Arzu Enver Eroğan, ailenin her siyasi görüşe eşit mesafede olduğunun altını çiziyor, "Ailemiz 1924'ten beri prensip olarak yerel siyasetin haricinde kalmıştır ve de kalacaktır."

Eroğan devam ediyor: “Şurası son derece önemlidir ki; Dünyada, tarihi süreç içerisinde kendi çıkarlarını hiçe sayarak vatanı ve milleti aleyhine hiçbir faaliyette bulunmamış tek aile Osmanlı Ailesi’dir. Önceki Aile reisimiz Osman Ertuğrul’un beyanatı “Cumhuriyet belki Ailemiz için iyi olmamış olabilir, fakat Türkiye için son derece faydalı olmuştur!” Bu bizlerin ne düşündüğünü açıkça ifade etmektedir.

II. Mahmut Han Nizamnamesinden beri gelen Aile azalarının sıfatlarının kullanılması sadece ve sadece Ailemiz içerisinde, yani gayrı resmi olarak ve sadece sözlü olarak bazen kullanılabilmiş olabilir, aksi mümkün değildir.”

İlber Ortaylı’nın 2010 yılında kaleme aldığı yazısı o an konuştuğumuz konuları çağrıştırmaktaydı: “Osmanlı Hanedan reisi Şehzade Ertuğrul Osman Efendi vefat ettikten sonra, hanedanın üyeleri herkes gibi “Ne olacağız, ne haldeyiz?” diye sordular. Hanedan reisi olan amca bırakınız Türk saray anane ve çevresini, Avrupa saraylarında bile az rastlanır prenslerdendi; bilgisi, zarafeti ve mahareti ile başka milletlerin hükümdar soyundan kimseleri de kendine hayran bırakmıştı.

Onun gibi göze batan bir diğer hanedan üyesi de elan İstanbul’da yaşayan Neslişah Sultan’dır. Neslişah Sultan bildiği lisanlar, edebiyattan tarih-coğrafyaya çok geniş bilgisi, insanları hayran bırakan sportmenliği ile yurtdışında Türklüğü bütün soylu çevrelerde üstünlükle temsil etmiş ve yurtiçinde de Osmanlı sarayı hakkındaki eksik bilgilendirmeyi tashih etmiştir. Henüz saltanat zamanında doğduğu için hanedan defterine resmen kaydedilen, doğumu topla selamlanan son hanedan üyesidir.

“BİR AİLE OLMALIYIZ”

Şehzade Osman Ertuğrul Efendi’nin ölümünden sonra bir demeç vermişti, esası şuydu: “Bu devlet ve milleti altı asır boyu şan ve satvetle temsil eden ailemiz yeni zamanlara ve şartlara uymak durumundadır. Ailemizin genç üyeleri saray çevresinden ve etiketinden uzakta yetiştiler. Artık bir hanedanın sahip olması gereken şartlar zor ayakta duruyor, hatta duramıyor. Bundan sonra bir aile olmalıyız. Bu aile üyelerinin bilinç ve kişiliğini korumalı, hanedanın mensupları ile alakası olmayan hatta Avrupa’da türeyen bilinmeyen ecnebilerden düzmece prens ve prenseslere karşı hukukumuzu korumalı ve ailenin müşküllerini çözmek için bir araya gelmelidir.”

Sohbetimiz hanedanın Türkiye’de pek de tanınmıyor olması noktasına gelmişti.. Ailenin, ülkemizde çok tanınmaması; biraz aristokrasi, biraz hanedan.. Biraz da toplumun bakış açısı..

Prenses Zeynep Tarzi Osman cevapladı:

“Efendim bunu size şu şekilde izah edebilirim. Osmanlı Hanedanı Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldığı zaman, hanedan üyeleri ancak günlük ne yiyecekler, ne içecekler onları düşünür oldular. Kaldıkları memleketler de artık bunların, -kendi memleketleri titrlerini (unvanlarını) saymadıktan sonra başka memleket nasıl saysın?- ama gene de saydı.

