31 Mart yerel seçimleri öncesi yapılan açık veya gizli ittifaklara baktığımızda, CHP'nin hilâfetin yeniden ilân edilmesinden bile medet umması hiç de muhâl bir fantazi ve kehânet değildir.
Hilâfet, 1518’de Osmanlı hânedânı üzerinden biz Türkler’in eline geçtiğinde, Türk devleti o zaman dünyânın en güçlü devleti durumundaydı. Çaldıran Zaferi ile İslâm âlemindeki en büyük râkibi olan Safevîleri saf dışı bırakan Osmanlı’nın önündeki tek engel artık bir devlet değil, sâdece Sîna Çölü idi. Zira Memlükler, hilâfeti korumak için gerekli gücü çoktan kaybetmişti. Memlükler’in içinde bulunduğu bu zâfiyet, İslâm âlemini de Haçlı dünyânın tehdidine açık ve savunmasız bir hâle getiriyordu.
Fâtih Sultan Mehmet’den itibâren siyâsî olarak “halife gibi” davranan Osmanlı sultanları, Yavuz Sultan Selim’in art arda gelen Mercidâbık ve Ridâniye zaferleriyle ekonomik ve siyâsî gücünü, dinî liderlikle taçlandırmış oldu. Yâni hilâfet, hak edenin eline geçmiş oldu. Zayıf Memlükler elindeki hilâfet, Portekiz Krallığı’nın Mekke ve Medîne’yi işgâl tehdidini püskürtmekte âciz kalırken, Osmanlı’nın elinde, İslâm’a güç verir ve zırh oluşturur bir hüviyet kazanmıştı.
Hilâfetin kaldırılması
Hilâfet, TBMM’de alınan bir karar ile “kaldırıldığında”, devletin durumu 1518’deki Memlükler’den daha da kötüydü. Hilâfet bir şahısta tecessüm eden bir makam olmaktan çıkartılıp, TBMM’nin mânevî şahsına verildiğinde, herhangi bir İslâm devletinde, bir şahıs ile temsil edilmesi dezavantaj yaratıyordu. Alınan bu siyâsî karar ve yapılan bu stratejik manevra ile hilâfet bu sefer de “yok gibi” bir hâle getirildi. Zira hilâfetin somut varlığı, tıpkı zayıf Memlükler’in durumu gibi İslâm’a açık tehditlerin somut hedefi demekti.
Türkiye Cumhuriyeti hâriç, hiçbir bağımsız Müslüman devletin bulunmadığı bir dönemde hilâfet, kaçarken korumak için gömülen hazîne gibi, TBMM’ye “sırlandı”.
Görünüşte bunu o zamânın tek partisi ve mutlak siyâsî gücü CHP yaptı. Ancak bu sırlamanın ayarı bozuldu. Her ne kadar Ayşe Gür, beyhûde bir kerâmet ararcasına bu karârı “Atatürk’ün altın vuruşu” (Radikal, 6 Temmuz 2014) olarak tanımlasa da, bu “altın vuruş”un dozu daha sonra fazla geldi. Hilâfet, “sırlanmak”tan alınıp üstü örtülen hatta üstünden yol geçirilen târihî bir eser hâline getirildi. Bu târihî eser, bir Yunan ya da Roma kalıntısı olmadığı için, Osmanlı eserlerine ne yapıldıysa aynısı yapıldı. İsmet İnönü’nün ifâdesiyle “bırakılıp kokacak” kadar gözden düşürüldü.
İş bununla da kalmadı; “altı ok”a sonradan eklenen “laiklik ilkesinin düşmanı” olarak tekfir edildi ve hedef gösterildi. Avrupa’nın karanlıklar içine gömüldüğü Ortaçağ’daki “aforoz kültürü”, “muasır medeniyet seviyesinin üstünü” hedefleyen Türkiye Cumhuriyeti’nde hortlamıştı.
Peki ya şimdi?!
Birçok “köprü” yapıldı ve o köprülerin altından çok sular aktı. Dün bir kesim tarafından “kara kedi” olarak görülen İslâm, artık “Beyaz atlı prens” muamelesi görüyor. Derin uykuya dalmış olan CHP’yi öpüp hayâta döndürmesine dâir plânlar yapılıyor.
Laikliğin kaldırılması teklif bile edilemeyeceği için CHP’, kendini öpecek prense, hilâfet mührünü verme hevesine düşebilir. Laiklik, Anayasa’da “memur keyfi” sürüp etkisiz eleman olarak yan gelip yatsın; hilâfet, CHP’yi reenkarne edip yeni bir bedenle iktidara yürüyecek bir koz olarak kullanılmaya hazırlanıyor.
31 Mart yerel seçimleri öncesi yapılan açık veya gizli ittifaklara baktığımızda, CHP’nin hilâfetin yeniden ilân edilmesinden bile medet umması hiç de muhâl bir fantazi ve kehânet değildir. Ne de olsa “Cumhuriyet’in kurucu partisi” olan CHP, devleti “babasının malı gibi” kullanmaya hakkı olduğundan zerre kadar şüphe duymayacaktır. Erdem Gül’ün İstanbul-Adalar ilçe belediye başkan adaylığı da CHP’nin daha sonraki dönemlerde yeni malzemeler kullanmak için ağırlıklarından kurtulmak istemesinin göstergesidir. Maku vicdânında üzerinde terör yaltası bulunan bir ismin, kör gözüne parmak misâli aday gösterilmesi, CHP’nin depolarının iyice boşaldığını ve yeni malzemelere yer açıldığına delildir.
1 Nisan şakası
31 Mart yerel seçimlerinin sonuçları netleştiğinde takvimler, 1 Nisan’ı gösteriyor olacak. Bu sonuçlar CHP’nin “şaka” olmasını isteyeceği bir renkte olacak. İşte o zaman, CHP kırk kat örtüye sarılı kutsal bir emânet gibi hilâfeti, sandıktan çıkarmanın adımlarını atabilir. Ama bu sandık, seçim sandığı olmayacak, çünkü CHP’nin seçim sandığından çıkan sonuçlarla arası hiç iyi olmamıştır ve olmayacaktır.
Sisi’nin darbesinden sonra Mısır’a gidip El Eser mollalarından vaaz dinlemekten gocunmayan CHP’nin “kendi kurduğu” devletin meclisinin mânevî şahsına devredilmiş olan hilâfeti emellerine âlet etmesi içten bile değildir.
Yeter ki, CHP’nin işine yarasın. 10 Kasım’da Anıtkabir’den çıkıp tüm partililer ümreye bile gidebilirler. Giderken de yanlarında götürecekleri Atatürk büstüne de tavaf bile yaptırabilirler.
Kara mizaha bu kadar açık olan bu durum, umarım bu yazının satırları arasında kalır. Dilerim ki, bu satırlar çıkmayacak bir kehânetin ifâdeleri olarak kalır. İnşallah yanılırım. Ya da bu nâciz satırlar, “Tüh be, plânımız çok gizliydi ama nasıl olduysa sızmış” deyip vazgeçmelerine sebep olur. Aksi takdirde haklı çıkarsam, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ayarlarıyla, vakitsiz ve art niyetli bir şekilde oynanmış olur. Mazallah!