İnsan zaaflarının kurbanıdır diyor bir bilge.
ÖNCE DİNLE
Mesnevi dinle diye başlar. Demek ki bir hikmet var bu sözde. Muhatabını dinlemekten aciz bir insandan ne arkadaş olur, ne eş olur.. Hele hele gazeteci hiç olmaz. Gazeteci önce dinlemeyi bilmeli ki soru sorabilsin. Öğretmen önce öğrencisini dinleyecek ki eksiğini anlasın. Bir doktor önce dinleyecek ki hastasının kalbi mi yoksa başı mı hasta onu tespit edebilsin. Nihayetinde dinlemeyen kişinin de lafı dinlenmez, sözüne itibar edilmez. Sözüm söz olsun istiyorsak yazdığım okunsun diye yazıyorsak ne yapacağız: din-le-ye-ce-ğiz. Bir de kendimizi dinleyeceğiz. İşte bunun için hariçten geleni dinleyeceğiz ki dahiliden gelen seste yankı bulsun. Yoksa içimiz de susar, söner vesselam.
KÜLTÜR EMPERYALİZMİNE SON!
İnsan zaaflarının kurbanıdır diyor bir bilge. Zira zaaflarımız aldanmanın ve aldatılmanın bir tezahürüdür. Bütün tuzaklar zaaflarımıza göre hazırlanır, topla tüfekle alt edilemeyen milletler dışı şeker, içi zehir olan haplarla uyutulur ve kandırılır. Bunun adına da kültür emperyalizmi denir. Kültür emperyalizminin amacı bir milleti tefrikalara ayırmak ve yutulacak lokmalar haline getirmektir. Kültür emperyalizmine maruz kalan milletler sömürgecilerin uydusu durumundadır. Bütün milli ve manevi değerler sulandırılır ve sonunda ister istemez herkes deli gömleği giymek zorundadır. O açıdan milleti millet yapan kendi öz değerleridir. O halde bir millet onurunu ve bağımsızlığını kaybetmek istemiyorsa öz değerlerine dönmelidir.
Kültür Endüstrisi ve Kovboy filmleri
ABD başkanlarının içinde Reagan gibi Kovboy filmi oyuncusu olduğu gibi savaş filmine merakları ile bilinen başkanları da vardı. Baba Bush’u yaşı kırkını geçmiş olanlar çok iyi hatırlayacaklardır. O dönemler Türkiye’nin dışa açılma politikasının bir unsuruydu, Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile Baba Bush’un telefon görüşmelerinin haber bültenlerinde konu edilmesi. Bir görüşmelerinde Baba Bush Özal’dan bir istekte bulunuyor. Neden bu istekte bulunduğunu ve karşılığında bir şey verip vermediğimizi bilmiyoruz. Ama bugün toplumun geneline baktığımızda neyi verdiğimizi gözlemlemek çok da zor değil. Baba Bush yaklaşık 38 yıl önce Özal’dan Kovboy filmlerinin Türk televizyonlarında yayımlanmasını istemiş. O zaman tek kanal vardı; TRT. O gün bu gündür aralıksız Coni’nin kahramanlıklarını (!) izleyip durduk. Ta ki geçen hafta TRT yönetimi bu uygulamaya son verene kadar.
Kontrol etmek
Halkla İlişkiler endüstrisinin kuruluş hikayesinin en önemli yerinde adı geçen Lippman yeni Demokrasi sanatı adını verdiği teorinin alt planında kamuyu yönlendirme vardı. Lipmann’ın teorilerinin dayanağı Bernays’ın ortaya küstahça koyduğu fikirlere dayanıyordu. Bernays buna masum bir şekilde propaganda diyordu ancak kendini zeki sanan bu sözüm ona entelektüel grup, “ordu nasıl kendi askerlerinin bedenlerini kontrol ediyor ve disipline sokuyorsa bizde o kadar kamu zihniyetinin her parçasını kontrol etmek ve yönlendirmek için kimi yöntemlere sahibiz” diyordu. Üstüne üstelik kendilerine iyi adamlar ve kamu zihniyetine de aptal diyordu Bernays. Lipmann ve Bernays’ın kurdukları bugünkü tabiriyle Halkla İlişkiler birimine Creel Komisyonu diyorlardı. Creel İngilizce'de balıkları yakaladıktan sonra konulan sepete denir.
