlığındır,” görüşü yaygınlaşmaktadır. Gerçekten de internet, facebook gibi olanaklar; ulaşım araçlarının, teknolojinin inanılmaz ilerleyişi, “göç” dalgalarının yaygınlaşması, medyanın etkisi dünyayı küçük bir kasabaya döndürmüştür. Küreselleşme ortak ve mutlak kaderimizdir. Küreselleşme sonucunda da çok kültürlü bir yaşama adapte olmak kaçınılmaz bir yoldur, bir çizgidir. Küreselleşme olgusunun bu denli hızlı gelişmesinin ilk nedeni medyadır.. Radyo, televizyon, film dünyası sanal ortam aracılığıyla kimliklerimizi, benlik anlayışımızı, erkek ya da kadın olma özelliğimizi, biz ve onlar ayrıcalığımızı oluşturan temel taşları bize bir şekilde dikte eder. Medya, pedagoji eğitimi de verir. Erkek, kadın olmak nedir, ne değildir? Bunu öğretir. Ahlak eğitimi verir. İyi ve kötü nedir, ne değildir?.. Günlük yaşantımızı yaratır. Moda nedir?.. Nasıl popüler olacağımızı, başarı yollarını anlatır. Medya hikayeleri, sunduğu yönlendirici ipuçları sayesinde ortak bir kültür oluştururuz. Medya kültürü, dünyayı anlamımızı sağlayacak bakış açıları, davranışlar, düşünceler, kimlikler sunar. Günümüz toplumları medyanın gözü ile görmekte, kulağı ile duymaktadır. Bu yönlendirmeler insancıl, evrende, doğa dostu, özgürlükten yana olduğu ve ayırımcı olmadığı sürece kimsenin itirazı olamaz. İkinci neden göç olgusudur. Göç, nedeni ne olursa olsun sosyal, siyasi ya da ekonomik göç alan ve göç veren toplumların kültürleri birbirinden etkilenir. Etkileşim kaçınılmazdır ve beraberinde çok kültürlülük yaşanır. Kültürler arası uyum sağlanırsa sorun yoktur. Ancak uyuşmazlık halinde sorunları çözmek kolay değildir. Göç alan ülkelerin hükümetleri kamuoyunu çok kültürlü yaşama hızla adapte etmenin yollarını bulmalıdırlar. Göçmenlerin toplumdan dışlanmasının çok kötü sonuçlar verdiği, göçmenlerin yaşadıkları yeni toplum kültürü içinde eritmenin mümkün olmadığı tüm dünyada yaşanan çok sayıda örnekle kabullenilmiştir. Göçmenlerin, yaşadığı yeni ülkelerinde sosyo-ekonomik bakımdan entegre olmaları için, gerçek ve iyi niyetli çaba göstermeleri şarttır. İnsanların karşılaştığı ekonomik, sosyal ve politik herhangi bir sorun tek başına, diğer insanları düşünmeden, global değerlendirme yapılmadan çözülemiyor. Bunların ışığında karşımıza çıkan, cevaplanması gereken soru; farklı kültürlere sahip insanlar bir arada, huzur ve uyum içinde nasıl yaşayacaklar?. Demokratik siyasal idealizm bize farklılıklarımıza saygı duymamızı, bunların üzerinde tartışabilme arzusu, karşımızdaki bizden daha doğru düşünüyorsa, onun düşüncesini kabullenme becerisini göstermemizi beklemektedir. Tüm insanların özgürlüğünü ve eşitliğini savunan topumlar kültürel farklılıklara saygı duyarak, birbirinden “öğrenecek iyi ve doğru düşünce tarzları, bilgi birikimleri” olduğunu kabul ederek gelişirler, yükselirler

Ve insanlığın geleceği, dünya nimetlerini yok etmeden paylaşabilme anlayışında gizlidir!..

MARIE ANTOINETTE MÜZAYEDESİ

“Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözüyle hatırlanan, Fransa’nın devrimden önceki son kraliçesi Marie Antoinette’in elmas bilekliklerinin 9 Kasım’da açık arttırmada satışa sunulacağı açıklandı.

Yaklaşık değerinin 4 milyon dolar (yaklaşık 34 milyon Türk Lirası) olduğu tahmin edilen bilekliklerin satışına İngiliz müzayede evi Christie’s ev sahipliği yapacağı belirtildi. Christie’s Müzayede Evi’nde mücevher uzmanı olan Marie-Cecile Cisamolo, hem bilekliklerin sahibinin hem de elmasların büyüklüklerinin dikkat çekici olduğunu söyledi. Cisamolo, parlaklıkları ve kumaş gibi bir dokuya sahip olmalarıyla göz kamaştıran bilekliklerin, yaklaşık 150 karat olduğunu anlattı. İki bilekliğin istenirse birbirine eklenerek kolye olarak da kullanılma özelliğine sahip olduğu görüldü.
Fransız Devrimi’nden önceki son kraliçe Marie Antoinette’in, tahta çıktıktan iki yıl sonra Parisli bir mücevherci olan Charles August Boehmer’den bu iki bilekliği aldığı öğrenildi. Kraliçe, devrim başladığında Kral 16. Louis ve çocuklarıyla ülkeyi terk etmeden önce mücevherlerinin sağlam bir şekilde başka bir yere taşındığından emin olmak istedi.1792’de kraliyet ailesi hapsedilip bir yıl sonra da Paris’te idam edilirken, o yıl 10 yaşındaki oğulları 17. Louis de hapishanede hayatını kaybetti. 1795’te kızları Marie Therese serbest bırakıldıktan sonra Avusturya’ya gidip annesinin orada saklanan mücevherlerini aldı. Böylece günümüze kadar Marie Antoinette bu bileklikleri de ulaşmış oldu.

GÜNÜN SÖZÜ: DAİMA İLERİ