BM ve AB çok uzun yıllardır büyük bir haksızlığa göz yummaktalar. Kıbrıs adası sanki sadece Rumların yaşadığı bir adaymış gibi Kıbrıslı Rumları desteklemekteler. Oysa bu adada sadece Rumlar yaşamıyor.
Yüzlerce yıldır Kıbrıs’ta Türkler ve Rumlar yaşamaktalar. Osmanlı İmparatorluğu döneminde huzur ve barış içinde birlikte yaşamaktaydılar. Maalesef ada bir İngiliz sömürgesi olduktan sonra bu durum değişti. İngiliz Vali tarafından yönetilen adada sömürgeciler huzur ve barış istemediler. Yunanistan’ın da desteği ile Rumları Türklere karşı kışkırttılar.
Yüzlerce yıl Türklerle birlikte yaşayan Rumlar birden “en iyi Türk ölü Türk’tür” demeye başladılar. Türk köylerine ve Türklere saldırdılar. Türkler için böylece acılarla dolu bir dönem başladı.
Buna rağmen İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğünde Rumlar ve Türkler birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kurmayı başardılar. 19 Şubat 1959 tarihinde kurulan bu Cumhuriyet 16 Ağustos 1960 yılında bağımsızlığını ilan etti. Cumhurbaşkanı bir Rum olan ülkenin Cumhurbaşkanı Yardımcısı da bir Türk idi. Gördüğünüz gibi adada sadece Rumlar yaşamamaktaydı.
Ancak adayı “Yunanistan’a bağlayacağız” sloganıyla Rumlar, Türklere karşı saldırılarını sürdürdüler. 1970’li yılların başında Kıbrıs adası Türklerin Rum saldırıları karşısında kendilerini savunmak için yaşadıkları köylere ve kent mahallelerine “hapis oldukları” bir haldeydi. Kendi köyleri ve mahalleri dışında Türkler, Rum faşistlerin saldırılarında katledilmekteydi. O dönemde Kıbrıslı Türklerin durumu bugün Suriye’de Diktatör Esed’in saldırsına uğrayan Suriyelilerden farksızdı.
BM ve Avrupa bu duruma hep kayıtsız kaldılar. Türklerin can ve mal güvenliği yoktu.
Bu durum 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan’daki “Albaylar Cuntası” emriyle askeri darbe yapan faşist Rum subayların Türklere olan düşmanlığı nedeniyle çok daha vahim bir hale geldi.
Eğer Türkiye Kıbrıs’ın garantörü bir ülke olarak 20 Temmuz 1974 tarihinde müdahale etmeseydi bugün adada tek bir Türk olmayacaktı. Hatta sadece Türkler değil, faşistlere karşı olan Rumlar da stadyumlarda katledilmek üzere toplanmıştı.
20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye, sadece Kıbrıslı Türkleri değil aynı zamanda Kıbrıslı Rumları da faşist bir rejimin kurbanı olmaktan kurtardı.
O günden beri Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumlar içinde hala Türklere büyük düşmanlık besleyen ve adayı Yunanistan’a bağlamak hedefini sürdüren Rumlara güvenmediklerinden kendi kurdukları ülkelerinde yaşamaktalar. Türkiye’nin Kıbrıslı Türklerin can ve mal güvenliğini korumasını istiyorlar. Çünkü BM ve AB bu konuda bugüne kadar sınıfta kaldılar. Özellikle AB, Yunanistan’ın beklentileri doğrultusunda Kıbrıs’ta hep Rumların yanında yer aldı. Kıbrıs’ı faşist bir cuntadan ve de bu sayede Yunanistan’ı “Faşist Albaylar Cuntasından” kurtaran Türkiye’ye “işgalci” diyenler Kıbrıslı Türklerin can ve mal güvenliğini korumadıklarını hep unuttular!
AB hala bu hatasını sürdürmekte. Hatta Türkiye’nin çoktan hak ettiği AB üyeliğini de Kıbrıs bahanesi ile engelleme gibisinden bir haksızlığı da sürdürmekte.
Bugün Kıbrıs adası çevresinde gündeme gelen olayları yukarıda sözünü ettiğim tarihi gerçekleri görmezden gelenler hem anlayamaz hem de çözemez. Kıbrıs’ın ve çevresindeki yer altı kaynaklarının sahipleri sadece Rumlar değil aynı zamanda Türkler ve adaya en yakın komşu olan Türkiye’dir.
Türkiye’nin haklarını gasp etmeye çalışan Rumlara destek verenlerin bilmesi gereken bir gerçek var. O da Türkiye’siz Kıbrıs Sorunu çözülemez ve yeraltı kaynakları ile ilgili olarak tek adım atılamaz. Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin ortak çıkarları bizzat Türkiye tarafında savunulmaktadır.
Özellikle AB’nin ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin Türkiye Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ve de Türkiye Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamaları doğru analiz etmeleri yararlı olacaktır.
Kıbrıs Rum Politis Gazetesine bir açıklama yapan Çavuşoğlu, “İlk önce, iki toplumun yan yana barış içerisinde yaşaması gerektiğini anlamalıyız. Bu, güven yaratıcı önlemler adil ve sürekli çözüm aracılığıyla olmalı. Korkuyu ve taraflar arasındaki kötü hissiyatı geride bırakmanın en iyi yolu budur… Her şeyden önce neyi müzakere ettiğimizde anlaşmamız gerek. Ne tür çözüm? Federasyon mu, konfederasyon mu, iki devlet mi, dördüncü veya beşinci seçenek mi? Bir başarısızlığa daha lüksümüz yok. Bu nedenle, zaman ve enerji harcamadan, araya seçimler girmeden önce kendi aramızda anlaşmamız gerek. Çok zaman harcadık. Sürekli, yalnız Türkiye ve Kıbrıslı Türkler tarafından değil, ortak kabul görecek bir çözümün zamanı geldi. Nihayetinde her çözüm, her iki taraftaki referandumda halk tarafından desteklenmeli, aksi halde yeniden başarısız oluruz." diyerek gerçekleri dile getirmekte.
Yeraltı kaynakları ile ilgili olarak da Başkan Erdoğan, Arjantin’de G 20 Zirvesinde yaptığı basın toplantısında “Doğu Akdeniz'deki hidro karbon kaynaklarının asli sahiplerinden KKTC’nin haklarının emri vakilerle gasp edilmesine asla izin vermeyeceğiz. Türkiye hem kendi hukukunu hem de Kıbrıs Türkünün hak ve menfaatlerini korumakta kararlıdır. Son dönemde Doğu Akdeniz'de varlığımızı tahkim etmemiz bu noktadaki tavizsiz tavrımızın bir yansımasıdır. Rum kesimi, Kıbrıs Türkünün asli haklarını görmezden gelen mütecaviz politikalarını devam ettirdikçe biz de gerekli önlemleri almayı sürdüreceğiz." diyerek Türkiye’nin kararlılığını dile getirdi.
Şimdi AB ve Kıbrıs Rum Kesimi ne yapacak göreceğiz!