Geçmiş zaman şekilleri ve şimdiki zaman sesleri arasında yaşanan bir savaş var.
Geçmiş-şimdi-gelecek sürecinde bir hayat yaşayan insanoğlu, aslında merak ettiği geleceği çok uzaklarda zannediyor. “Şimdi”nin her an bitmesi ve “yeni şimdi”nin her an başlaması kadar yakın olan bir “gelecek” hakkında hep merak içinde oluyor. Ama gökkuşağının altından geçmeye çalışmak gibi beyhûde olan bu uğraştan kendini alamıyor.
Gelin, geleceği kendi zamân uzaklığında bırakalım ve geçmiş ile şimdinin her geçen sâniyede biraz daha uzayan çizgisine bakalım. Fazla değil, daha on sene öncesine kadar bir (1) gün geçerliliği olan günlük gazeteler artık âdeta basılır basılmaz, güncellik açısından kesekâğıdı hammaddesi hâline geliyor. Gazeteleri bu hâle getiren dijital (internet) medyada bile okumaya başladığımız bir cümle, (eğer uzunsa), sonuna gelmeden eskimiş olabiliyor. Yakın bir gelecekte sâdece adı “telefon” olarak kalacak ve birçok işlevin yanında – belki – konuşmak için kullanacağımız akıllı telefonlar, evden çıkarken mutlaka yanımıza aldığımız anahtarlık kadar önem verdiğimiz bir cihaz hâline geldi. Sokaklardaki, otobüslerdeki, direksiyon başındaki insanlar günlerinin büyük bölümünü “konuşarak” ve “dinleyerek” geçiriyor. Yâni iletişim artık, yazıdan ve matbaadan önceki, “sesli” hâline geri dönüyor. Belki de her şey gibi aslına rücû ediyor.
Ses ve Yazı
İletişim, çok eskilerde olduğu gibi, “sesli” hâline geri dönüyor, çünkü teknoloji, iletişimi “yazılı”dan “sesli”ye itiyor.
Oysa Gutenberg’in keşifsel bir Ar-Ge örneği göstererek geliştirdiği matbaa (baskı) makinesi ile birlikte her şey değişmişti. (Ayrıntısını merak edenlere Marshall McLuhan’ın Gutenberg Galaksisi adlı kitabını tavsiye ederim.) Alfabenin icâdı ile doğadaki sesler, belli şekillerle ifâde edilmeye başlamıştı. Mağaradaki duvar yazıları, taş tabletler, parşömen, papirüs derken, kâğıt ile birlikte sesler yazıya dökülüp gözle görünür hâle geldi. Çinlilerin ilk adımını attığı ve İslâm Dünyâsı üzerinden Haçlı Seferleri ile Avrupa’ya giden matbaa, Gutenberg’in elinde önemli bir gelişme kat etti. Sesleri görünür hâle getiren şekillerin, yâni harflerin kullanıldığı metinler, istenildiği kadar çoğaltılıp yayılma imkânı kazandı. Böylece yepyeni bir çağ açıldı. Dünya âdeta yeni bir galaksinin zaman boyutuna girmiş oldu.
Bilgiler, tecrübeler, yaşanan olaylar, yazıyla tespit edildi; elden ele, diyardan diyara daha çok dolaşır oldu. Masallar, efsâneler kulaktan kulağa anlatılır olmaktan çıktı, kitaplardan okunur hâle geldi. Gutenberg’ten çok önce kurulmaya başlayan kütüphâneler, seslerin daha çok görünür hâle sokulup saklandığı ve artık ucuzlayan kitaplarla doldu taştı.
Okumak mârifet bilindi. Okumak (yazılı sesli hâle getirmek) ve yazmak (sesleri şekillere dönüştürmek) büyük bir meziyet kabul edilirken, giderek daha çok kişi bunu yapar hâle geldi. Zorunlu eğitim anlayışı ile okumayan ve yazmayan neredeyse kalmadı. Tâ ki, Graham Bell telefonu icât edene kadar. Sesleri yazıya aktararak nakletmek yerine – daha kolay şekilde – sesler, ses olarak nakledilmeye başladı.
Graham Bell, telefonu icat ettiğinde aslında Gutenberg Galaksisi’nin bir kara deliğe dönüşme sürecini de başlattığını düşünmemiştir. Hatta Gutenberg’ten çok önce, alfabeyi bulan Sümerlerin kurduğu dünyânın temelindeki taşları oynattığını da öngörememiştir.
Bunları düşünmesi ve öngörmesi mümkün değildi, çünkü bunların belirtilerini biz yeni yeni görebiliyoruz. Kendini, okumaya gerek görmeyecek kadar bilgili zanneden ve Batılı literatürde “Z Kuşağı” olarak adlandırılan günümüz neslinde âşikâr olan belirtiler, yazma alışkanlığı olmayan önceki nesilde de teşhis edilebiliyor. Seksen yaşındaki teyzeler ve amcalar, doğduklarından beri cep telefonu varmış gibi, bu cihazların en yeni ve karmaşık modellerini ustaca kullanıyorlar. Kısır ve altın günleri için Whatsapp grupları kuruyorlar.
Hâtıra defteri ya da günlüklerin yerini, “Instory” denen “sosyal medya otobiyografi yazarlığı” aldı. Her şey dijital ortamlarda ses ya da görüntü olarak kaydediliyor. Yazıya gerek kalmıyor. ABC’nin yerini “emoji” denen şekiller aldı. Üç bin sene önceki hiyerogliflere benzetilen bu şekiller, yakında ses çıkarır hâle gelirse şaşırmayın.
Aklımıza geleni bir kenara not etmek yerine, sesli olarak cep telefonumuza kaydediyoruz. Haberi gazeteden okumak yerine, sesli gazeteyi dinliyoruz. Mektup yazmak yerine, telefon ediyoruz. Aradığımız kişi meşgul ya da ulaşılmaz ise arayışlarımızı tâciz edercesine tekrarlıyoruz. Belki de söyleyeceklerimizi, bir kenara yazmadığımız için, unutmaktan korkuyoruz.
Rûhun vücûda can vermesi gibi, şekillerin ruhları olan sesler, hep “şimdi” ve hep hemen aktarılıyor. Tabi şarjımız hep varsa!