Medya ve sepet
Aynı komisyonun iş adamları grubu ise açıkça halka faydasız ve lüzumsuz şeyleri dayatmak zorundayız ki modanın peşinden gitsinler ve bizi rahat bıraksınlar dediler. ABD’nin 1920’lerde geliştirilen bu endüstri devrimiyle zihinler kontrol edilmeye ve tahakküm altına almaya başlanmıştır. Hala daha devam ediyor. Kovboy filmleri ile Türk halkını deyim yerindeyse sepete koyan akıl sırasıyla bunu sinema filmleriyle, dizileriyle, müzikleri ve internet ile yaptı. Kültürel emperyalizm beraberinde bir zihniyet değişimini de zamana yayarak yavaş yavaş gerçekleştirdi. Bize ABD bayraklı tişörtleri kanıksattı, İngilizce tabelaları ve sayacağımız birçok şeyi John Wayn’in tabancasından kalbimize bir kurşun atmadan gerçekleştirdi. Pazar günleri Western kuşağı filmlerinin arkasından da bir de Hikmet Şimşek ile pazar konserleri klasik batı müziğinin ileri, çağdaş, uygar ve medeni sanat olduğu empoze edilmeye çalışıldı.
TRT doğru adım attı
Amerika kıtasının işgalinin nasıl gerçekleştiğini yerel halkın nasıl asimile edildiğini bugün biliyoruz. Ama o günlerde Kovboy filmlerini izlerken kaçımız bunları sorgulamışızdır. Kasabanın namusunu güya kurtaran eşkıyaları, poker masasında ahlak dersi veren Şerif’i, yerel halka medeniyet götüren ve Kızılderili diyerek zaten ayrımcılık yapan yakışıklı beyaz adamın güzel kadınlarla birlikte olması, viskinin neredeyse kutsal su niyetine içilmesi ve viski ile yerel halkın kandırılarak zayıf gösterilmesi meşru sayıldı ve biz bunları hiç sorgulamadık. Çünkü biz aptal halk olarak birilerinin kölesi haline gelmeliydik.
Bundan sonra ne olmalı?
Görsel medya büyük kitleleri artık internet ile etkiliyor ve çoklu bir yapıyla hareket ediyor. Yani TV dizisi, film, sinema, müzik, tiyatro, reklam, halkla ilişkiler çalışmaları hepsinin milli ontolojinin köklerindeki ip uçlarını kullanmalıyız. Bir yerden başlanmalıydı ve TRT’nin bu kararı doğrudur aynı zamanda bir uyanıştır. Bu açıdan TRT’yi kutluyoruz. Bundan sonra da diğer yayınlarla ilgili daha titiz davranacağını umuyoruz. Artık senaristlere, yapımcılara, bestekârlara, yorumculara, sanatkârlara ve tabi kültür insanlarımızın fikirlerine baş vurma zamanıdır. Milli işletmecilerle sanatkârların değerleri birleşmeli ve bu toplumda kirlenen zihinlerimizi elden geldiğince temizleyip tortularını gelecek nesillere taşımamak için çalışmak, milli, manevi değerlerimize sahip çıkmak ve üretmek zamanıdır vesselam.
SONBAHARI BEKLİYORUM
Bekliyorum avuçlarımda kına rengine boyanmış bir tutam çınar yaprakları ile. Her köşe başında büyük bir heyecan ile sonbaharı bekliyorum. Çünkü sonbaharın kokusuna saracağım ruhumu ve sonbahar yağmurlarıyla ıslatacağım saçlarımı. Ayaklarımla şıp şıp sulara basacağım, çocukluğumun süt tadını ılık ılık, damağımda şaplatıp üzerinde sıcak tarçınlı salebimi içeceğim, uyandırmak için kışı. Hasretle üzerimdeki bu yaz örtüsünü kaldıracak serin havaları bekliyorum bu cehennemsi sıcak kuytularda. Zihnimi zinde tutamıyorum nemli İstanbul ikliminde. Bekliyorum içimi dışa doğru açacak güz güllerinin raihasını, bana nefes verecek ilham tohumlarını. Ancak sararan mevsimin hüznünde bir hüzzam musikiyle ben ben oluyorum. Eski bestelerden Sultaniyegah’ı mırıldanıyorum, tiyatro oyunlarını takip ediyorum, konserler, yeni kitaplar beni heyecanlandırıyor. Yine hazan mevsimini bekliyorum yeni bir dirilmeye; yeniden yeni kalplere umut tohumları ekmeye. Yeni bir insan doğuyor içimde, hücrelerimde, özümde mislühazan döküyorum bütün günahlarımı izninizle. Bir medeniyet tasavvur edin; çil çil kubbeler, üzerinde altın varak âlemler. Bir medeniyet inkıtasında ağlamaklı içim sayıklıyor, dışım hıçkırık üstüne hıçkırık!... Ecdadımın ayak seslerini duyuyorum ne kadar etkili!.. İstanbul sokaklarında ıslanırken, sevgimi ve nefesimi bırakıyorum Arnavut kaldırımlara. Sonbahar bir örgü örer gibi yüreğimi ilmek ilmek, renk renk birleştiriyor bende. Bu son sıcaklarda sonbaharı özlüyorum, bekliyorum, beni ancak sen anlarsın diyorum, kendi kendime: “bekle geliyor” diyorum.
