Rahmetli Barış Manço'nun nice güzel şarkısından biri de "Domates Biber Patlıcan"dır.
Sevdiği kıza hislerini açıklamak için uygun bir ânı kollayan bir erkeğin, tam konuşacakken, mahallede dolaşıp sebze meyve satan seyyar satıcının “domates biber patlıcan” diye bağırması her şeyi bozar. Şarkının konumuzla ilgili sözleri şöyledir:
Domates biber patlıcan
Domates biber patlıcan
Bir anda bütün dünyâm karardı.
Bu sesle sokaklar yankılandı.
Domates biber patlıcan
Oysa bütün cesâretimi toplayıp sana gelmiştim
Sana deli gibi âşık olduğumu söyleyebilseydim.
Göz göze geldiğimiz o anda,
Sanki dilim tutuldu bir anda,
Konuşamadım karşında.
Oysa bütün cesâretimi toplayıp sana gelmiştim.
Senin için çarpan şu kalbi gör istemiştim.
Tam elini tutmak üzereyken,
Aşkımı itiraf edecekken,
Sokaktan gelen o sesle yıkıldı dünyam.
Domates biber patlıcan
Domates biber patlıcan
Bir anda bütün dünyam karardı.
Bu sesle sokaklar yankılandı.
Domates biber patlıcan.
Barış Manço, bir müzisyen olmasının ötesinde iyi bir sosyolog idi. Galatasaray Lisesi’nde okumuş ve Moda gibi gelişimini Cumhuriyet’in ilk yıllarında tamamlamış bir muhitte oturan gerçek bir entelektüel olmasına rağmen bu ülkenin insanıyla olan bağını sürdürmeyi başarmıştı. Barış Manço, sokağı, çarşıyı iyi bilirdi. Bir konuyu sorunsal hâline getirmede kendine özgü bir tarzı vardı. “Arkadaşım eşşek”, “Ayı” gibi şarkıları, bir müzik eseri olmanın çok ötesinde anlam ve işleve sâhipti.
Gelelim bu yazının konusuna. “Domates biber patlıcan” adlı şarkıda genc bir erkek için sevdiği kız her şeydir. Gecesi gündüzü o kızdır. Yediği lokmada, içtiği her yudum suda o kız vardır. Dünya âdeta o kızın etrâfında dönmektedir. Varsa o kızdır, yoksa o kız. Kızın babası, âbisi varsa da hiçbirini gözü görmez. Her türlü azar, hatta dayağa bile râzıdır. Ama her şeyi kuyumcu hassasiyetiyle düşünüp ayarlayan nice delikanlı gibi onun da plânları hiç hesâba katılmayan şeyler yüzünden yıkılıp gitmiştir. Kızın da ya dünyâdan haberi yoktur, ya da umurum da değildir.
Soğanın kokusu zor çıkar
Barış Manço’nun “Domates biber patlıcan” ile anlatmak istediği durumu, şimdi birileri soğanla yapmaya çalışıyor. Çarşı pazarın kralı adeta soğan oldu. Pazara giren "soğan-patates" diyor, çıkan "soğan-patates" diyor.
16 yıldır yapılan binlerce icraata, ulusal ve uluslararası nice plân, program ve yatırıma karşı, soğanın yaşarttığı gözlerde körlük oluşturuluyor. Yollar, köprüler, barajlar, havaalanları, tanklar, uçaklar da neymiş; vatandaş soğanı tâneyle alıyormuş! 25 kuruşu vatan-millet meselesi yapanlar, üzerindeki markalı kıyâfetleri unutup market poşetlerinden reklama takılanlar, şimdi de soğan üzerinden yürüyor.
Çuvalla aldığında çürüdüğünü veya cücüklendiğini unutanlar, şimdi soğandan daha kötü kokan sözler ediyorlar. Cumhurbaşaknı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen haftasonu Çengelköy’de vatandaşlarla çay içip yaptığı sohbet bile olay oldu.