Mesela Fransa, Fransa’ya yerleşen Osmanlı Hanedanı üyelerini, -ki, bir tanesi de benim kocamdı, Osman Ertuğrul Efendi’ydi-, bunlara Fransız pasaportu verdi. Osmanlı şehzadesi, Osmanlı prensi, emperyal prens, emperyal prenses diye pasaportlar verdi. Ama Osmanlı lağvedilip de cumhuriyet gelince bütün bu pasaportlar, geçersiz oldu.

Ondan sonra bu insanlar herhangi bir insan gibi oldu. Halbuki Ruslar.. Atıldılar, katledildiler ama Rus devleti ve Rus hükümeti o titrleri (unvanları) almadı, verdi, bıraktı. Onlar gittikleri her yerde prens-prenses, kont-kontes, dük-düşes olarak bilindiler. Osmanlı’da bu olmadı. Çünkü cumhuriyet bunu istemedi. Bu şekilde sizler de bihaber kaldınız aileden. Ailenin fertleri de bihaber kaldılar ve bu böyle yuvarlandı, yuvarlandı bugüne kadar geldi.

Ama gene de şunu söyleyeyim size; Türkiye’ye gelen hanedan mensupları, şimdi ben hanedandan bahsediyorum, ‘Hanedan bitti benim kocamın vefatıyla, hanedan bitti. Şimdi aile kaldı; fakat buraya gelen hanedan üyeleri etrafındakiler, onları tanıyanlar tarafından çok büyük hürmet gördüler. Çok büyük saygı gördüler, çok büyük ilgi alaka gördüler. Ama onlar kendilerini çekti.

Yani sultanlar, evvela sultanlar ve ailenin hanım üyeleri geri geldi. Bunlar hiç ortalığa çıkmadılar, kendilerini göstermediler, kenarda kaldılar, kenara çekildiler kendi arzuları, istekleri gereğince. Sonra erkeklere izin çıktı. Erkekleri gelmeye başladı. Onlar da kenara çekildiler. Hiçbiri ortaya çıkmak istemedi.

Ortalarda gözükmek onların nazarında doğru bir şey değildi. Cumhuriyete duydukları saygıdan dolayı çekindiler.”

“YA BU RÖPORTAJI YAP YAHUT ÖLECEĞİM”

Yaşadıkları bir olayı anlatarak konuyu biraz daha açıyor Prenses Zeynep:

“1992 senesinde, Osman Efendi’yle biz ilk defa buraya Türkiye’ye geldik. 12 yaşından sonra ilk defa Türkiye’ye ayak bastı. Kuşadası Kısmet Otel’e gittik. Orası Hümeyra Hanım Sultan’ın oteliydi, kocası Halil Özbaş’ın oteli. Oraya her gün Mehmet Ali Birand gelirdi. Tepede oturuyordu. Birand, kayınvalidesi Cemile, karısı ve oğlu denize girmeye gelirlerdi hep. Mehmet Ali, benden defalarca rica etti: ‘Röportaj yapayım, röportaj yapayım.’

Ben evvela hiç Osman Efendi’ye bahsetmedim. Biliyordum kabul etmeyeceğini. Sonra artık çok ısrar etti Osman Efendi’ye dedim ‘bir röportaj yapar mısın?’ “Kategorikman hayır” dedi. ‘Yapmam.’ Ben de ‘hayır yapmayacak’ dedim. Mehmet Ali, Allah rahmet eylesin, gene ısrar ısrar; en nihayet Osman Efendi’ye dedim ki ‘Ya bu röportajı yap, yahut da ben öleceğim arada kalmaktan.’

En nihayet çağırdı, görüştü. Ne sualler sorulacağını öğrendi. Şu suale cevap veririm, bu suale cevap vermem, şunu sorabilirsin, bunu soramazsın diye, kabul etti.

