Bu araştırmada ilgimi çeken bir diğer veri insanların oy verdikleri partiye göre dağılımları incelendiğinde, buna en az "beni çok rahatsız eder" diyenler İyi Parti'ye oy verenler olmuş.
Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) çok ilginç bir araştırma yaptı. 20-24 Şubat 2020 tarihleri arasında yapılan araştırmanın adı “Laiklik Araştırması Raporu”. Çoğunluğu 25-54 yaş aralığında olan insanlara “laiklik ve din” algıları ile ilgili sorular sorulmuş. Araştırma analizleri insanların oy verdiği partiye göre analiz edilmiş. Araştırmada çok ilginç sorular var.
Düşündüren yabancı düşmanlığı
“Sizin dininize mensup olmayan bir komşunuzun olması sizi ne derece rahatsız eder?” sorusuna yüzde 10,7 oranında “rahatsız eder” yanıtı verilmiş. Büyük bir oran değil ama keşke yüzde sıfır olsaydı. Bugünü hala farklı dinlerden ve ırklardan insanlara iç içe yaşamayı yüzde 100 oranında öğrenmiş olmamız lazımdı. “Çocuğunuzun sizin dininize mensup olmayan biri ile evlenmek istediğini düşünün. Bu durum sizi ne derecede rahatsız eder?” sorusu çok ilgimi çekti. Bu soruya cevap verenlerin yüzde 37.5’i “rahatsız etmez” cevabını vermiş. Kalan yüzde 49.2 ise az ya da çok, ama bir şekilde çocuklarının başka bir dine mensup biriyle evlenmesinden rahatsız oluyor. Ne filmler, ne diziler yapıldı bu konuda. Ne aileler dağıldı, ne anneler ne babalar üzüldü. Bu konuya hala çoğunluğun olumsuz bir bakış açısı ile bakması Türkiye’de din milliyetçiliğinin hala devam ettiğini gösteriyor.
İyi Parti seçmeninin şaşırtan davranışları
Bu araştırmada ilgimi çeken bir diğer veri insanların oy verdikleri partiye göre dağılımları incelendiğinde, buna en az “beni çok rahatsız eder” diyenler İyi Parti’ye oy verenler olmuş. İyi Parti’ye oy verenlerin yüzde 11.5’i bu düşünceye karşı. Bu veri, milliyetçi bir parti olan MHP’den koparak ortaya çıkan İyi Parti’nin, kendi seçmeni gözünde din milliyetçisi bir parti konumunda olmadığını da söyletebilir. Bu veri ile ilgili hem İyi Parti hem de CHP hatta iktidar partisinin ciddi ciddi düşünmesi lazım. İyi Parti’nin sırf bu verilerden hareketle aldığı oyları milliyetçi kesimden almadığını dahi söyletebilir.
Araştırmaya katılanların yüzde 43.8’i laikliğin tehlikede olduğunu düşünüyor. Bu düşünceye sahip olanların en büyük bölümü CHP ve İyi Parti’ye oy verenler.
“Diyanetin, devlet işlerinde etkili olması gerektiğini düşünüyormusunuz?” şeklinde bir soru sorulmuş araştırmada. Buradaki veriler de çok ilginç geldi bana. Mesela “Diyanet devlet işlerinde hiç etkili olmamalı” diyenlerin büyük bir bölümü İyi Parti’ye oy verenler. İyi Parti’ye oy verenlerin yüzde 67.3’ü “hiç etkili olmamalı” derken, yüzde 64.1’i CHP’ye oy verenler. Bu veriyi de görünce İyi Parti’ye oy verenlerin profilini düşünmeye başladım. Öyle bir tablo var ki, sanki İyi Parti’ye oy verenler CHP’nin savunduğu kavramları daha fazla savunuyor. Buradan hareketle “İyi Parti küçük bir CHP olma yolunda mı?” diye düşündüm. Laikliği en fazla savunan parti CHP iken, İyi Parti’ye oy veren seçmenlerin bu araştırmada daha Laik bir profil çizmesi bence bu araştırmanın ortaya koyduğu en büyük sonuç. Acaba bir dip dalga mı var? Yani CHP’den memnun olmayanlar İyi Parti’ye mi oy veriyor? Nasıl olsa ittifakta diye oyun yönü değişmeyeceği için böyle yapmış olabilirler. İyi Parti koptuğu sağ milliyetçi profilden oy alamıyor mu? Bir tık ileri gidersek şunu da söyleyebilirmiyiz? Ya İyi Parti ittifaktan kopup ortak paydada buluşan bir seçmene sahip olduğu için CHP’ye karşı çıkarsa? CHP ile HDP’nin yakınlaşması bir başka muhalefet bloğunu da ortaya çıkarabilir mi? Bu da İyi Parti olabilir mi? Bunların hepsi birer varsayım ya da komplo teorisi gibi ama ben bu araştırma verilerini derinlemesine incelerken alternatif ince detaylar gördüm.
