Elindeki mutfak atığını, yanından geçtiği çöp kutusunun içine atmaya üşenip yanına bırakanların izleri, hem gözlerimizi hem de burnumuzu rahatsız ediyor.
Sokak hayvanlarının yırttığı poşetlerden yayılan mutfak atıklarının görüntüsü çoğumuzu insanlığımızdan utandırır. Bu üşengeç insan müsveddeleri hak etmedikleri şehir hayâtının nimetlerini sömürdükçe sömürürler. Denk gelip uyaracak olsanız pişkin pişkin “çöpçünün işi ne; temizlesin” diyenler bile vardır.
Bu tiplerden başka, bir de elindeki pet şişeyi duvardaki tahliye deliğine ya da yanından geçtiği ağacın kovuğuna sokuşturanlar da vardır. Belediyenin çöp arabasının saat kaçta geldiğini hiç umursamadan istediği saatte çöp çıkaran ve konteyner yerine köşe başına bırakan tipler de aynı tür canlı familyasının diğer türleri arasına girer. Çevre ve şehircilik bakanlığının son aldığı karâra göre market poşetlerinin ücretli olması, çevredeki bu çöpleri ne kadar azaltır bilmiyorum ama “çöp” başlı başına bir kültür ve yaşam biçiminin yansımasıdır. Ülkemizin önemli sosyal antropologlarından Emine Gürsoy Naskalı’nın hazırlamakta olduğu “Çöp” isimli kitap bu konunun, sosyal hayâtımız ve toplum yapımız açısından ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Çöpü başımızdan atmayalım
Psikolog değilim ama insanların kullandıktan sonra eşyalara nasıl muamele ettiklerinden, kişilerarası ilişkiler konusunda ipuçları çıkarılabileceğini düşünüyorum. Neticede materyalist bir sosyal hayat anlayışında, insanların birbirlerine “kullanılan ürün” muamelesi yaptığına çoğu zaman şâhit oluyorum. Bir insanın sigaradan ilk nefesi çektiğindeki tavrı ile, son nefesi çekip izmariti elinde yapışmış bir pislik gibi fırlatmasında tavır, o insanın insanlarla olan ilişkisi hakkında çok şeyler söylemektedir. Çöpe başımızdan atılacak bir şey muamelesi yapıyorsak, insanlara işimize yaramadıklarında aynı muameleyi yapabiliriz. Birkaç dakika önce hayâtımızın merkezinde olan bir yiyecek veya içeceğin bize ulaşmasını sağlayan ambalaja bile saygımız olması gerektiğini düşünüyorum. Kaldı ki, şehrimizi temizlemeyi iş edinmiş insanlar karşı saygı kültürümüzü yeniden gözden geçirmeliyiz.
İbretlik bir hikâye
Bugün sizinle bu çöpten daha pis insanların çevremizi daha çok kirletmelerini engelleyen görünmez kahramanlardan birinin, Naim Ünver tarafından kaleme alınan yaşanmış hikâyesini aktarmak istiyorum. Bir çöpçünün hikâyesi bu.
"Üzmüşler çocuğu, diğer çocuklar. "Senin baban çöpçü, sen de pis kokuyorsun" demişler. Vicdan duygusu tam gelişmemiştir okul öncesi çocuklarında. Zaman zaman böyle acımasız olabilirler. Sonuçta hepsi çocuk işte. Kırmışlar yavrucağın kalbini. Çocukların güzel yanıdır gönülleri, kırılsa da çok, hemen toparlanmaya meyillidir. Yetişkinlere benzemez, kin gütmezler.
Konuştum babayla. Çok üzüldü, çocuğunun üzülmesine. Dağ gibi adam gözyaşlarını ilk kez ayırdı gözlerinden belki de. "Üzülmek yetmez dedim, bir plânım var. Dâhil olur musun?" Kabul etti seve seve.
"Pis ülke" oyunu oynattım çocuklara bir gün. Türetilmiş (uydurma) bir oyun. Ne bulduysak attık yerlere. Bu arada "kötü koku spreyi" sıktık sınıfa, çocuklar görmeden tabi. Birazdan sınıf dayanılmaz bir kokuya karıştı. Dedim, niye böyle oldu? Dediler, öğretmenim çöplerden, pislikten. Durun dedim, bakın kapıya, biri gelecek, kurtaracak bizi bu pislikten, kokudan. Büyülenmişlerdi sanki. Bak bak bitiremiyorlardı. 1.90 boy. Heybetli mi heybetli çöpçümüz.
Başlıyor hemen temizliğe. Ben de pencereleri açıyorum hemen. Temiz hava nüfûz edince etkisini kaybediyor kötü koku spreyi. Yardımcı öğretmenimiz de yâsemin kokulu oda spreyini sıkıyor birkaç fıss. Çocukların gözü bizi görmüyor zâten. Ama içlerine doluyor mis gibi çiçek kokusu.
Sonra yarım ay düzeninde oturuyoruz çöpçünün karşısına. Konuşuyor prova ettiğimiz gibi. "Çöpçüyüm ben" diyor. "Siz sabahları uyurken daha, ya da gece yarısı mahallenizin çöplerini topluyorum. Arkadaşlarım da var. Onlar da topluyor. Çöpler toplanmasa sokaklardan, her yer bugün sınıfınızın koktuğu gibi kokar. Çöpçülük zordur çocuklar. Çok zor iştir."
Anlatıyor uzatmadan. Kısa, öz, keskin. Anlattıkça daha da büyüyor adam.
Nasıl dinliyorlar anlatamam. Gözlerini hiç ayırmadan. Hele oğlu. Gurur duyuyor babasıyla ve her sözünde hayran oluyor ona. O bakışa ömür verilir inanın bana.
Sonra fotoğraf çektiriyoruz hepimiz kahramanımızla. Alkışlarla ve aşkla uğurluyoruz çöpçümüzü. Bir baba, bir oğul. Tedâvi edilmiş iki yürek. İşimiz bu. Yüreğe dokunmak. Hanımlar, beyler! Bir çocuğun alın teriyle para kazanan babasının mesleğinden utanmasına dayanamam. Dayanırsam, öğretmen olamam.
Ertesi sabah soruyor birkaç veli. "Bizim çocuk akşamdan beri büyüyünce çöpçü olacağım diyor. Siz ne öğretiyorsunuz bu çocuklara Allah aşkına?"
Gülümseyerek cevap veriyorum.
“İnsan olmayı öğretiyoruz...”