Belli ki istifa etmek istemiyorlar.

Belli ki istifa etmek istemiyorlar. Tam olarak “Hayır” diyemeseler de, rakibine sarılarak gongun sesini bekleyen dayak yemiş boksörler gibi zamana oynuyorlar.

Her halde başlangıçta bir umutları vardı. Bu karardan vazgeçileceği yolunda. Önce dolaylı anlatımlarla istifalarının istendiği belirtildi, tınmadılar. Daha sonra mesajın şiddeti kuvvetlendi, yine anlamamazlığa geldiler. En sonunda isim verilerek söylenince de pasif direnişe geçtiler.

Muhtemelen “Bundan sonra yol yok” diye düşünüyorlar. Yani büyükşehir belediye başkanlığından ayrılınca verilebilme ihtimali olan hiçbir görev onları kesmeyecek belli ki.

“Havuç” babında yeni görev verilebileceği yolundaki açıklamalar onları tatmin etmedi. Şimdi, dolaylı olarak İç İşleri Bakanlığı tarafından görevden alınmak, soruşturmalar açılması gibi “Sopa” tedbirler dile getiriliyor.

Dayanamayacaklarını, zaten bu göreve partinin iradesi ile geldiklerini biliyorlar. Biliyor ama bir türlü bırakmak da istemiyorlar. Üstü örtülü bir şekilde, “Ben zaten bittim. Görevden alırsanız, Parti’ye de zarar verirsiniz ha” demeye çalışıyorlar.

Anlamadıkları şey şu. Bu noktadan sonra görevlerinden alınmaları değil, alınmamaları Parti’ye zarar verecek duruma geldi. Kişisel olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, idari olarak AK Parti yönetimi böylesi bir “Başkaldırıyı” cevapsız bırakamaz. Emsal olmaması için mutlaka yanıtlamak durumundalar. Ve ortaya çıktı ki, bu uygulama yürürlüğe konulurken adı geçen Ankara, Balıkesir ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlarının Parti’ye ve “Dava”ya olan bağlılıkları yanlış değerlendirilmiş. “Dava adamıyım” dedikleri şeyin “Koltuk sevdası” olduğu şimdi anlaşılıyor.

CEPTEKİ 100 DOLARI KOKLAYAN KÖPEK

60-65 yaşlarındaki Amerikalı, emekli gümrük müdürüydü. Yine Amerikalı emekli bir hâkim ile Türkiye’ye gelmişler ve anlattıklarına göre terör haberlerinin yayınlanış biçimleriyle ilgili bir araştırma yapıyorlardı.

Emekli müdür sordu. “Amerika’ya geliyor musunuz?” “Evet” dedim. “Geliyorum ama gümrükte hiç iyi davranmıyorsunuz. Rahatsız oluyorum. O yüzden gelmeden önce iki kez düşünüyorum.” Güldü ve “Bizim işimiz o” dedi.

Konuşma sırasında anlaşıldı ki, özellikle tüm dünyanın kendi ülkelerine göç etmek istediğini zanneden ülkelerin gümrük çalışanları sizin nasıl karşılık vereceğinizi görmek istedikleri için belli bir davranış kalıbı içinde hareket ediyorlar. Yani aslında ne cevap verdiğiniz değil, nasıl cevap verdiğiniz önemli.

Ama bu tutum çoğu zaman beraberinde karşı tarafı inciten bir davranış kalıbını da getiriyor. Misafire “Kötü” demeyeyim de, iyi davranmamak gibi kontrol amaçlı tavırlarla kim karşılaşsa aynı duyguya kapılır.

Kimi ülkeler de bu tavırları bilerek aşağılama amaçlı olarak kullanabiliyor. Artık nasıl bir ruh hali içindeyseler, güvenlik protokollerini politik bir tavrın yansıması olarak uyguluyorlar.

İşte Avusturya’nın havalimanında Türkiye’ye gelen Türk yolcuları köpekle aratması da bu ikinci gruba giriyor. Üstü örtülü bir aşağılama içeriyor. Türkiye’nin aynı şekilde karşılık vermesi inanın çok yerinde. Kendilerini “Üstün” görenlere verilebilecek en iyi cevap bu. Bizim insanımıza yönelik bu tavırları aynen onlara da uygulamak.

Köpekle aramaya gelince. O köpeklerin uyuşturucu köpeği olduğunu hiç zannetmiyorum. Çünkü Avusturya’dan Türkiye’ye kaçırılabilecek bildiğim bir uyuşturucu türü yok.

O köpekler olsa olsa para köpeğidir. Yani cepteki parayı kokluyorlar. Biliyorum çünkü, bir kez başıma geldi. Yabancı bir havalimanının korkunç uzunluktaki koridorlarında yürürken aniden bir köpek geldi ve yanımda durdu. “Ne oluyor” demeden polisler de ortaya çıktı. Meğer köpek cebimdeki 100 doların kokusunu almış. Ya köpeğin burnu çok hassas (Ki öyle zaten) ya da köpek kimi gösterirlerse yanında durup polislerin ceplerinizi araması için gerekçe oluşturacak şekilde eğitilmiş.

Şimdi aklıma takılan soru şu. Acaba bizim Avusturyalıları koklattığımız köpek ne köpeğiydi?