ZAFER KAZANMAK
Dünya tarihi zaferlerle doludur. Ancak gerçekten zafer nedir? Asıl zafer kimindir? Tüm bunlara kısacık da olsa bu sayfada kafa yoralım. Dinimiz İslam La galibe illallah diyor. Yani zafer sadece Allah’ındır, yüce kitabımız Kuran-ı Kerim böyle buyuruyor. Galibiyetini ilan etmiş olanlar görünürde öyle olmuş olsalar da, gerçekten galip olanlar zafer sarhoşu olmayanlardır. Çünkü gerçek bir mümin zaferin kendisine değil Allah’a ait olduğunu bilir ve en nihayetinde de bunun elinden alınabileceği idrakini taşır. Yine gerçek bir insan ve mümin zaferin ancak gönüllere girmekle mümkün olabileceğini de bilir. Savaşta zafer kazananlar, adil davranan komutan ve askerlerdir. Böylelikle, geçen hafta 26 Ağustos Malazgirt Meydan Muharebesi ve bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı olması münasebetiyle zafer kavramı üzerinde durduk. Bakalım kimler ne demiş?
Mustafa Kemal Atatürk: Zafer, zafer benimdir diyebilenin, muvaffakiyet, muvaffak olacağım diye başlayanın ve muvaffak oldum diyebilenindir.
Yavuz Sultan Selim: Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür.
Hazreti Ali: Mü’minin zaferi; haramlardan kaçınmak ve güzelliklere yapışmakla mümkündür.
Fatih Sultan Mehmed: Zafer için üç esas şart mevcuttur: İyi niyet, fena hareketlerden hayâ, amirlere itaat.
Publilius Cyrus : Zafer kazandığı zaman kendini de yenen, iki kere başarı kazanmış demektir.
İbni Haldun: Barbarlar savaşla yenip fetheder, medeniyetse sulhla fethedeni fetheder.
Robin Sharma: Kendimize inandığımız ve kazanmak için yenilmez bir iradeye sahip olduğumuz sürece zafer bize uzak olmayacaktır.
Ebubekir Subaşı: “Düşman yardımıyla zafer kazanabileceğini düşünenler ne büyük gaflet içinde idiler.”
George HYPERLINK : “Partinin erişmeye çalıştığı ülkü, muazzam, dehşetengiz ve heybetli bir şeydi: Ürkünç makineler ve korku salan silahlardan oluşan bir çelik ve beton dünyası; uygun adım yürüyen, hepsi aynı şeyleri düşünen ve aynı sloganları atan, durmadan çalışan, savaşan, zafer kazanan, zulmeden bir savaşçılar ve bağnazlar ulusu; hepsinin yüzü birbirine benzeyen üç yüz milyon insan. “
POZİTİF
Bizim inancımızda ve kültürümüzde “Ennezafetü minel iman” yani “Temizlik imandandır.” denir. Temizlik dendiğinde her türlü temizlik akla gelmelidir. Vücut temizliğinden, çevre temizliğinden tutun da kalbin de temizliğe gereksinimi vardır. Bir iki gün önce rastladığım bir haberde İzmir Konak meydanında iki Japon turist yerlere atılan çer çöpü, sigara izmaritlerini toplayarak çöp kovasına atıyorlardı. Turistler etrafı bir mıntıka temizliğinden geçiriyorlardı. Yaptıkları iş medeniyetin ve insanlığın gereğiydi... Yerli vatandaşlar ise temizlik yapan turistleri bir sirkte gösteri yapan bir şovmeni izler gibi izlediler. Ne yazık ki bizimkiler kirletiyor, yabancılar ise kibir, gurur yapmadan insanlık ve medeniyet adına temizlik yapmaktan yüksünmüyorlardı. Hangi milletten olursa olsun insan olsun ve insanlığın geleceği için bir gayreti olsun onları kutlamak gerek.
