Türkiye'de sağlık sektöründe çok ciddi sorunlar var.
Türkiye’de sağlık sektöründe çok ciddi sorunlar var. Belki olaya bu açıdan bakan kimse olmadı gerek on küsür yıldır yaptığım gözlemler ve yaşadıklarım, gerekse en son yaşadığım bir olay, benim Türkiye’deki sağıkçılara olan inancımı bir kez daha azalttı.
İki çeşit sağlıkçı var: “Artistler” ve “Emekçiler”
Ülkemizde iki tür sağlıkçı var. Birinci grupta yer alan sağlıkçılar “artistler”, ikinci grupta yer alan sağlıkçılar ise “emekçiler”. Bugün eğer ülke olarak Kovid-19 pandemisi ile ilgili biz bir başarı sağladıysak bunu ikinci grupta yer alan “emekçi” sağlık çalışanları sayesinde başardık. Diğer grupta olan sağlıkçılar ise özellikle profesör unvanına sığınarak hava basan ve rant peşnde koşan artistler, hiçbir şey yapmadı. Sadece televizyon kanallarında kapı kapı gezip kendi reklamlarını yapıp visite ücretlerini arttırdılar. Koronayı kullanıp, atıp tutup bol bol televizyonlarda boy gösteren bu artistler pandemiyi kullanarak popüler kültürden faydalanma ve rant kapma derdinde olan uyanıklardı. Bunlara zerre inancım yok. Ben Sağlık Bakanlığının yerinde olsam bu artistlerin çalışmalarını kontrol eder, hatta çalışmalarını engellerim. Bu artistlere bakıyorsunuz, Kovid-19’un ne olduğunu bilmeden kulaktan dolma bilgilerle atıp tutuyor. Bir de ikna kabiliyeti yüksek olanlar, tiyatral yetenekleri iyi olanlar biraz da ağzı laf yapanlar öylesine çakallar ki işi meddahlığa vurup işin cıvığını çıkartıyorlar. Son zamalarda televizyon kanalları bu çakallarla doldu taştı. Burada ben biraz suçu medyada biraz da Sağlık Bakanlığında buluyorum. Medya torpille ya da eş dost ahbap ilişkileri bilgisi olanı da olmayanı da ekranlara çıkartıyor. Sağlık Bakanlığı ise hekimlere alanları ne olursa olsun her konuda konuşma izni veriyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın bu konuya el atması lazım. Bu doktorların advertoriyal reklamlarla kanallara para vererek reklamlarını yapmak adına ekranlara çıkmasının engellenmesi lazım. Yine bu artistlerin ekranlarda her alanda atıp tutmalarına izin verilmemesi ve görüş bildirirken bir alan kısıtlaması getirilmesi lazım. Adam dişçi çıkmış Kovid-19 ile ilgili atıp tutuyor.
Tek dertleri para, şan şöhret olan sağlıkçılar da var
Bu artist profesörlerin bu ülkeye zerre katkıları yok. Tek dertleri pr- reklam yapmak ve insanlara kendilerinin “en iyi” olduklarına inandırıp tahriş fiyatlarla müşterilerine, pardon hastalarına sözde sağlık hizmeti vermek. Hizmet adına bir şey verdikleri de yok. Dört şey söylüyorsa, üçü palavra. Sadece reklam tanıtım goy goy. Sonrada vizite ücetlerini bin liradan tutunda iki, üç bin liraya kadar çıkartıp servetlerine servet katıyorlar. Bu tip doktorların bu ülkeye hayrı ne? Sağlık alanında ülkeyi yurt dışında temsil edebiliyorlar mı? Son beş ayda korona yaygarası çıkartan ve televizyonlarda racon kesen bu artist profesör sağlıkçıların kaçı uluslararası bir akademik yayın yaptı? Kaçı Kovid-19 ile ilgili tanısal veya aşı ile ilgili bir çalışma yaptı? Geçiniz bunları artistler, geçiniz. Sizin de mumunuz sönecek yakında. Medyaya olan güven düştükçe sizin de aslında rantçı olduğunuz ortaya çıkacak. Buun için ben özelikle bu pandemi döneminde gerçek sağlık hizmeti veren sağlıkçılarla bu medya artistlerini kınıyorum.