İnsanların yüzde 85’den fazlası “BATI” diyor
“Laiklik Araştırması Raporu”nda en çok ilgimi çeken verilerden biri de Türkiye dışında aşağıdaki ülkelerden birinde yaşamak zorunda kalırsanız hangisini tercih edersiniz?” sorusuna gelen yanıtlar oldu. Şıklarda yer alan ülkeler Almanya- Norveç - ABD - Katar - Rusya ve Suudi Arabistan. Her biri de Türkiye’de gündemde olan ve sosyo-ekonomik anlamda strateji değeri olan ülkeler.
Bu soruya verilen yanıtlara göre çoğunluk batıda yaşamayı tercih ediyor. Şöyle bir düşündüm de bana da sorsanız ben de ya Almanya ya da Norveç derdim. Hatta sanırım Norveç derdim. Araştırmaya katılanlarda en çok Almanya ve Norveç dedi. Oy verdikleri partilere göre incelendiğinde AK Parti’ye oy verenler en çok Almanya sonra ABD’de yaşarım yanıtını vermiş. Buradan AK Parti’nin de çıkartması gereken önemli bir derste bu veride saklı. AK Parti iktidara gelirken pencerisini batıya açan bir parti olarak kendisini tanımlamıştı. Ama şu an geldiğimiz noktada batıya sırtını çevirmiş bir AK Parti var ki, bu onun seçmenini de olumsuz etkiliyor. Evet, tamam para doğuda katılıyorum. O zaman cüzdanımızı doğuya çevirelim ama kalbimiz batıda kalsın.
CHP’ye oy veren kitlenin en çok tercih ettiği ülke yüzde 32.5 ile Norveç, onu yüzde 29,1 ile Almanya takip ediyor. HDP’li seçmen Almanya’yı tercih ederken, MHP’li seçmen Almanya ve Norveç’i tercih ediyor. Bana en ilginç gelen veri yine İyi Parti seçmeninden geldi. İyi Parti’ye oy verenler yüzde 38,5 oranında ABD dedi, yani İyi Parti Amerikancı çıktı. SODEV’in araştırmalarını zevkle takip eden biri olarak bu araştırmayı da çok beğendim. Çok stratejik ve iyi sorularla iyi bir nabız ölçümü yapılıyor. Tabii ki yorumlar farklı olabilir, ben böyle yorumladım siz farklı yorumlayabilirsiniz, ama gerçek bir şey var, bu araştırmalardan gelecekle ilgili pek çok projeksiyon yapılabilir.
Filyason mu enflasyon mu?
Korona salgınının ortaya çıkmasıyla herkes duygusal bir geyiğe vurdu konuyu. Bu salgının insanlığı değiştireceğini, kapitalizmin öleceğini özetle hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını iddia etti. Yazarlar, çizerler fantazi kurdu ve bu salgının kapitalizmin dahi sonunu getireceğini savundular. Bana çok duygusal bir fantazi gibi geldi hep bu yorumlar. İnsanlar öylesine gözü dönmüş durumdaki bırakın bir salgını, uzaylılar bile dünyaya gelse insanların bu tüketim çılgınılığı ve bu aç gözlülükleri varken hiçbir şey değişmez.