Ve ilk röportajı. Hanedan üyesi olarak ilk röportajı yapan Osman Efendi oldu. Çok büyük ilgi topladı. Kaç kere yayınlandı. O zaman Mehmet Ali Birand 32. Gün’de. Ama.. Osman Efendi son derece de esprili bir insan.. O programda bir kişinin de röportajı vardı. Madam Manukyan mıydı? (gülüşmeler) Fakat oradaki aile üyeleri çok sıkıldılar bu işten; hem şehzade hem Madam Manukyan. Dediler ki ‘Aman olmaz böyle şey. Aman Osman’cığım sakın böyle bir şey yapma’ falan. Osman Efendi de dedi ki, ‘Canım onu dinlemek için herkes televizyonu açacak, beni kimse tanımıyor ki..’

Güzel bir röportaj oldu. Ondan sonra 2-3 röportaj daha yaptı. Ali Kırca’yla yaptı, o da çok iyi bir röportajdı. Canlıydı o. Ben de hep kenarda oturuyordum Türkçelerini tercüme ediyordum birbirlerine. Biri Türkçe biri eski Türkçe bazı kelimeleri Osman Efendi anlamıyordu. Ben tercümandım, onun konuştuğu Türkçeyi de röportörler bazen anlamıyorlardı, oraya tercüme. Dolayısıyla ben tercümanlık vazifesi yapıyordum.

New York’a Güneri Civaoğlu geldi. Gene bir arkadaşımız vasıtasıyla rica etti, “Acaba Osman Efendi benimle bir röportaj yapar mı” diye. Yapardın da yapmazdın da falan derken Güneri Civaoğlu hanımını aldığı gibi geldi New York’a. ‘Artık geldi Osman Efendi’ dedim ‘Allah aşkına yap, İstanbul’dan kalkıp gelmişler.’ Onlarla bir röportaj yaptı.

Bir iki gazetede hakkında yazılar çıktı..

“EVİMİZ SİZE AÇIK”

Kısaca, Osmanlı Hanedanı gayet güzel bir imaj oluşturdu. Halk o zaman Osmanlı’nın ne olduğunu, kim olduğunu, burada Osmanlı’dan kimlerin yaşadığını öğrendi ve bir sempati duydu. Sonra bizim New York’taki evle olan problemimiz oradaki gazetede, New York Times’da çıktı. New York Times’dan tabii buraya aktarıldı. O zaman halktan bize gelen mektuplar ‘evimiz size açık, buyurun’, ‘Dolmabahçe Sarayı ne güne duruyor, buyurun gelin, oturun.’

Yani o şekilde müspet bir reaksiyon. Sonrasını herkes biliyor..”

Arzu Enver Eroğan, araya girerek, Prenses Zeynep’in son derece nazik bir üslupla konuyu kapattığını belirtiyor. (Gülüşmeler)

Eroğan, işte prensimiz, gerçek prensimiz ifadeleri ile Cengiz Baransel’e sözü bırakırken ekliyor, “Eğer devam ediyor olsaydı kendisi de prensti. Beyzade deriz. Beyzade sultan oğludur. Şöyle söylemek istiyorum; çok kıymetli burada olması. Şu sebepten, normal şartlarda Zeynep Abla’nın da demin anlattığı gibi kimse çıkıp konuşmaz. Ricamızı kırmadılar, gerek Zeynep Abla, gerek Resan. Cengiz çok özel çünkü herhalde ilk röportajın olacak.”

Cengiz Baransel, biraz sıkılgan, “Söyleyeceklerim yaşadıklarım olabilir. O da şu; aynen demin söylediği gibi Zeynep Hanım’ın, Türk toplumuna nezaketti. Biz sizden ayrıyız, biz sizin üstünüzdeyiz gibi, yok biz yeşil kanlıyız, mavi kanlıyız hiç bir zaman hiç biri söylemedi ve bunu hissetmediler, hissettirmediler. Erkekler 1974’te geldi Türkiye’ye. Zaten o zaman gelen erkeklerin hepsi yaşlıydı. Çok yaşlanmışlardı. Genç hiç bir erkek yoktu ortaya çıkacak. Onlar da yine aynı saygınlıkta devam ettiler. Çoğu iş buldu, bulamadı. Bazen bazı aileye yakın insanlar onlara iş verdiler. Durum bu ama korkuları yoktu, çünkü devletten bir korkuları yoktu. Hem de destekleri vardı. Bu insanlar, Türkiye’den çıkartılmadan önce varlıklarının hiçbirini yanlarına alıp götürmediler.

