On vilayete yayılan bir deprem, büyük bir felaket yaşadık. Şimdi depreme dayanıklı yeni konutlar inşa edeceğiz.
On vilayete yayılan bir deprem, büyük bir felaket yaşadık. Şimdi depreme dayanıklı yeni konutlar inşa edeceğiz. Ancak Doğu Anadolu Fay Hattı'nın arz ettiği tehlike göz önünde tutulacak olursa, gelecekteki muhtemel depremlere karşı yine aynı bölgemizde ama daha güvenli bir sahada sıfırdan bir şehir kurmayı düşünmek gerekiyor. Hatay'ın, Kahramanmaraş'ın yoğunluğunu hafifletmek, yeni bir merkez inşa etmek gerekiyor.
Geçmişte Brezilya, Astana, Washington D.C. gibi sıfırdan kurulmuş birçok şehir var. Mısır 2015'ten beri Central Park’ının 2 katı büyüklüğünde bir parka, Disneyland’ın 4 katı büyüklüğünde bir tema parkına sahip olacak bir şehir kuruyor. Rusya, Tataristan’da İnnopolis adında bir bilişim kenti kurdu. Bunlar arasında ekolojik şehir, dijital şehir perspektifi bulunanlar var. Dünyada böyle bir trend var. O halde biz de kendi projemizi geliştirebiliriz.
Yeni bir şehirde pozitif bir sosyal çevre oluşturabiliriz. Yüksek mekan kalitesine ulaşabilir, ormanlar ve yeşil alanlar içinde kaliteli konutlar, işyerleri, sosyal alanlar oluşturabiliriz. Bir şehir ideolojisi üzerine düşünebilir, saygının, nezaketin, barışın bu şehrin merkezi bir değeri, bir fikri olmasını destekleyebiliriz. Gelir artışıyla insaniliğin artışı arasında yeterli korelasyon yok. İkisini beraber ele almalıyız. Tabii ki ihracatımız artsın, Türk Lirasının değeri artsın. Peki, hangi siyasal proje insan olarak birbirimize verdiğimiz değeri arttıracak? Bunu araştırmalıyız. Yaşadığımız şehirler ruhlarımıza şekil veriyor. O halde biz bütün anlamlarıyla “çevreyi” özenle oluşturmak zorundayız. Bunu tespit edebiliyorsak önce ekonomi sonra kültür; önce ekonomi sonra çevre diyemeyiz.
Yine böyle bir şehirle Safranbolu gibi bize ait ama geçmişin yerli ve yabancı formlarını taklit etmekten çok yeni Türk sanatının ve mimarisinin ortaya koyulacağı, dünya çapında marka olacak bir kültür şehri tasarlayabiliriz. Burada neyi kastettiğimizi şöyle ifade edelim. Avrupa tarihine baktığımızda Gotik mimarinin, Rönesans’ın Barok’un altında bir felsefenin olduğunu görürüz. 12. Yüzyıl’da bir Avrupa köylüsünün görebileceği en etkileyici şey bir Gotik katedral olmalıydı. Rönesans sanatçıları aynı şekilde Kilise’ye hizmet ediyor. Barok yine Kilise’ye ve İmparatorluğa hizmet ediyor. Sanattaki aslında bir fikirdir. İdeali aksettirmedir.
Kendi kültürümüze ve özümüze dönelim. Bir de yeni sanatımızı üretelim. 1899’da Amerikan Patent Dairesi Başkanı Charles Duell “icat edilebilecek her şey icat edildi, artık yeni bir şey beklemiyorum” diyor. Daha ilk uçak bile havalanmadan söylüyor bunu… Şimdi biz de Duell gibi diyebilir miyiz ki, mimaride yeni bir stil çıkmayacaktır. Kültürde yeni bir şey üretmek mümkün değildir. Tabii ki hayır… Frank Gehry’nin Dans eden Ev’ini görenler bunun için şaşırıyor. On yıllar sonra yeni bir form çıkmış diyorlar. Postmodern mimari diyoruz buna… Diyoruz ki bir sonraki büyük olay Türkiye’den çıksın. Sadece mimaride değil sanatın ve kültürün her alanında iddialı olalım. Misalen neden yeni bir formda ahşap direkli Selçuklu camisi yapmayalım? Bir masraf yapacaksak bölgenin en güzel şehrini inşa edebiliriz.