Din kavramının bu kadar çok "kullanışlı" olması sebebiyle, "uzun vâdeli" gündem olmayı hak ettiğini düşünüyorum.
Din konusunun “boyalı eşek” gibi her gün farklı bir renk ile karşımıza çıkarıldığını görüyoruz. Bâzen bir parti üzerinden, bâzen âile kurumu üzerinden, bâzen haram-helâl kavramları üzerinden, bâzen kadın-erkek ilişkisi üzerinden, bâzen din-devlet ilişkisi üzerinden ve hatta bâzen uluslararası ilişkiler ve diplomasi konularının içeriğini oluşturan bir kavram olarak din kavramı, su çekildikçe kaynağı bollaşan kuyuya benziyor.
Din kavramının bu kadar çok “kullanışlı” olması sebebiyle, “uzun vâdeli” gündem olmayı hak ettiğini düşünüyorum. Boş zamânımız olduğunda değil, başka işlerden önce ve öncelikle üzerinde durup kafa yormamız gerekiyor. Zira dini, sosyolojik bir kurum olarak başıboş bıraktığımız an hemen kontrolden çıkıyor ve başka kontrol sahalarının hâkimiyetine girebiliyor. İkinci bir ihtimâl olarak da, bir zamanlar “bir devlet büyüğümüzün” dediği gibi, bırakınca kokuşuyor.
Din, sosyal bir kurum olarak, teşkilatlanmaya ve gruplaşmaya en uygun zeminlerden birini oluşturuyor. Komşuluk, iş veya okul arkadaşlığı, hemşehrilik hatta vatandaşlığın üzerinde, “dindaşlık” imkânı veren dinin, sâhip olduğu bu güç ve etki çoğu zaman bir kişinin şahsında toplanabiliyor. Bu o kadar yaygın bir modeldir ki, bütün dinlerde bulunan mezhep ve tarîkatlar gibi alt grupların büyük çoğunluğu isimlerini kişi isim veya ünvanlarından almıştır. Müslümanlıktaki ehli sünnet mezhepleri Hanefîlik, Mâlikîlik, Şâfîlik ve Hambelilik; Hristiyanlıktaki Kalvinizm, Gregoryanlık buna örnek olarak verilebilir. En bilinen örnek ise büyük bir inanan ve tâkipçi sayısına sâhip olan Budizm inancının ismini Buda isimli bir insandan almasıdır. Örneği daha ileri götürürsek, Marsizm, Kemalizm gibi dindışı ve seküler düşünce ve yaşam sistemlerinin de isimlerini kişilerden aldığı söylenebilir.
Burada suistimâl açısından önemli olan ve dikkat edilmesi gereken olan husus, gruba ismini veren kişi yaşıyor olsun ya da olmasın, o kişinin “mutlak mâsumiyet” ve “kusursuzluk” kisvesine büründürülmesidir. Ölen kişilerin kutsallaştırılması ve kusurlarından arındıralarak sembolleştirilmesi, o kişinin kendi inisiyatifinde olmadığı için bu yazının kapsamı dışındadır. Yaşayan kişilerin kutsallaştırılması, kusursuz ve hatâsız kabul edilmesi, özellikle “dinî görünümlü gruplar” içinde çokça görülen bir durumdur.
Ülkemizde hemen her mahallede (gayriresmî) olarak karşılaşabileceğimiz “dinî görünümlü gruplar” konusunda dikkat edilmesi gereken hususlarda biri de, o grubun başındaki kişiye, grup üyelerinin nasıl davrandığı ve onun hakkında ne düşündüğüdür.
Kişinin reklamı
Genellikle o kişinin tanıtılması ya yazdığı kitapların tavsiye edilmesi veya hediye edilmesiyle ya da o kişinin söylediği sözlerin konuşma sırasında “Hocamız der ki!” şeklinde aktarılmasıyla olur. Kitapları tavsiye ya da hediye eden veya sözlerin aktarılmasını yapanlar, bu “görevi”, çoğu zaman bilinçsiz ve câhilliklerinden gelen bir hayranlık ya da bilinçli bir tanıtım (irşad) eğitiminden geçtikten sonra yaparlar. Koyu bir futbol taraftarının sürekli tuttuğu takımdan konuşup övmesi gibi, bu kişiler “Hoca” dedikleri kişinin adını ve sözlerini ağızlarından düşürmezler. Âdeta canlı ve seyyar (İngilizcesi ‘mobil’) bir reklam panosu gibidirler.
Bu kişilerin “Hoca” dedikleri kişi hakkında bırakın olumsuz konuşmalarını, ondan sıradan bir insanmış gibi bahsettikleirne şâhit olmak da imkânsızdır. Söyleyecek sözleri kalmadığında ya da kendilerini yetersiz hissettiklerinde “Hocamız bunu çok daha güzel anlatıyor” deyip lafı bağlarlar.
