Aşk, ikiyi bir yapan sonsuz enerjidir ki, parçalanmadan doğan enerjiden çok daha yüksek, çok daha tesirlidir.
Ruhu şadolsun, mekanı cennet olsun; Hocam Sâmiha Ayverdi’nin “İnsanlık âlemine Hakk’ın bir tebessümü, bir devrin nirengi noktasıdır[1] dediği Hz. Mevlânâ’nın kütlelere tesir eden hayatında en önemli etken, vahdet şifresini beraber çözdüğü mürşidi Hz. Şems’tir. Şems sayesinde her şeyi bilen, bildiğini de âleme öğretmekle mükellef olan büyük hakîm, tâbire târife gelmez bir aşktan arta kalan yüreğinin iştiyak ve hasreti içinde tefekkür ve imânının coşkun seline âlem halkını muhatap etmiştir. Görüyoruz ki, Hz. Mevlânâ’yı Mevlânâ kılan, var eden ve insanları diriltmesini sağlayan işte bu aşk anlayışıdır. O kütle terbiyesinde sevgiyi esas alan, cemiyetin her tabakasına cömert ve hatta müsrif bir efendi gibi el uzatan bir Allah sevgilisidir. Onun gerçek aşkı idrak eden sonsuz güzelliği, insanı kendi ayıplarından utandıracak kadar müsâmahalı sevgi ve şefkate gark etmesidir.
Aşk, ikiyi bir yapan sonsuz enerjidir ki, parçalanmadan doğan enerjiden çok daha yüksek, çok daha tesirlidir. Sûfîler genellikle Allah’a ulaşmada aklın yetersiz kaldığına inanırlar. Kelâbâzi, Allah’a ulaşma konusunda akıldan bir şey beklemeyi kuyudan kalburla su çekmeye benzetir. İlâhî aşkın kaynağı, Allah’ın hadis-i kudsîde buyurduğu; gizli bir hazineydim, bilinmeyi arzu ettim ya da aşk ettim mânâsında gizlidir. Allah mâşuktur, onu bilmenin yolu aşktır. Mutasavvıflar bilirler ki, âlemin yaratılış sebebi Allah’ın Peygamber’de tecelli eden kendi hakikatine (Hakikat-i Muhammedî) olan muhabbetidir.
Hz. Mevlânâ’nın bize öğrettiği şey, âşık olmak, mâşukluğu tanımak, bilmek ve O olmaktır. Şems, Makam-ı Mâşuk olarak tanıttığı bu yeni hali peygamberle özdeşleştirir.
“Benden, Hz .Peygamber âşık mıydı? diye sorsalar, “Hayır” derim. O, mâşuk ve sevgili idi. Ama akıl, sevgiliyi anlatmakta ve onu kavramakta şaşırır, başı döner. Şu halde ona âşık dersem bu, mâşuk yani sevilen mânâsınadır.”
Hz. Mevlânâ, İnsân-ı Mâşuktan Allah’ın tecellisini seyredişte fark eder ki, O, Allah’ı sevmekte zira Allah da onu sevmektedir. İşte bu anda tasavvufun şâhika noktasına çıkarak beşeri karşılıksız sevmenin zevkine varır. Zira Allah’ın sevgisinin beşere kazandırdığı şudur ki, insan bu muazzam sevgiyi hisseder ve bu sevgiye karşılık verir. Aksi takdirde iç dünyasında büyük bir huzursuzluk oluşacaktır. Bu idrak tasavvufta Allah’tan razı olunan “Rızâ” makamıyla (Râdiye), Allah’ın kuldan râzı olduğu “merdiye” makamının idrakidir. Bu idrake varan Kâmil, halkı, Hak için sevmeyi öğrenir.
Hz. Mevlânâ, bekâda o derece üst seviyededir ki, onun aşkı saçışı zamanları yok etmiş, Hz. Peygamberden sonra en sevilen Müslüman düşünür olarak ümmet-i Muhammed’in gönlünde yer etmiştir. Ömrünü içindeki Hakk’a olan aşkını ilânla, dışındaki halka olan sevgisini izhar arasında geçirmiştir. Hz. Mevlânâ aşk yolunu tarik edinenlerdendir, o miracın aşkla olduğunu bildiğinden, Allah’a ulaşmanın tek yolu aşktır, der. Eksik söyledik; aşkla gidilir, aşkla varılır der.