Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın'ın, bürokrat ve diplomat kimliği herkesin mâlumudur.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın, bürokrat ve diplomat kimliği herkesin mâlumudur. Türk kamuoyunun yanı sıra, dünya kamuoyu ve hele Amerikan kamuoyu canlı yayında Türkiye aleyhine söylemlerde bulunan gazeteci ve muhabirlerin ağızlarının payını verdiğini çok iyi bilir. Birçok kişi de İbrahim Kalın’ın akademik kimliğini bilir. Profesörlük vasfını kullanmayı pek tercih etmese de, yaptığı akademik yayınların alıntılanma oranı da hem ulusal hem de uluslararası çevrelerde saygınlığının sebebidir.
Ancak İbrahim Kalın’ın sanatçı ve müzisyen kimliğini yakın bir geçmişe kadar sâdece yakın çevresi bilirdi. Daha önce birkaç programda elinde bağlamasıyla gördüğümüz İbrahim Kalın’ın müzisyen kimliğini artık tüm kamuoyu biliyor. Sözü ve bestesi kendine âit olan “Hiç Oldum” adlı eseri, yine kendi çaldığı bağlama eşliğinde seslendirdi ve bunu bir klip ile medyada paylaştı.
Peki bunun kamuoyu açısından ne önemi var? Onca devlet meselesi arasında kafasını dağıtmak için iki tıngırdatmışsa bunu büyütmeye, klipler çekmeye ne gerek var? Cumhurbaşkanlığı sözcülüğü gibi önemli ve yoğun mesâi gerektiren bir görevdeyken, müzik gibi yoğunlaşma gerektiren bir faaliyete nasıl zaman buluyor? Bestenin hangi makamda olduğu, bağlamada doğru perde basıp basmadığı veya prozodik hata olup olmadığı gibi teknik konular ve benzeri sorular ve cevapları bu yazının kapsamı dışındadır. Bunlar magazinel konular. İbrahim Kalın’ın söylediğinin satır aralarını daha derin okumalıyız.
Bu toprakların sazı
İbrahim Kalın her şeyden önce mesajını bağlama çalarak ve kendi yazdığı sözlere kendi yaptığı besteyi kendi söyleyerek bu topraklara olan borcunu ödemiştir. Keman, piyano, gitar gibi kültürel temeli Avrupa’ya dayanan enstrümanlar yerine, bu toprakların öz enstrümanı olan bağlama önemli bir mesajın somut şeklidir.
Bağlama deyince Karacaoğlan’ı, Pir Sultan Abdal’ı, Âşık Veysel’i, Neşet Ertaş’ı hatırlarız. Onlar bu toprağın insanına bu toprağın sazı olan bağlama ile seslenmiştir ve sesleri yüreklerde duyulmuştur. Bağlama, sınırları Türkiye Cumhuriyeti’nin siyâsî sınırlarını aşan ve Türkiye’nin kültürel sınırlarını işâret eden sazların başında gelir. Bu coğrafyada bağlama ile gülünür, bağlama ile ağlanır, bağlama ile oynanır, bağlama ile ağıt yakılır. Kelimelere dökülemeyen hisler, bağlamanın tellerinde tınılar.
İbrahim Kalın bağlamasıyla “Cumhurbaşkanlığı sözcülüğü”nde sonra “Anadolu insanının sözcüsü” olmanın yeni bir örneği olmuştur. Anadolu insanı artık Ankara’da kendi müziğinden utanan ve Batı’ya öykünen yöneticilerin değil, aksine kendi müziğiyle övünen ve bunu icra edecek kadar kültürel güvene sâhip yöneticilerin olduğunu görmüştür.
Farklı bir hayır işi
Devlet adamlarının, sivil ve askerî bürokratların ve zengin iş insanlarının halka örnek olmak ve kalıcı bir eser bırakmak amacıyla hayır işleri yapmaları alışıldık bir davranıştır. Okul, öğrenci yurdu, hastane, çeşme, park, câmi yaptırmak hem toplum yarârınadır hem de adının yaşatılması ve sadaka-i câriye olması amacını taşır. Böylece âmel defteri öldükten sonra da açık olduğuna inanılan kişiler olurlar. Ancak bu tür hayır işlerini yaptırmak için gereken ekonomik güç kısa zamanda da kazanılabilir ya da bu kişilerin çocukları bu hayır işini gerçekleştirebilir.