Sahte maske satan çakallar, sahte hijyen malzemesi üretenler, stokçuluk yapanlar, özetle yine fırsatçılar ortaya çıktı. Evlerinden dövizlerini yönetenler, korona bitince ortaya çıkacak olan krizde “kimi nasıl tokatlasam” diye planlar yapanlar yine “kıh kıh kıh” gülerek planlarına devam ediyor. Özel sermaye, özel bankalar planlar içinde. Zenginler kabuklarına çekilmiş bu işten nasıl avanta koparırım diye düşünüyor. İnanır mısınız maaş ödemeyenler, koronayı bahane edip ödemeleri durduranların yarısından fazlası zenginler. Bir seferberlik ilan edeceksin, bu zengin açların tüm servetlerini alacaksın ellerinden o zaman görecekler. Herhalde bu kalantörler kahırlarından korona olurlar. Yani, özetle ben hiçbir zaman bu “her şey farklı olacak, ekonomik sistemler değişecek” fantazisine inanmadım.
Bakanın estirdiği sürpriz pozitif rüzgar
Tam bunları düşünürken sağlık bakanı Koca, 14 Nisan Salı akşamı yaptığı basın açıklamasında bir anda pozitif bir rüzgar estirmeye başladı. Yaptığı açıklamada filyasyon yöntemi ile korona vaka sayısındaki artış hızının azaldığını ve salgının kontrol altına aldığını ima etti. Bu moral olarak belki güzel bir cümleydi ama biz her gün #evdekal #evdekal diye diye bağırırken, bu açıklama biraz da insanların gevşemesine de neden olabilirdi. 24 saatte ne olduda bu açıklamayı yaptı bakan anlamadım. Tek ben değil, herkes bir anda bu dönüşümün nedenini sorgulamaya başladı.
Bilim Kurulu Üyeleri
Bir yandan sokağa çıkma yasağı var bir yandan da “kontrol altına aldık” açıklaması var. O sokağa çıkma yasağı yüzünden geçen hafta sonu Türkiye’nin en önemli bakanı gitti geldi. Memlekete en fazla hizmeti dokunan siyasetçisi az kalsın görevi bırakıyordu. Bilim kurulu ve sağlık bakanı çok uyumsuz bir çizgi çizmeye başladı gözümde. Bilim kurulu ile hükümet nerdeyse birbirine küsecek gibi. Bu yavaş yavaş kendisini göstermeye başladı. Yapılan açıklamardan bunu rahatlıkla anlıyoruz. Yani bilim insanları arasında da bir iletişim kaosu yaşanıyor. Sağlık Bakanı Koca, sokağa çıkma yasağı uygulanan ilk hafta sonu ile ilgili “O gün içişleri bakanı sayın Süleyman bey gereken açıklamayı yaptı” dedi. İletişim açısından bakıldığında içinde duygu içeren bir cümleydi bu cümle. Bu cümle bile bir ekip ruhunun eksikliğine delil olabilir. Bence sağlık bakanı çok duygusal tepkiler veriyor ve bazen profesyonel söylemler de bulunmuyor. Olumlu yönde kullandığı duygusal söylemler topluma motivasyon verebiliyor ama bazı konularda ki duygusal açıklamaları bir zaafiyet göstergesi yaratıyor.
Korona salgını, maalesef ki sosyolojik anlamda, ekonomik ve psikolojik anlamda hepimizi mahvetti. Burada şeytanın avukatılığını yapmak istiyorum. Korona salgınında bir anda yaşanan bu ani olumlu hava, yani “salgında artış hızı azaldı, filyasyonla kontrol altına aldık, salgın geçiyor havası” beni biraz tedirgin etti. Bu iki şekilde açıklanabilir. Ya gerçekten de salgının etkileri azalıyor, ki bu bir mucizedir. Çünkü daha bu açıklamadan dört gün önce 10 Nisan akşamı “sokağa çıkmayın” diye adeta ekranlardan yalvaran bir sağlık bakanı gördük. İnşallah öyledir.
