Ramazan ayı bu yıl koronavirüs salgının korku refakatında evlerde geçti.

Her Ramazan’da zaman zaman dikkat çektiğimiz konuların başında olan, oruçlu geçen, oldukça da uzun olan günlerin akşamında özenerek kurulan zengin iftar sofralarının ve oruca başlamak üzere sofraları zenginleştiren tatlıların, özellikle baklava ve güllaçların eksik olmadığı sahur sofralarının geride bıraktıklarından, Ramazan Bayramlarından ve iyice kontrolden kaçan diyet alışkanlıklarından, bu Ramazan’ın diğer Ramazanlardan çok daha farklı olduğundan “Biz ne Ramazanlar gördük” başlıklı dünkü yazımızda söz etmiştik.

Ramazan ayı bu yıl koronavirüs salgının korku refakatında evlerde geçti. Devamla, doğal olarak, başta çocuklar olmak üzere bayram coşkusunu yaşamayı bekleyenlerin heveslerini de kursaklarında bıraktı. Dostların, akrabaların birbirlerini ziyaret edebildikleri dargınların barışma ortamına kavuşabildikleri Ramazan Bayramı da, aylardır süren virüs salgınında en etkin önlemlerden olan sokağa çıkma kısıtlamasının uygulaması altında evlerde geçiyor.

Biz altmışbeş yaş üstüler olarak, her zaman söylediklerimizden olan bir “şehir efsanesi” sözcüğü her Ramazan’ı geçip bayramına ulaşabildiğimde birçok kez yüksek sesle dile getirdik. Bu yılki Ramazan’da da bu “Biz ne Ramazanlar gördük” sözcüğünü, çok daha farklı, hüzünle sarmaş dolaş olduğu bir ortamda iç çekerek dile getirmek zorunda kaldık.

Ve o Ramazan’larda yaşanan coşkunun eksik kalan dillere destan yaşamının, gönlümüzde var olan duygularının devamında Ramazan Bayramı’na kutlamaya hazırlandık ve bugün üçüncü gününü kutluyoruz. “Biz ne Ramazanlar gördük” derken şimdi bir başka sözcük “biz ne bayramlar gördük” sözcüğünü de, bugün yaşadığımız hüznün ellerine bıraktık. Umarım bir daha bu sözcüklerin içimizde kümelenip yumruk olacağı ortamlarla karşılaşmayız.

Bugün mübarek Ramazan Bayramı’nın üçüncü günü. Bugüne kadar hiç aklımıza getirmediğimiz bir Ramazan’ı ve Ramazan Bayramı’nı geride bırakmak üzereyiz. Bayram kutlamasının rengi olan, akraba, eş-dost ziyaretlerine gidemediğimiz, büyüklerimizin gözlerinde bizleri görmenin o sevecen ışıltısını göremediğimiz, ziyaretlerde; bayramlar için özel yapılan ev baklavalarının sevgi ve özlem taşıyan tatlarını tadamadığımız, eski geleneğimizin vazgeçilmezi olan bayram ziyaretlerinde sunulan bayram şekerlerinin ritüelini yaşayamadığımız için hep bir yanımız eksik olacak bu Ramazan Bayramı’nda

“Biz ne ramazanlar”, “ne bayramlar gördük”. Onlar bir efsane gibi daha şimdiden aklımızda takılı kaldılar.

İlk kez yaşadığımız bir başka eksikliği bir ömür boyu unutamayacağız. Her bayramda, bayram namazı sonrasında ilk ziyaret ettiklerimiz; sonsuzluğa yolcu etiklerimiz, kaybettiklerimizin mezarlarını ziyaret edemeyişimiz içimizde kümelenmiş koca bir hüzün gibi hep aklımızda kalacaktır.

Sözünü ettiğim gibi, bu Ramazan, diğer Ramazan’lardan farklıydı. Virüs salgınına karşı vücut direncimizi güçlü tutabilmemiz için beslenmemize daha özen göstermemiz gerektiği bir Ramazan’dı.

Önce sağlık dedik evde kaldık iki aydan fazladır. Ramazan neyse, vazgeçilmez gelenek ve görenekleri yüzyıllardır bir efsane gibi babadan oğula taşıdığımız Ramazan Bayramı’nı evde kutlamak zorunda kaldık. Bayram kutlamasını, akıllı telefonların o sevimsiz, duygusuz kutlama mesajlarına mahkum ettik..

Unutulur mu, asla unutulmaz.

Yüce Allah bir daha böyle bir Ramazan ve Ramazan Bayramı yaşatmaz inşallah.

BİR TUTAM TEBESSÜM

ORASINI ALLAH BİLİR

Şarap yapmak yasaklanmış; sıkı bir kontrolle, şarap yapan yakalandığında kellesi vuruluyordu.
Bağ bozumu vakti geldiğinde, Bektaşi üzümlerin suyunu küplere doldurdu. Durumdan haberdar olan hükümdar, Bektaşi’nin içine üzüm suyu doldurduğu küplerin başına geldiğinde, hiddetle sordu:
- “Üzüm suyu küplere ne için dolduruldu?”
Bektaşi, yakalanmışlığının telaşı ile ilk aklına geldiği şekilde cevap verir:
- “Küpe dolduruyorum ki, orada sirke olsun.”
Hükümdar, biraz yumuşamış gibidir ama yeniden sorar:
- “Sirke dersin ama, şarap küpüne dolduruyorsun, sirke değil de ya şarap olursa!”
Hükümdarın yumuşadığını gören Bektaşi:
- “Ben sirke niyetiyle doldurdum. Gerisini Allah bilir, dedi”.