İktidar partisi sağlığa büyük yatırım yaptı
Bu ülke iktidarı son on yılda sağlık alanında çok büyük yatırımlar yaptı. Zaten Şehir Hastaneleri başlı başına özel bir proje. Bunun dışında devlet Türkiye’ye en iyi teknojiyi getirdi. Sağlık teknolojisinde en son model cihazları hem devlet hastanelerine aldı, hem de özel girişimcilerin bu konuda iyi yatırım yapmalarına destek oldu. Bugün bir Acıbadem Hastanesi, bir Memorial Hastanesi, NP İstanbul Beyin Hastanesi, Medicana, Liv Hastanesi hatta daha düşük segmente hitap etse de Medikal Hastanesi ve niceleri. Bu sağlık grupları Türkiye’de özel sektörün çok iyi bir noktada olduğunun göstergesi. Bu kadar büyük çapta sağlık grubunun bir ilde toplandığı başka Avrupa ülkesi yok. Sağlık Turizmi kavramı ortaya çıktı. Bunlara Şehir Hastaneleri de eklenince nerdeyse beş yıldızlı otel kalitesinde sağlık kurumları çıktı ortaya. Biraz fiyatları yüksek, o ayrı bir konu, ama devlet, sağık teknolojisi konusunda elinden gelen her şeyi yaptı. Peki, devlet yaptı, yani olanak sağladı. Şu an yurt dışında piyasaya çıkan tüm cihazlar anında Türkiye’ye geliyor. Türkiye’de çok ciddi üretim yapan merkezler var. Peki bu yüksek teknolojiyi ve bu olanakları kullanabilecek, bunları hak eden kaç uluslarası kalitede doçentimiz, profesörümüz var? Yani kaçı işlerini hakkıyla yapıyor. Bugün sağlıkçı olmak ekonomik getirisi yüksek bir meslek. Hele akademisyen sağlıkçı oldunuz mu paraya para demiyorsunuz. Bir de artist tayfasındansanız para basıyorsunuz. Bugün bir sağlık alanında doçent olan kişi ayda ekstralar hariç 15-20 bin lira para kazanuıyor. Bir az önce bahsettiğim artistler ise otuz bini buluyor. Peki diğer alanlardaki akademisyenler? Örnek vereyim mi? Ben bir iletişim doçentiyim ve bugün itibariyle akademisyenlikten 1 TL bile kazanamıyorum. Sağlık böylesine avantajlı bir sektör, böylesine avantajlı piyasa koşullarına sahip sağlıkçılarn neden bu işin hakkını verme konusunda daha fazla çalışmıyor?
Şimdi nerden aklına geldi diyeceksiniz. Bu uzun zamandır, özellikle pandemi döneminde hep aklımdaydı. Bu konuda sürekli gözlemlerde bulunuyordum. Geçtiğimiz hafta yaşadığım bir sağlık skandalından sonra bir kez daha delirdim. Sağlıkçıların daha fazla denetlenmesi gerektiğine ve serbest piyasa ekonomisine göre hatalı iş yapanlarında cezalandırılması gerektiğine bir kez daha inandım.
Garip bir sağlık hikayesi
Kayhan’ın güzel bir şarkısı var. “Bizimkisi bir aşk hikayesi” der. İşte benim ki de garip bir sağlık hikayesi. Geçtiğimiz hafta birinci dereceden hasta olan bir akrabamın tedavisi için iyi bir doktor arayışına girdim. İnternet, Google vs derken Prof. Dr. Ahmet Akgül adlı bir sağlıkçının internet sitesine ulaştım. Hastamın tedavisi konusunda iyi olduğunu iddia videolar, reklamlar ve tanıtımları internet sitesi olan bu doktorla iletişime geçmek istedim. İnternet sitesinde üç tane telefon numarası koymuş, onları aradım. Bir iki gün mücadele edip sürekli aradıktan sonra nihayet biri telefonu açtı ve bana “hocanın internet sitesinden ona mail yazın, o size mutlaka döner” diye müşteri memnuniyetime daha ilk dakikada soru işaret getiren bir şey duydum. Doktora internet sitesinden hastamın durumu hakkında bilgi yazdım, bir fikir almak ve ondan tedavi hizmeti almak istediğimi söyledim. Bana yazılan cevap şöyle oldu:
Önce parayı yatır sonra bizi ara randevu verelim!
“Öncelikle geçmiş olsun, Kliniğe gelmeden WHATSAPP üzerinden ONLİNE GÖRÜNTÜLÜ GÖRÜŞME ve DEĞERLENDİRME de yapılabilir. Bu durumda tarafınızdan "sağlık danışmanlığı" ücreti FAKÜLTEMİZİN HESABINA yatırılmalıdır. Ayrıntılı bilgi için aşağıda verilen numaraları arayınız.” (Bu ara bu cümle doktorun web sitesinde yer alan paragrafın aynısı, copy-paste. Yani doktor bir cevap bile yazmaya tenezzül etmemiş).