Prenses Zeynep, ‘Nasıl götürsün yalıyı alacak hali yok.. Hiçbir şey alamadılar.’

Baransel: Yalıyı değil, altınını mücevherini de bıraktı. Limit vardı sadece birkaç bin altın götürebiliyorlardı.

MAKARNALARI TEK TEK YIKIYOR

Prenses Zeynep, “Bunlar büyük aileler. Sonra bunlar çıkarken lalalar, dadılar evde çalışan insanlarla beraber çıkıyorlar, hep beraber çıkıyorlar. Dünyadan haberleri yok. Osman Efendi derdi ki, Fatma Hanım Sultan… Osman Efendi ziyaretine gitmiş, Osman Efendi de daha çocuk, Viyana’da ziyaretine gitmiş. Bakmış ki Fatma Hanım Sultan makarna yapacak, tencereyi koymuş, suyu kaynatıyor, makarnaları teker teker yıkayıp içine atıyor, teker teker.. Ne yapıyorsunuz demiş. Makarna yapıyorum. Ne biçim makarna bu böyle teker teker.. Böyle yapılmaz mı makarna demiş. Yani hiçbir şey bilmiyorlar. Acıklı bir durum. Çok acıklı bir durum. Yani o hakikaten insanı incitiyor düşündükçe.”

Gülmek ve ağlamak arasında kaldığı anlardan bir tanesi insan için. Dinlerken hem çok üzülüp hem de bir o kadar komik bu durum gerçekten içine işliyor insanın.

Devam ediyor Prenses Zeynep, bu arada Ali Kırca röportajı ile alakalı.. Şöyle bir sual sorduydu Osman Efendi’ye: Atatürk hakkında ne düşünüyorsunuz? Osman Efendi de dedi ki: Benim ailem için çok büyük kötülük oldu ama memleketi kurtardı. Bugün burada ben sizinle bu röportajı yapıyorsam Mustafa Kemal Paşa’nın sayesinde yapıyorum” diyordu. Bu, bu kadar basit. Dolayısıyla Atatürk hakikaten aileye büyük kötülüğü dokunmuştur, ama vatanı da kurtarmıştır.

Önce vatan yani..

BÜYÜKADA’YA SÜRGÜN EDELİM

Baransel kaldığı yerden söze devam ediyor: Ve eğer sizin de kulağınıza gelmişse şöyle bir şey demişlerdi, hanedanı çıkartmadan önce Atatürk tüm hanedanın erkek mensuplarını adaya toplayalım demiş. Yalnız bir başka devlet büyüğü buna karşı çıkmış. Büyükada’ya, yani herkesi oraya sürgün etmek. Böyle Türkiye’den çıkartıp dünyanın her bir tarafına dağıtmayın, yazıktır. Hani bunlar ne iş yapmasını bilir, ne yemek yapmasını, hiçbir şeyi bilmez; orada koloni halinde yaşasınlar.

Ancak bir başka devlet büyüğü dediğine göre, hani çıbanı sen orada çıbanbaşı gibi bırakma, bunları defedelim, çıkartalım dediğini duydum. O yüzden aile sever Atatürk’ü.

Bu arada sadece Abdülhamid’in gündeme gelmesinin rahatsızlığından bahsediyor Baransel: Şu an bir Abdülhamid var. Abdülhamid’in dışında başka bir padişah yok. Osmanlı bir Abdülhamid ile başladı ve bitti sanki.

Arzu Enver Eroğan araya girerek, Zeynep Tarzi Osman’ın Abdülhamid’in gelini olduğunu hatırlatıyor, “Zeynep abla, Abdülhamid gelinidir. Burhaneddin Efendi’nin gelini.”

Prenses Zeynep konuyu tamamlıyor: Osman Efendi, Sultan Abdülhamid’in en sevgili oğlunun, en sevgili oğluydu. Dolayısıyla benim büyük kayınpederim.

Yarın: Sultan Vahdettin’e, “Halife olarak kal, padişahlığı bırak”