Ne demek istediğimi birkaç örnek vererek açıklayayım. Birkaç sene önce, yanlış hatırlamıyorsam 2012'de, uyduruk bir takvime göre kıyâmet kopacaktı.
Millet olarak efsâneleri, masalları ya da yeni moda olan komplo teorilerini çok seviyoruz. Hiçbir dayanağı olmayan bu hikâyeler, müspet mesajlar verse de, günümüzün meselelerine pek bir çözüm getirmez. Menkıbe türünde olanlar, az çok kulağımızda biraz iz bırakırsa hatırladığımızda belki kendi kendimizi muhakeme etmemize yarayabilir.
Ama içinde yaşadığımız çağ genelinde ve dönem özelinde bakarsak, değil târihe mâl olmuş efsâneler, on yıl önce yaşadığımız olaylar bile pek bir anlam ifâde etmemektedir. Târihten ders alınırsa, tekrarlamayacağına olan inancımız, maalesef iyi şeyleri görmezden gelip kötü şeyleri unutmamızı engellememektedir. Dolayısıyla benzer olaylar, içerik değiştirerek ve farklı sebep-sonuç ilişkisi içinde başımıza belâ olmaktadır.
Efsânelere ne kadar meraklıysak, Dede Korkut hikâyelerine de o kadar uzağız. Dil, kültür, inanç ve hepsini örten şemsiye olarak töremizin ancak duvara yansıyabilen gölgeleri ile idâre etmeye çalışıyoruz, ama yeterli olmuyor. Maalesef eksiğimizi de, hastalıklı bir kültür altyapısının ürünleri olan küresel efsânelerle, cadı ve büyücü masallarının filme alınmış hâlleriyle kapatmaya çalışıyoruz.
Sosyal medyadaki paylaşımlarda felâket tellallığı aldı başını gidiyor. Gittiği yol, yol değil ama bu yolda gidenler kafalarını sert kayaya vurduğunda iş işten çoktan geçmiş olacak. “Klavye silahşörlüğü” yapıp bilgisayar, tablet ya da akıllı telefonla memleketini, dini ve imânı, ümmet-i Muhammedi ve hatta tüm insanlığı kurtardığını zannedenler, bilinçaltlarının hangi zehirli kaynaklardan beslendiğinin farkında değiller. Sözüm ona, kendilerinin yaşadıkları aydınlanmayı, büyük bir özveri ve diğer gamlıkla(!) ulaşabildikleri herkesle paylaşmak isteyen bu safdilliler, herkesin elinin altında olan sosyal medyada, hadlerini aşıp âdeta bir nübüvvet mesûliyeti duyarak, akıllara durgunluk veren asılsız uyarılar yapmayı mârifet zannediyorlar.
Armageddon Savaşıymış!
Ne demek istediğimi birkaç örnek vererek açıklayayım. Birkaç sene önce, yanlış hatırlamıyorsam 2012’de, uyduruk bir takvime göre kıyâmet kopacaktı. Tam küresel bir turistik halkla ilişkiler çalışması olan bu safsatanın gerçekleşeceğine inanan nice okumuş-yazmış zevat, aylarca yetecek yiyecek-içecek ve temel ihtiyaç malzemesi stokladı. Ama dağ fâre bile doğurmadığında, alınan onca ürün, bozulup atıldı. Bu okumuş-yazmış ve kendilerini entelektüel ve aydın diye tanıtan aklıevveller de “en azından tedbir aldık” diyerek teselli bulmaya çalıştılar.
Ama bunun gibi gelir geçer haberleri bir tarafa bırakırsak, “kendini gerçekleştirecek kehânet” gibi sürekli gündemde tutulan bâzı masallar var. Bunlar ne yazık ki, küçüklere ve bebelere değil, büyüklere masallar. Bu gibi masalların sebepleri olmasa da sonuçları vardır. Ne yazık ki, sonuçlar da “şuyuu vukuundan beter” denecek cinsten. Kerâmetleri kendilerinden menkul.
Bir taraftan millî ve mânevî duygularımız belki de son yüzyılın en üst seviyesine çıkmışken, diğer taraftan, yok Armageddon Savaşı’ymış, yok İlluminati’ymiş birçok deli saçması efsâneler “ha oldu ha olacak” havasında anlatılıyor ve paylaşılıyor. Paylaşımların büyük bir bölümü de, imam-hatip veya ilâhiyat eğitimi almış, Kur’ân-ı Kerim’i hem Arapça okuyup hem de Türkçe tefsirinden anlamaya çalışmış isimlerden oluşuyor. Bu gayret ve çabaları pek işe yaramamış olacak ki, tahrif edildiğine inandıkları Tevrat’a ve İncil’e sokuşturulan ve semâvî hakikatla uzaktan ve yakından ilgisi olmayan efsânelere inanıyorlar.
Nedir bu korku merakı!