Toz kondurulmaz
“Dinî görünümlü gruplar” içinde düşünme arka plâna itilip duygusal zâfiyetler üzerinden bir bağlılık oluşturulduğu için, grubun başındaki kişinin “insan” olduğu unutturulmaya çalışılır. Bu sürecin ilk aşaması, gruptaki kişilerin şahsiyetlerinin yok edilmesi ve kendilerini tamâmen kusurlu hissetmelerinin sağlanmasıdır. Bu grupların birinin sosyal medyadaki paylaşımlarında, grubun başındaki kişinin dinleyenlere “Hiç olun, yoksa p.ç olursunuz” diye tehdit yüklü bir yönlendirme yaptığı bilinmektedir. “Hiç” yazıları, duvar deseninden kolyeye kadar birçok şekle sokulup “içleşseltirilmesi” sağlanır. Hiç olan kişi, bu hiçliğini etrâfındakilerin “Hocamız” dediği kişinin varlığıyla telâfi etme yoluna gider. Burada tasavvufta çok başka bir anlamı olan ve başka bir sürecin sonucunu ifâde eden “fenâfiş-şeyh” kavramı suistimâl ve deforme edilerek kullanılır. Böylece bu kavram ile başka kaynaklarda karşılaşan kişi, bu kavramı kötü kullanan kişinin o sahih kaynaklardaki anlamıyla kullandığını zanneder.
Hiç olup yok olan kişi, kendine eksen olarak “Hoca” olarak anılan ama bu vasfı nereden aldığı bilinmeyen kişiyi alır. Elbette bu kişinin “kusursuz”, “mâsum” ve “hatâlardan münezzeh” olması gerekir. Bu süreç de yine “Hoca” denen kişinin etrâfında parazit gibi dolaşan kişiler tarafından yürütülür. Kendilerinin de aynı süreçten geçtiklerini, hatta daha kötü durumdayken kurtulduklarını anlatırlar. Herkes kötü ve kusurlu, “hoca” dedikleri kişi iyi ve mükemmeldir.
Bu kişinin ne kadar iyi ve mükemmel olduğunu anlamanın zor olduğu ve zaman aldığı vurgulanır. O kişi hakkında şüphe etmek, onun normal bir insan olduğunu zannetmek, âdeta bir îman kusurudur.
Bu gibi gruplarla temasa geçen kişinin, bu gruplarda gördüğü olumsuz şeylerin, bu grupların başındaki kişilerle ilgisi olmadığının düşünülmesi istenir. Hatta yaşanan olumsuzların, grubun başındaki kişinin sözü dinlenilmediği için, ona sorulmadan karar alınıp uygulandığı ve onun sözünden çıkıldığı için olduğu vurgulanır. Bunun için de ilk akla gelen Uhud Savaşı sırasında okçuların mevzilerini terk etmesi sonrasında yaşananlar anlatılır. Grubun başındaki kişi, dolaylı olarak bir peygamberlik kisvesine sokulur.
Grup üyeleri kendi aralarında, her sosyal grupta olabilecek, sürtüşme ve çekişme yaşarken, grubun başındaki kişinin karşısında herkes “dost ve kardeş” olur. O kişi varken herkes iyi ve her şey yolundadır. O kişi yoksa, her şey yolundan çıkar. Burada şöyle köhne arabesk bir anlayışı vardır: Sen yoksan her şey eksik, sen varsan her şey tamam!
Putlaştırma ve uçurum
Bütün bu tuhaf durumları tek bir kelimeyle ifâde etmek gerekirse, buna “putlaştırma” diyebiliriz. Bu putlaştırmanın sebebi, o put arkasında oynanan oyunların anlaşılmasını önlemek ve menfaat sürecini devam ettirmektir. Bu grupların “dinî görünümlü” olup din ile ilgisi olmadığının en büyük delili bu putlaştırmadır. Zira bu putlaştırılan kişi, grubu oluşturan diğer kişilerin Allah ve Peygamber ile bağlantısı sekteye uğramakta ve kesilmektedir. Bu yüzden bu gibi grupların “dinî olma” iddiası sâdece bir kelime oyunu ve laf cambazlığıdır.
Grubun başındaki kişinin putlaştırılmasıyla ilgili ilk belirtilerden biri, o kişiye “insanüstü” vasıflarla kerâmetler yüklenmesidir. Halbuki, bu vasıflar “insanüstü” değil, “insanlık dışıdır”. Tahtadan, taştan veya metalden yapılan putların kendilerine hayrı yoktur. Ama putlaştırılan insanlar, onları tâkip edenleri kendileriyle birlikte uçuruma götürürler.