Evet, o zamanlar Avrupa'da insanlar yıkanmazdı. Yıkansa bile aynı küvetteki suda sırayla yıkanırlardı.
Orta Çağ’da Avrupa’nın ve Avrupalının pislik içinde yaşadığı ile ilgili anlatılan her şey doğrudur. Daha da fazlası vardır.
Evet, o zamanlar Avrupa’da insanlar yıkanmazdı. Yıkansa bile aynı küvetteki suda sırayla yıkanırlardı. Önce erkekler, sonra kadınlar yıkanırdı. Su o kadar kirlenirdi ki küvetin içi gözükmezdi. Bu yüzden “Don’t throw the baby out with the bathwater” (Bebeği küvet suyuyla birlikte atma) deyimi çıkmıştır.
Evet o zamanlar Avrupa’da tuvalet yoktu. Avrupa saraylarında bile tuvalet yoktu. Lazımlık bunun için icat edilmişti. İnsanlar tuvaletlerini lazımlığa yapıp sokağa atıyorlardı. Hatta üst katlardaki pencerelerden sokağa atanlar bile vardı. Zamânın Fransa kralı bu yüzden lazımlıkların aşağı inip boşaltılması için ferman yayınlamıştı, çünkü lazımlığın içindeki dışkı ve idrar sokaktan geçenlerin üstüne denk gelebiliyordu.
Evet, yüksek topuklu ayakkabılar sokaklardaki insan dışkıları arasında daha rahat yürümek ve pisliğin kıyâfetlere bulaşmasını önlemek için icat edilmişti.
Avrupa arisktokrasinin vazgeçilmezi olan partilere giden kadınlar, tuvalet ihtiyaçları geldiğinde bin bir zahmetle ve birkaç kişinin yardımıyla giydikleri o gösterişli kıyâfetlerini ihtiyaçlarını gidermek için çıkarıp giymeleri mümkün olmadığından dolayı, buna çözüm olan lazımlık kıyâfetlerine sâbitlerlerdi. Bu yüzden bu kıyâfetlere "tuvalet" denir. O kıyâfetlerin alt kısımlarının kabarık olmasının sebebi lazımlığın belli olmasını engellemekti. Böylece parti sırasında tuvaletleri geldiğinde bir kenara çekilip def-i hâcet giderebiliyorlardı.
Evet o zamanlar Avrupa’da insanlar hiç yıkanmıyorlardı. Parfüm aslında güzel kokmak için değil, insanların pis kokularını bastırmak için kullanılıyordu.
Evet o zamanlar Avrupalılar yıkanmadıkları için kokarlardı. En özel günlerinde yâni evlenirken bile yıkanmazlardı. Pis kokularını bastırmak için gelin elinde bir demet çiçek taşırdı. Nikah kıyılınca çiçeğin işi bitti diye arkasında bekleyen gelin adayı kızlara fırlatırdı.
Evet, o zamanlarda Avrupalılar yıkanmazlardı, tuvaletleri sokaklara atılırdı. Bu yüzden sık sık salgın hastalıklar çıkardı. Tifo, kolera, sıtma gibi salgın hastalıklar kitle ölümlerine sebep olurdu. Zamânın Fransa kralı yakalandığı hastalığa saray doktorları çâre bulayınca, Endülüs’ten Müslüman doktor çağrılmıştı. Müslüman doktor muayene sonrası krala yıkanması gerektiğini söylemiş ve nasıl yıkanacağını kralı yıkayarak göstermişti. Ardından yıkanmak bir süre sâdece saray halkına ve soylulara has bir âdet hâline gelmişti.
Evet yakın bir târihe kadar Avrupa saraylarında tuvalet ve banyo yokken, daha Orta Çağ’da İslâm şehirlerinde ilk inşa edilen binâların başında hamamlar gelirdi. Hatta hamamlardaki sıcak sular kış aylarında câmilerin ısıtılmasında kullanılırdı.
Evet, Avrupa’da en lüks otellerde bile hâlâ taharet musluğu yoktur. Bunu bilmeden oralara giden Avrupa hayranları büyük hayâl kırıklığına uğrar.
Avrupa’ya karşı olan ezikliğimizi hafifletmek için ilk aklımıza gelen şey, Avrupa’nın temizliği “biz”den öğrendiğini söylemek olur.