Bu efsânelere inanan ama, İslâmî müktesebâtı olmayan kişileri anlamak mümkündür. Zira duydukları bu efsânelerin sağlamasını yapıp aslı astarı olmadığını görecek karşı söylemden mahrumlar. Hadi onların câhillikten gelen bir mâzeretleri var. Peki lafa gelince İslâmî müktesebat altyapılarının Asr-ı Saadet ve Hayat’üs Sahabe kitaplarına kadar geriye gittiğinin altını çizenler, acaba bu altyapılarını Yahudi efsânelerine karşı neden kullanmıyorlar? ABD’de başkanlık koltuğunda oturan akıl sağlığından yoksun birinin iki kelimesiyle ne Deccal kalıyor, ne Yecüc-Mecüc kalıyor, ne de Armageddon kalıyor? Hz. Mevlânâ’nın ve İbn Arabî’nin anlattıklarını tekfir malzemesi yapanlar, bu gibi şahsiyetlerin kul hakkını yerken, ne idüğü belirsiz korku efsânelerine “kefâl” gibi atlıyorlar.
Öyle bir “öğrenilmiş çaresizlik” içindeler ki, sanki bu çâresizliği ne kadar yayarlarsa cennete o kadar rahat gireceklerini zannediyorlar.
Neymiş efendim, Amerika son dünya savaşını başlatmışmış; Armageddon ile bütün dünya ateş topuna dönecekmişmiş; bu savaşın hedefinde Türkiye varmış; bundan kurtuluş yokmuşmuş, bundan hep büyük İsrail içinmişmiş, falan filan.
Daha iki-üç gün önce medyada paylaşılan, Alparslan’ın kendi ordusundan katbekat fazla bir ordunun kendilerine yaklaşma haberine verdiği “Biz de onlara yaklaşıyor” cevâbını bilmiyorlarmış gibi, felâketten ve yenilgiden zevk almak için kendilerini ikna etmeye ve tâkipçilerine de telkin vermeye çalışıyorlar. Nedir bu korku merâkı?! Yoksa bunlara inananların kitabı Kur’ân-ı Kerim değil mi!
Bu zavallılar, seneler önce Türkiye’yi gizli Yahudilerin ve Sebatayların yönettiğini, her köşe başını onların tuttuğunu anlatırlardı. Onların büyük bir sorumlulukla(!) yaptıkları bu paylaşımlara göre kamuoyunun gözü önünde en sıradan bir şarkıcı veya oyuncu bile ya Yahudi kökenliydi ya da masondur. Bu paylaşımlarla kime ve neye hizmet ettiklerini bilmedikleri çok açıktır. Öyle ki, bunları okuyanların geleceğe ve istikbâle yönelik en büyük hedefleri, iki göz odalı bir ev alıp, başlarını sokmak ve suya sabuna dokunmadan evcil hayvanlar gibi yaşamaktan ileri gidemez.
Derken iş büyüdü ve Türkiye sınırları, bu efsânelerin inanırlılığı için yeterli gelmedi. Sosyal medyanın da imkânları kullanılıp, akla hayâle gelmeyen videolar, sesli metinler hazırlandı ve gerilimli fon müzikleriyle süslenip paylaşılmaya başlandı. Bunlara, okunması yazılmasından daha uzun süren kitaplar referans olarak gösterildi. Tezgâh çok büyüktü ve güzel işliyordu. Her kesimden eli kalem tutan, ağzı laf yapan isimler bu kazanın içine girmişti. Kazandaki su yavaş yavaş ısındıkça da, çevrilen dümeni anlamaları iyice zorlaşıyordu.
Tavşana kaç, tazıya tut
Oyun senelerce FETÖ’ye oynatılan oyundan daha büyüktür. Efendilerinin verdiği görevi yerine getiremeyen FETÖ’den boşalan yerlere, FETÖ’nün yirmi, otuz sene önceki boyutlarındaki yemler konuldu.
FETÖ’yü kırk sene besleyip sonra bir gece Meclis’i bombalatacak gücü arkasına alan ABD, neler yapmazdı ki!
Bir de sosyal fısıltı medyasıyla yayılan FETÖ’nün bir ön saldırı olduğu terânesi buna eklenince, kehânetin kendini gerçekleştirmesi için neredeyse hiçbir engel kalmıyordu.
Bu filmi yazan ve oynatanlar, onu seyredenler kadar kendini kaptırmamıştır. Türkiye’deki Kemalistinden, İslâmcısına, milliyetçisinden monşerine, câmi cemaatinden Cihangir tayfasına kadar birçok zevat bunun bir film olduğuna inanmak istemiyor. Hollywood’u aşan büyüklükteki bir film setinde yazılıp oynanan oyun, araya sıkıştırılan Tevrat ve İncil efsâneleriyle mistik bir havaya büründürülünce inanılmaması için hiçbir sebep kalmıyor.
Amerika, târihin şâhitliğinde gümbür gümbür çökerken, Armageddon efsâneleriyle dikkati başka yöne çekip paçayı kurtarmaya çalışıyor. Birileri de buna inanıp korkmayı kurtuluş vesilesi sayıyorlar. Tazının kovaladığı tavşan olmayı mârifet zannediyorlar.
Bu gibilere bir tavsiye vereyim: Korkmaktan zevk aldığınız mahfillerin değirmenine su taşıyıp reklamlarını yapmayı bırakın. Ama ille de korkmak istiyorsanız, “mahşer” anlamına gelen Armageddon’dan değil, gerçek mahşerden korkun!