Bu hep vardı.
Bu hep vardı. İnsanlık tarihi boyunca ve kişisel olarak aklımın yettiği yetmişli yıllardan beri. Sonra geldi, geldi bugünlere dayandı. Bahsetmeye çalıştığım şey siyasi partilerdeki çevresel düşünce akımlarının merkezi yönetme çabası.
Türkiye’yi yönetmek isteyen siyasi partiler yapısal olarak merkeze oturmaya mecburdur. (Bu merkezi siz “Makul” olarak da telaffuz edebilirsiniz.) Mecburdur çünkü, Türk halkının ortalama değerlerini hedef almazlar ise oy aldıkları veya alabilecekleri kitleleri kaybederler. Zaten genel olarak bir partiye katılım artıkça, büyüdükçe parti ‘makul’e oturur. Buna karşılık toplumun daha ‘uç’ kesimlerini kendine dayanak yapan partiler anca ‘kriz anlarında’ anahtar rolü ile kısmen belirleyici olabileceklerini de bilirler.
Kitlesel partilerin içinde de (On milyonlarca oydan bahsediyorum) merkez ve çevre faktörü vardır. Aynı toplumun tamamında olduğu gibi partilerin içinde de çevre merkezi belirlemek ister.
Zaten temel sıkıntı da buradan çıkar. Bu durum sol partilerde daha keskin ve açıktan gerçekleşir. Sağ partilerde ise daha sessiz ve daha dışa kapalıdır bu mücadele.
İster iktidarda olsun ister muhalefette, bu partilerin çevresel aktörlerinin tuzu daha da kurudur. Çünkü eğer iktidardaysa, enflasyonu, istihdamı, uluslararası ilişkileri, yakın ve uzak çatışma konularını, kısacası yönetilen ülkenin tüm sorunları hakkında karar ve denge gözetme zorunda olmadığı için daha bir rahat hareket eder.
Muhalefette de, çevresel etki aynı şekilde çalışır. Çevresel düşünce akımı, muhalefet partisinin gözetmek zorunda olduğu ‘denge’yi görmezden gelme meyilindedir. Genellikle, onlara göre daha interaktif olunmalıdır. Daha ‘uç’ tavırlara girilmeli, daha keskin davranılmalıdır. Onların da tuzu kurudur. Çünkü, halkın genel eğilimlerini tespit etme, kendilerine yeterince oy vermeyen insanların umudu olma, onların geleceğine dair makul bir sosyal ve ekonomik önerimlerde bulunma sorumlulukları yoktur.
O yüzden “Taçlanan baş akıllanır” diye bir söz vardır. Bu sözün anlamı, taç giyenin bir anda aklının fazlalaşması değil, taç giymediği zamanlardaki sorumlulukları ile taç giydiği andan itibaren yüklendiği sorumlulukların farklı olmasıdır.
Bir orkestra düşünün. Siyasi parti yöneticisi orkestra şefi gibidir. Orkestrasında ne kadar çok müzik enstrümanı varsa o kadar zengin sesler çıkacağını bilir. Ama bir uyum da gereklidir. Her enstrümanın kendi başına ses vermesi nasıl ortaya bir melodi çıkarmaz ise aynı öyle. Bu uyumun ortaya çıkmasını da notalar sağlar. Siz bunu ‘kanun-kural-yerleşik gelenek’ diye düşünün.
Yine diyelim ki, bu orkestra bir eser çalıyor. Yaylı çalgılar hakim. Tabii ki bu orkestrada davul da bulunmalıdır, fagot da. Onların bulunması eserin mükemmel icrası için şarttır. Ama onların basacağı notalar çok sınırlıdır. Evet onlara ihtiyaç vardır ama hakim enstrüman olamazlar. Bu mükemmel ses için bir araya gelmiş orkestrada davul ile fagotun “Benim dediğim olacak. Ben daha fazla çalacağım” diye birbirine girmesi doğru mudur?
Orkestra şefi için asıl gerekli olan, yaylıların ön planda olduğu bu eserde, davulun da, fagotun da bir arada bulunması ve sadece görevlerini yapmasıdır. Herhangi birinin bir nota fazla basması sadece ahengi etkiler.
Diyeceksiniz ki, “Şef kim? Davul kim? Fagot kim?” Özel birileri değil. Sadece bir benzetme.