Halkıyla aynı masada oturan bir cumhurbaşkanına alışık olmayanlar, buna laf söylemiyorlar ama sayın Cumhurbaşkanı’na halkın tavrı üzerinden “akıl” veriyorlar. Taha Akyol’dan alıntı yapan Fehmi Koru, halkın suskınluğunu memnûniyette değil de saygıya bağlayıp, bu sessizliği “içeride kopan fırtına” olarak yorumlamış. Sanki hem sayın Cumhurbaşkanı hem de yanındakiler halktan bu kadar uzak ve bu tespiti yapmaktan âciz!
Orta Anadolu’dan Erzurum’a taşıma masrafı sebebiyle astarı yüzünden pahalıya gelmesin diye Gürcistan’dan ithâl edilen samanı yemeklerine katık yaparcasına eleştiri malzemesi yapanlar, şimdi de soğandan medet umuyor. Bunca darbe ve kriz atlatmış bu devlete ve millete, şişirilmiş sebze fiyatları üzerinden saldırılacağını tahmin etmek kolay değildir. Şeytanın oyunu bitmek bilmiyor, ama bu gibiler varken şeytana gerek kalmıyor.
Hiçbir seçimin normal şartlarda geçmediği ülkemizde, 31 Mart seçimleri de, yerel yönetimin seçileceği seçim olmanın çok ötesinde bir anlam taşıyor. Cumhuriyet târihinin en icraatçı hükûmeti olmasına rağmen, kendini “yeni yatırımlar” üzerinden anlatmaya çalışan hükûmet, vaadlerini seçmene anlatıp yeni dönem için oy isteyeceği zaman, sokak geçen satıcı gibi, birileri “soğan” diye bağırmaya başladı. Dikkatleri çekmeyi başardı çünkü günün sonunda her evde tencere kaynıyor ve soğan kavruluyor. Hükûmet, denizi geçmesine rağmen derede boğulmak isteniyor.
Bu tuzak, o kadar âdi ve hâin bir aklın ürünü ki, kendi çocuğunun gırtlağına bıçak dayayıp istediğinin olmasını bekleyen baba müsvettelerinin tavrına benziyor.
Ama hep yaptıkları gibi bir şeyi göremiyorlar. Allah yine basiretlerini bağlıyor. Bu millet, Çanakkale’de tânesiz üzüm hoşafı içerek kazandığı zaferi hiç unutmadı ve unutmayacak. Kendileri ucuz olduğu için, ucuz etten yahni yapma hevesine kapılıp soğana bel bağlıyorlar.
Halkın aklıyla alay edilmez
Diğer partiler, adaylarını “terfi ettirerek” gösterirken, iktidar partisi, yerel yönetime verdiği önemi, eski başbakan ve TBMM başkanını, eski bakanları aday gösteriyor. Adaylar da “tenzil-i rütbe” kompleksine kapılmadan “önemli olan makam değil, hizmet fırsatı” deyip kampanyasını yapıyor.
Dünya “ekonomik dünya savaşı” yaşıyor olmasına rağmen ve Türkiye altı ay önce “dolar operasyonu”na mâruz bırakılmış olmasına rağmen, metro ve savunma sanayii başta olmak üzere, hayâtî yatırımlar devam etmektedir. Ordumuz, sınır ötesinde aylardır teyakkuz durumundadır. Ama birileri her şeyi unutturmak için gündeme soğan doğramaktadır. Hele fırıncıya gidip “ekmeğin fiyatını arttıracağım”; vatandaşa gidip “ekmeğin fiyatını düşüreceğim” diyecek kadar tutarsızlık içinde halkın aklıyla ve hâfızasıyla alay etmeye kalmaktadır.
Hem “Tayyip her işe karışıyor” deyip hem de devleti bu işe müdahale etmek zorunda bıraktılar. Devlet de belediyeler aracılığıyla “sebze tanzim” kurarak çözüme gidiyor. Halkın lokması üzerinden bu gibi basit ayak oyunlarından medet umanlara, rahmetli Barış Abi’nin “Nâne Limon Kabuğu” şarkısını dinlemelerini ve şarkı sözlerindeki târifi yapıp içmelerini tavsiye ederim. Allah şifâ versin.