Ancak bir endişem var, inşallah bu lanet salgının ekonomik etkileri nedeniyle yavaş yavaş bu salgın gündemden düşürülmeye çalışılmıyordur. Kapitalizm bu salgınla beraber çökecek diyenler, kapitalizmin bu salgını bitirmesine şahit olmaz inşallah. Yani dilerim bu filyasyon enflasyon korkusu değildir.
Eczanelerde maske satışı olsa iyi olurdu
Korona salgınında bir olay hem çok hoşuma gitti hem de endişelendirdi. Devlet çok güzel bir hareket yaptı ve maskeleri bedava dağıtmaya başladı. Bu sosyal devlete yakışan bir davranıştı, alkış aldı, çok da güzel oldu. Ancak, bu kadar yüksek nüfusu olan bir ülkede bu tarz uygulamaları yapmak çok zor. Hele İstanbul gibi bir şehirde çok daha zor.
Devlet eczanelerde maske satışını yasakladı. “Maskeleri halkıma ben vereceğim” dedi. Bu İstanbul için çok zor bir lojistik gerektiriyor. Bize SMS gelecek, o SMS’le eczaneye gideceğiz ve 10 günlük kullanım için beş tane maske alacağız. Ya da e-devletten gireceğiz kayıt olacağız PTT bize maskeleri yollayacak. Bana daha SMS gelmedi, neyseki elimde maske vardı, yoksa maskesiz kalacaktım. Eczaneye gittim, eczane para ile satmıyor, SMS gelmiyor özetle yedek maskem olmasa, maskem olmayacak.
Sokağa çıkarken markette maska takma mecburiyeti var. İşte tam bu süreçte geçen gün keşke eczanelerin maske satışına izin verilseydi diye düşündüm. Eczaneden satışı yasaklamak yerine bir fiyat aralık kotası konarak karabosayı engelleselerdi o bile iyi olurdu. En azından ekonomik gücü olan gider maskesini kendi şartları ile satın alırdı, devletin üstündeki lojistik kalburda hafiflerdi. Böyle olsaydı bu maske olayında kriz döneminde daha verimli ve hızlı çözüm olurdu.
Yine de şunu bir kez daha söylemek isterim ki devletin maskeleri herkese kendi vermesi ve bundan bir lira bile para talep etmemesi sosyal devlet nostaljisini yaşattı bize. Dünya kapitalizm içinde boğulurken biz en azından küçük de olsa sosyal devlet davranışı yaşadık, artık bu konuda gözüm açık gitmez. İnşallah SMS’im gelir ve bu tarihi anı benimde yaşama şansım olur.
Korona medyasının yıldızı: Mehmet Çilingiroğlu
Bu aralar ben Prof. Dr. Mehmet Çilingiroğlu’nun açıklamalarını çok seviyorum. Çok sempatik bir bilim insanı. Dobra konuşuyor, “tak tak tak” her konudaki görüşünü saklamadan söylüyor. Canlı yayındayken Koç Üniversitesindeki görevinden kovulduğundan tutun da, ülkelerin liderlerine, sistemlerine, korona salgınına kadar her konuda görüşünü çok sempatik bir dille aktarıyor. Tribüne de oynuyor, bilimi de kullanıyor. Son dönemlerde TV kanallarının da gözdesi oldu. Bir sürü sağlıkçı çıktı benim aklımda kalan, bana benim istediğim gibi hitap eden tek sağlık profesörü Çilingiroğlu oldu. Çok sempatik bir hoca, bazen yayında kendini kaybediyor, ortalığa bir çatıyor ki görmeniz lazım. Özetle Mehmet Hocayı ben çok sevdim. Bahçeşehir Üniversitesi böyle bir bilim insanı ile çalıştığı için çok şanslı, Enver Yücel işini biliyor, iyi hoca buldu mu fezada bile olsa yakalayıp üniversitesine bağlıyor.