Dünya yaşamı giderek evrensel ideallerden uzaklaşıyor ve garipleşiyor. Fert düzeyinde yaşanan ruh daralması, toplumlara ve toplumlar arası ilişkilere de yansıyor. Dile getirmeye ve kabul etmeye zorlansak da dünyanın ruhu daralıyor giderek.

Dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanların gelirleri ve yaşam standartları arasındaki uçurum arttıkça artıyor. Bir yanda temiz su ve ekmeğe ulaşma derdiyle hayatlarını sürdürenler diğer yanda konfor alanlarını daha da genişletmenin derdiyle yanıp kavrulanlar. Bir yanda evlerinden, yurtlarından ayrılmak zorunda kalan ve medeniyet sandıkları diyarlara ulaşmak için ölümü göze alan mülteciler. Diğer yanda dünyanın yer üstündeki ve yer altındaki varlıklarına daha çok hükmetmek için gözünü kırpmadan zulüm yapanlar. Ve hatta gözlerini uzaydaki varlıklara dikenler…

Dünyanın daralan ruhu, bilimsel araştırmalar kadar edebiyat eserlerine de yansıyor. "Yüreğinin Götürdüğü Yere Git" romanıyla tanınan Susanna Tamaro, “Anima Mundi” (Dünyanın Ruhu)(1) adlı son romanında; kırsal çevredeki dar yaşamından sıkılan ve babasıyla geçinemeyen gencin, kendi gerçeğinden kaçarak sığındığı büyük şehirde (Roma) giriştiği roman yazma sürecinde yaşadığı düş kırıklıklarını, çaresizliği ve değersizliği dile getiriyor.

Frédéric Lenoir’ın “Dünyanın Ruhu”(2) eseri ise bütün dinleri temsil eden yedi âlimin bir araya gelerek gezegeni etkileyecek bir tehlikeden korumak için tüm dinlerden esinlenerek ortak bir ruhani hümanizm ile evrensel bilgeliğin anahtarını iki gence aktarmalarını konu alan bir masal.

MERTLİK BOZULDU

Elbette insan var olduğundan bu yana daha iyi şartlarda yaşamaya yönelmiştir. Ancak kaynaklar sınırlı olduğundan dünya tarihi, toplumlar arasında yaşanan geçimsizlikler ve savaşlarla doludur. Geçmişte yaşanan savaşlar genel olarak toplumların bağımsız yaşama isteği, sahip oldukları toprak gibi maddi, inanç gibi manevi değerlerini korumaya yönelikti. İki ordu karşı karşıya gelir, sonuçta bir kazanan bir de kaybeden olurdu. Savaşın ve savaşmanın da kuralları vardı. Kıyasıya savaş ortamında bile mertlik bozulmazdı, genellikle karşılıklı saygı, temel insan hakları ve inançlara saygı öndeydi.

Oysaki sanayi devriminden sonra belirginleşen ve dijital toplum düzeninin yerleşmeye başladığı günümüze kadar hızla yükselen emperyalist yönelim tüm yaşam alanlarını derinden etkilemiştir. Medeniyet, birey ve toplumun ezildiği bir düzene; adalet, haksızın elinde oyuncağa; hak, güçlü olanın silahı haline dönmüştür. Bu dönüşüm, mücadele stratejilerini psikolojik savaşa doğru yöneltmiştir.

Uzun zamandır sessizce devam eden yeni bir dünya savaşı ihtimali artık daha derinden hissedilmeye başlamıştır. Dünyanın ruhunun daraldığı bir dönemde bu gidişin çok daha yıkıcı, çok daha etkili ve insanlık ailesini daha derinden sarsacak sonuçları olacaktır. Zira yeryüzüne adalet getirmeye soyunan güçler, dünyanın gözü önünde azılı terör örgütlerini desteklemekten, çıkarları olduğu anda tüm uluslararası kuralları ve teamülleri ayaklar altına almaktan ve tüm bunları da alenen yapmaktan adeta keyif alan güçlere dönüştü. Medeniyet adına insanın fıtratına yapılan müdahaleler bireyi kendinden ve toplumdan uzaklaştırmaya, merhamet ve vicdan muhasebesini zayıflatmaya başlamıştır.

Her birey gibi her toplumun ve her devletin bu süreçten kendisini koruması elzemdir. Zira geçen yüzyılda yıkılması için özel çaba gösterilen imparatorlukların yerine kurulan ulus devletlerin bu yüzyılda yeniden yıkılması hedefleniyor. Büyük güçlere bağımlı, daha kolay yönetilen yarı özerk ulusçuk devletlerin kurulması için yoğun bir çaba var. Dolayısıyla bugün dünya üzerinde birbirine düşmüş, yıllardır iç savaş içinde olan, parçalanan ve dağılan devletler hızla artıyor. Bunun için yakın coğrafyamıza dönüp bakmamız yeterlidir.

KUŞATMA İSTEĞİ

Dünyaya örnek bir mücadele ile kurulan genç Cumhuriyetimizin ilelebet yaşama ideali daha ilk günden bu yana yok edilmek isteniyor. Dünyanın egemenleri tüm güçleriyle yeni bir kuşatmanın telaşında. Bir önceki yüzyılda bu coğrafyanın insanını petrolden mahrum etmek isteyen güçler, bu yüzyılda mavi vatandaki zenginliklere erişmesini engellemek istiyor.

Şanlı bir devlet geleneğine sahip olan insanımız; kendi ruh köklerini benimsediği, bir medeniyet iddiasından söz ettiği, kendisini savunma yeteneği kazandığı ve söyleyeceği sözü olduğu için her taraftan kuşatılmak isteniyor. Ege’de adaların bir cephaneye dönüştürülme planları, sınırlarımızda yapılan kışkırtıcı tatbikatlar, güneydoğu sınırımızda bağımsız bir devlet kurma ısrarı, mavi vatanımızın tanınmaması… Bunlar söz konusu kuşatma isteğinin somut sonuçlarıdır.

Devletimizin iktidarı ve muhalefeti ile Türkiye’nin yeni yüzyılına hazırlandığı şu zamanda her şeyden önce bir ve bütün olmaya ihtiyacımız olduğu açıktır. Toplum olarak savunma sanayi, sağlık ve alt yapıda aldığımız mesafeyi üretim, düşünce, eğitim ve kültür alanlarında almak zorunludur. Dünyanın daralan ruhunun olumsuz etkilerini; birbirimize düşmeden, kadim değerlerimizi ve bilimsel bakış açısını koruyarak, çok çalışarak, düşünerek, üreterek ve kendimizi bilerek bertaraf etmiş oluruz.

(1) Susanna Tamaro (2021), Anima Mundi (Dünyanın Ruhu). Çev.: Eren Cendey. Can Yayınları.

(2) Frederic Lenoir (2016), Dünyanın Ruhu. Çev.: Hasan Can Utku. Pegasus Yayınevi.