Hani temizlik imandandı
Mâdem yıkanmayı, tuvaleti, kanalizasyonu kısacası temizliği Avrupa bizden öğrendi, ne oldu da biz unuttuk.
“Peygamberimizin sünneti” deyince sâdece erkek çocukları sünnet etmek, cübbe sarık takmak, sakal bırakmak, tespih çekmek ve çarşaf giy(dir)mek zannedenler, bu sünnetleri uygularken ve anlatırken gösterdikleri ısrârı neden temizliği anlatmak için göstermiyorlar? Milyonlarca tâkipçisi olan sosyal medya kanallarındaki sohbetlerde temizlikle ilgili ne söylüyorlar?
Lafa gelince "Muhammed Resullullah" dediği için cennete gireceğine inanan bir ümmet neden bu kadar pis? Bu ümmetin yaşadığı şehirler neden çöplük hâline gelmiş durumda?
Sokaklar – câmi avluları bile – sigara izmariti ve boş pet şişelerle dolu. Otoyolların kenarlarındaki çöpleri görmemek mümkün değil. Bu çöplerin arasında içi idrar dolu 1.5 lt’lik pet şişeler hiç de az değil. İnanmıyorsanız şehirlerarası otoyollarda herhangi bir yerde durun ve yolun kenarlarına bakın.
Avrupa’nın bizden öğrendiği temizliği biz niye unuttuk? Avrupalılara evlerine ayakkabıyla giriyorlar diye tiksintiyle bakıyoruz. Ama sokaklarımız en iyi çalışan belediyelerin ilçelerinde bile pis ve çöp içinde.
Çöp çıkarma saatlerine riâyet etmeyip çöp arabası geçtikten sonra çöp çıkaranlar, o çöpleri sokak hayvanlarının dağıtıp ortalığa saçtığını neden görmüyor? Elindeki çöp torbasını atmak için arabadan inmeyip fırlatanlar hiç de az değil. Maalesef çok azı konteyneri tutturabiliyor ve patlayan torbanın içindeki çöpler sokağa yayılıyor.
Piknik alanlarımız, sâhillerimiz, tâtil beldelerimiz neden çöp yığınlarıyla dolu?
Umumî tuvaletlere gönül rahatlığıyla girebiliyor muyuz? Umûmî tuvaletleri neden bulmak istediğimiz gibi bırakmıyoruz? Akaryakıt firmalarının benzin ve mazot kalitelerini değil de, tesislerinde “tuvalet temizliği”ni öne çıkarması, tuvalet kültürümüzde bir sorun olduğunu göstermiyor mu?
Neden "sokak hayvanlarını besleme" bahânesiyle pilav, makarna ve bozulmuş sulu yemeklerimizi sokaklara, ağaç diplerine döküyoruz ve sineklere dâvetiye çıkartıyoruz?
Tuhaf bir birlik ve berâberlik!
Bu pislik ve çöp konusunda büyük bir "birlik ve berâberlik" sergileniyor. Çevrecisinden dindarına kadar herkes benzer davranış gösteriyor. Çöp ve pisliğin görüntüsü kanıksanmış durumda; rahatsız olanlar azınlıkta. Attığı izmaritin veya cam şişenin orman yangınına sebep olabileceğini herkes biliyor. Ama "çevreci" eylemlerin sonrasında bile tonlarca plastik ve cam atık toplanıyor.
“Vatan” temiz tutulur
Mehmet Âkif Ersoy, “Değmesin mâbedimin göğsüne nâmahrem eli” derken vatanın mânevî olarak kirletilmemesi gerektiğine işâret eder. Ama vatan maddî olarak da temiz tutulmalıdır. Fakat biz düşmanın mânevî olarak kirleteceği vatanımızı yâni sokaklarımızı, caddelerimizi, yollarımızı, ormanlarımızı, sâhillerimizi maddî olarak kirletmekten çekinmiyoruz. Vatanı sevmek sâdece “canım fedâ” demekle olmaz. Zâten maddî olarak kirlenmesine alıştığımız vatanın mânevî olarak korunması gerektiği inancı da zamanla zayıflayıp kaybolur.