NEGATİF
Malumunuz Kurban Bayramı’nı geride bıraktık. Kurban kesim yerleri olmasına rağmen ortam kokudan geçilmiyordu. Kurban atıklarını, işlenen et ve kemiklerden kalan çöpleri usulüne göre sıkı sıkıya bağlanmadan çöp torbalarına konulan çöpün konteynerlere atılsa bile ağır bir koku burunları sızlatır konumundaydı. Biraz dikkat etsek ne olurdu!.
Öbür yandan bayram tatilinin uzun olması aynı zamanda insanlar parklara, korulara giderek piknik yapmaları da güzel bir şey ama, piknik yapmanın da bir adabı olmalı. Ortalık pet şişelerden, piknik atıklarından geçilmiyor. Hani temizlik imandandı!.. Bu negatif durumu izale edecek yasal yaptırımlar işlenmeli, görevini hakkını yerine ihmal edenler de cezai müeyyide uygulanmalıdır.
Bir de şu düğünlerde silah atan magandaların, asker uğurlamalarında yapılan taşkınlıkların, gecenin bir vaktinde futbol magandalarının bağırışları meskun yerlerde hem rahatsız edici, hem de tehlikeli bir boyut arz etmesi bir an önce bu tür kirliliklerin giderilmesi için ilgililerin gereğini yapmaktan başka bir çare çoktur. Ne yazık ki eğitimli bir insan bile bir anlık şuur kaybına uğrayabiliyor. Sorumluluk ahlaki bir meleke kesbedene kadar, eğitim ve denetim sürmesi gerekiyor.
YENİ NESİL NASIL YETİŞMELİ?
Zaman zaman çocuklarımıza yön yöntem gösteriyoruz. Çocuklarımız büyüdükçe hangi temelde ve esasta yetişmesi gerektiğini ciddi ciddi düşünenlerdeniz. Bu konu hem insani, hem de milli bir mefkure haline gelebiliyor. Başlangıç olarak bu konuda birkaç maddeyi zikredebiliriz.
• Çocuklarımız nasıl bir kimlik kazanmalı ve nasıl bir kimlikle yaşamalıdır. En başta taşıyacağımız kimlik insanlık kimliğidir. İnsanlık kimliği içinde zaten vicdan yerini bulmuştur. İnsanlık olarak hepimiz bir geminin içindeyiz. Din, dil, ırk, zenginlik, fakirlik, daha başka değerler de bir mozaik olarak yerini alırlar ve birbirini tamamlar. Ancak İslam’la hidayet bulanlar apayrı bir dünya görüşüne sahiptirler. Bu görüşünü de kimseye dayatamazlar. İslam’da zorlama olmadığı gibi bir Müslüman da, empati yaparak farklı inançlara karşı saygılıdır.
• Çocuklarımız nasıl bir kişilik oluşturmalı dediğimizde aklımıza en başta adil olma ve güzel ahlak gelmeli. Karakter eğitiminden geçmeli. İslam’ı evrensel değerlere taşıyabilecek bir ilim ve irfana sahip olmalı.
• Çocuklarımız seveceği ve başarılı olabileceği mesleği seçmeli ve bu konuda kendisini yetiştirmeli. İyi bir kariyere sahip olmalı. Alanında aranan bir insan ve eleman vasfını kazanmalı.
• Çocuklarımız tahsilini yaptıktan sonra da bir hizmete talip olmalı. Tembellik yapmamalı. Vatana, millete ve bütün insanlığa faydalı bir nefer olarak takdir kazanmalı.
• Çocuklarımızın eleştirel düşünme yeteneği geliştirilmeli ki, siyaset, feraset ve basiret konusunda zihni ve kalbi açık olsun. Zekasını ve birikimlerini çarçur etmemeli. İleriyi görebilmeli. Vizyoner olmalı ve ufki bakabilmeli.
• Kanaatkâr ve paylaşımcı olmalı, mütevazi bir hayatı benimsemeli, kazanımlarının bir bölümünü infak edebilecek bir kalbe sahip olmalı.
• Sevmeli, sevilmeli, yaşadığı toplum tarafından hayırla anılmalı.
• Milli ve manevi değerlerin öncüsü olmalı.
• Sevgi, şefkat, merhamet sahibi olmalı.