Oysa İbrahim Kalın’ın hem müzisyenlik hem de icrâcılık yâni hem söz yazarı ve besteci hem de sâzende ve hânende olarak yaptığı şey, birçok kişinin tek iş olarak yapabildiği şeyken, İbrahim Kalın bunu keyfiyet anlamında profesyonel seviyede yaparak farklı bir hayır işi yapmıştır. Bu çalışması ne kadar beğenilir, video ne kadar seyredilir gibi konular işin tanıtım ve yapım tarafını ilgilendirir ve kalıcılığı yoktur. Ancak “Cumhurbaşkanlığı sözcüsü” sıfatını taşıyan birinin hem de elinde bağlamasıyla bunu yapması sâdece bestekârlık ve icrâcılık konusunu işâret etmemektedir.
Bürokratik kültür
Uzun vâdeli gündem konularımızdan biri olan kültürel iktidârın önemli ayaklarından biri de kendi kültürümüzün bürokratik çevrelerde ne kadar anlaşıldığı ve benimsendiğidir. Operaya, baleye, senfoni konserine gidip türküleri duymazdan gelen ya da türküleri sâdece “senfonik” olursa dinleyen “seçkinci” bürokratlara ve diplomatlara devletin tepesinden bir mesaj verilmektedir. İbrahim Kalın’ın attığı, binlerce çocuğa bağlama çalmayı öğretmek, onlara türkü söyletmek ve onları türkü dinlemeye alıştırmak kadar önemli bir adımdır. Yapın, sevin, çalıp söyleyin, dinleyin demek yerine, “Ben yapıyorum, seviyorum, çalıp söylüyorum” demek çok daha etkili ve örnek bir tavırdır.
Devlet geleneğini canlandırma
Bu köşede 18 Ekim 2017 târihli “Tayyip Erdoğan’dan 3. Selim olmasını beklemeyin” başlıklı yazımda belirttiğim ve kültürel iktidar başlığıyla yazdığım seri yazılarda anlatmaya çalıştığım gibi, devlet erkânının öz kültürün uygulamasında yer alması, bürokrasinin ulaştığı sanatsal seviyeyi gösterir.
Osmanlı ile övünmeyi severiz ama övünmemizi sağlayan şeyleri yapmak için emek harcamayız. Fâtih’in Yavuz’un, Kânunî’nin torunu olduğunu iddia edip Fâtih Sultan Mehmet’in “Avnî” mahlasıyla, Kânunî Sultan Süleyman’ın “Muhibbî” mahlasıyla şiir yazdığını ve bir divan ortaya koyacak kadar büyük birer şâir olduklarını bilmeyiz. Sultan 3. Selim’in, Sultan 2. Mahmud’un, Sultan Abdülaziz’in hatta son padişah Sultan Vahdettin’in besteleri olduğu, Sultan 3. Selim’in çok usta bir neyzen, tânbûrî ve makam terkip edecek seviyede bir müzisyen olduğunu gözden kaçırırız.
Osmanlı paşalarının şiir yazması, beste yapması, resim yapması, hat sanatıyla uğraşması sıradan bir özellikti. Türk-İslâm sanatları, büyük sanatçıların yanında padişâhların ve paşaların kalem ve mızrap oynattığı alanlardı.
İbrahim Kalın’ın yaptığı, bu bürokratik geleneği canlandırmak ve bunu bizzat gösteren adımı atmaktır. Sosyal medyada yayınlanan videoya ilk üç gün içinde yapılan 18 bin beğenmeye karşı 5 bin beğenmemeye ve türkünün aranjörlüğünü yapan Erkan Oğur’a kendi mahallesinden yapılan ve onun özür dilemesine(!) sebep olan linçe istinâden söylüyorum ki, ülke adına hiçbir şeyden memnun olmayan kesim, “Millet bu hâldeyken(!), bunlar saz çalıyor” ve “Yandaş müzisyen oldu” deme densizliğini ve câhilliğini gösterecektir. Bununla da kalmayıp bu yapımda yer alan herkese nefret kusacaktır ve kusmuştur. Ama bu kesimi esas rahatsız eden ve nefretlerini kusturan şey, türkünün sözlerinde geçen “Hakk”, “dergâh”, “tabip” gibi kavramları ve müzisyenlerin yapımda yer almasından çok, üst düzey bir bürokratın bu toprağa âit bir müzik enstrümanını çalması olacaktır.
Varsın onlar rahatsız olsun, ama asıl önemli olan bu kapının aralanmış olmasıdır. İbrahim Kalın bu kapıyı aralayarak kemmiyetini zaman içinde göreceğimiz ama keyfiyetinin çok büyük olduğunu şimdiden görebildiğimiz bir geleneği canlandırmaktır. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaki kişilerden biri olarak İbrahim Kalın, bu tavrıyla soyut bir sadaka-i câriye sâhibi olmuştur.
Umarım ve dilerim ki; tanbur, ud, kanun, klâsik kemençe, rebab çalan sâzende bürokratlarımızı, bu toprakların insanlarına bu toprakların sazları ile hitap ettiğini yakın zamanda görürüz.