Kendilerini ne kadar ciddiye alıyorlarmış.
Kendilerini ne kadar ciddiye alıyorlarmış. İnanamıyorum. Gerçekten psikolojik bir durum olmalı. Bu kadar tantana arasında kendilerine pay çıkartmaya, hatta ileri-geri konuşmaya başladılar ya.
Derdim bir isimle değil. Derdim, bir kişilik yapısıyla. Bunun ortaya çıkış ve yansıtılış biçimiyle. Biraz anlatınca, siz de “Şuna benziyor” veya “Bunu andırıyor” diyeceksiniz mutlaka. Ama inanın sadece bir tek kişiyi kastetmiyorum. Yoksa yaz yaz bitmezler. Çünkü o kadar çoklar ki.
Öncelikle narsist kişilik özellikleri göstermelisiniz. Kendinizi yere göğe koyamamalısınız. Lafınızın üzerine laf, bokunuzun üzerine bok edilmemeli. Sonra uçmaya-kaçmaya başlamalısınız. Elinize geçerse bir sütunda, olmadı bir haber sitesinde, o da olmadı Twitter’da. Hiç birini yapmazsanız blog açarsınız.
En uygunu, sizden hiç bir şey istemeyen, belki varlığınızdan bile haberdar olmayan, aslında size hiç de ihtiyacı bulunmayan “Lider”i savunmaya başlamaktır. O kadar çok ve keskin laflar edersiniz ki bir süre sonra “O”na rağmen onu savunuyor durumuna gelirsiniz. Çünkü narsist olduğunuzun ip uçları ortaya çıkmaya başlamıştır mutlaka. Methiyeler düzdüğünüz kişinin karar alma sürecinde neler çektiğini bilmeden, neleri dikkate aldığını düşünmeden kimi uygulamalarını bile eleştirebilirsiniz. O kadar çok onu seviyorsunuzdur ki, bazı şeyler yapmaya hakkı yoktur adeta.
‘Lider’in hâlâ sizden haberi yoktur. Ama olsun. Hafiften bir etki alanı oluşturursunuz. Derdiniz dikkat çekmektir. Çekersiniz.
Bu arada siyaseten karşı tarafta yer alanlara küfürler etmeniz, ağır eleştiriler yapmanız da gereklidir. Çünkü bu tabloyu tamamlamanız lazımdır. Lider’in siyasi ahlak konusunda ne düşündüğünün önemi yoktur. Sanki, aklına gelip de söyleyemediği şeyler size mâlum olmuş da, siz dile getiriyormuş gibi davranmak bu işin esasıdır.
Hiç kavgaya yer olmadığı zamanlarda kavga çıkarır, kendi küçük, sığ ve çıkarcı gündeminizi dayatmaya çalışırsınız. Çoğu zaman dalgalara uyar, kimi zaman ters akıntıya kapılırsınız. Ama önemli olan suyun üzerinde kalmaktır değil mi?
Biraz da para kazanırsınız sağdan soldan. Davetlere çağrılabilirsiniz. Katılırsanız ne âla. Şereflendirmiş olursunuz. Televizyon programlarını da unutmamalısınız. Kendi dünyanızda ününüzün tadını çıkartırsınız.
Ama yetmez. Zaten yetmemelidir değil mi? Öyle ya siz “Lider”i o kadar çok seversiniz ki o da sizi dikkate alıp dediklerinizi yapmalıdır arada bir de olsa. Mesela milletvekili seçiminde kendinize yönelik bir öneriniz varsa dinlemelidir, dış politikada attığınız tweet’leri dikkate almalıdır. Ve yahut MKYK seçimlerinde sizin de adınızı yazmalıdır. Bunca birikimi boşuna yapmadınız ya.
Size en çok koyan, kendi kafanızda kendinizi koyduğunuz yerden “O”nun haberinin olmamasıdır. Arasıra kulağınıza çalınır, “Kim bu yahu” diye sorduğu. Umutlanırsınız. Ama devamı gelmez. Siz kendinizi paralamışsınızdır ama değeriniz bilinmemiştir.
Hani oğlan çocukları ilkokul çağlarında dikkat çekmek için yaramazlık yapmaya başlarlar ya. Aynı o durum, karta kaçmanıza rağmen zuhur ediverir. İstediğiniz ‘bisiklete’ kavuşmak için evlerin camına taş atmaya başlarsınız. Birisinin çıkıp, “Yahu verin şu istediğini, yoksa huzur bırakmayacak” demesini beklersiniz. Ama varlığınızdan haberdar olmayanın ‘yaramazlığınızdan’ da haberi olmaz.
Siz artık bir muhalifsinizdir. Veya muhalifimsi. Fakat bunu doğrudan da söyleyemezsiniz. Onun için en iyi yol, “Ben bu davaya gönülden bağlıyım ama artık yanlış şeyler oluyor” demektir. Böylece geldiğiniz gibi gidersiniz. Biraz da “Ola ki dönerim” diyerek kapıyı aralık bırakarak. Ve zaten hiç etkisi olmadığı halde etkisi varmış gibi davranıp, sonra etkisi olacakmış gibi uzaklaşarak.