“Hadi” dedim, “parayı ödeyelim de şu teşhisi koyalım” dedim. Aradım sordum, teli yirmi kez aradıktan sonra bir bayan telefonu açıp bana ödemem gereken paranın 850 TL olduğunu söyledi. Hemen ödemeyi yaptım. Bana verilen hesap numarası İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Sağlık Bilimleri Fakültesinin hesap numarasıydı. Bu bana çok garip geldi. Ben saf ve iyimser bir adam olduğum için, “demek ki adam uzaktan verdiği sağlık hizmetini üniversiteye bağışlıyor” dedim kendi kendime. Aslında WhatsApp’tan yapılacak beş on dakikalık bir teşhis görüşmesi için 850 TL az para da değil. Ama hoca o kadar büyük iddialı tanıtımlar yaptı ki, ben alacağım sağlık hizmetinin iyi olacağını düşündüm ve ödemeyi yaptım. Telefona bakan hanım efendi “ödemeyi yapın bizi arayın, randevuyu ayarlayalım” dedi. “Vay anasını” dedim kendi kendime “peşin ödeme.” Otobandan bile geçerken hizmeti aldıktan sonra ödüyorsunuz, biz doktor efendiye daha tanışmadan 850 TL ödedik. Tabii ki bu yaşadığım üçüncü hayal kırıklığı oldu. İçimde bir ses “bu işin sonu sakata varacak” demeye başladı. Hasta yakınım da konudan huylanmaya başladı. Neyse, uzatmayalım yine onlarca kez aradım, nihayet bana pazartesi akşamı 19:30’da doktorla WhatsApp’tan görüşebileceğimiz söylendi. Hastama ve hemşiresine haber verdim. Başladık beklemeye. Saat 19:30 – 20:00 – 20:30- 21:00 - 22:00 - 22:30... arayan soran yok. O saatte yatmış olması gereken yaşlı hastam o gece uykusuz kaldı. Morali bozuldu. Ben doktorun o verdiği telefonlardan aradım, teli açan olmadı.
O zaman niye bizden randevu aldınız!
Bakıyorum WhatsApp’tan amcam on line. Demek ki hastasından daha önemli işleri var ki oralı olmuyor. Sonra sinirlenip meşhurrrrr teşhis yapacağı o WhatsApp numarasına “hastasını bu kadar bekleten ve bundan dolayı hiçbir özürde bulunmayan bir doktordan hizmet almaktan vazgeçtiğimi ve randevuyu iptal ettiğimi” yazdım. Hiç oralı bile olmadı. Daha sonra doktor ya da onun ekibinden biri hastamın telefonuna “O zaman bizden niye randevu aldınız...” diye bir mesaj yazdı. Yani doktor emmi bir de bana gider yaptı. “Fesüphannallah, yarrabim sen sabır ver bana” dedim. Doktorun bana olan tavrına mı üzüleyim, hastamın tedavisinde bu doktor yüzünden kaybettiği beş güne mi üzüleyim.. Neye üzüleyim şaşırdım. Kendimi hiç bu kadar aptal yerine konmuş hissetmemiştim. Hani insan bir özür diler, ne bileyim. Müşterin mutsuz, ona verdiğin sözü tutamadın, parayı aldın, parayı boş ver. Bir kusura bakmayın diye mesaj yaz baba. “Müşteri velinimetimizdir” diye bir şey vardır değil mi? Çıkıp bir “kusura bakmayın, bir terslik oldu” dese yine “eyvallah” diyeceğim ki bir sağlık hizmetinin aksamasının özrü ve bahanesi olmaz.
Sağlık Bakanlığı adına üzüldüm
İşte Türkiye’deki doktorlarımızdan profesörlerimizden yaşayabileceğimiz tipik bir mağduriyet öyküsü. Çok üzüldüm. Hastam adına üzüldüm, pandemi döneminde böyle bir sağlıkçı ile karşılaşmış olmaktan üzüldüm. Türkiye adına üzüldüm. Akademisyenlik adına üzüldüm. Böyle olaylar yaşandıkça bu halk nasıl sağlıkçılara güvenecek? Böyle olayların yaşanması Türkiye’nin sağlık alanındaki başarılarına gölge düşürmez mi?
Her şeyi geçtim, verdiğim 850 TL’yi de İstanbul Üniversitesine helal ettim. En azından hastama yeteri kadar ilgi göstermeyen bir doktor sayesinde bir üniversiteye teberruda bulunmuş olduk. Şükür hastama bir şey olmadı, imdadıma Acıbadem Üniversitesinin rektör yardımcısı koştu ve Ahmet Akgül ile beş günde yapamadığımızı yarım günde yaptık.
Kıssadan Hisse: Kamu adına bu soruların yanıtlarını bekliyorum
1.Sorum Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya: Türkiye’de sağlık çalışanlarının bu kadar rahat davranma hakkı var mıdır? Vatandaşların sağlık hizmetlerinden olan memnuniyetinin ölçülmesine yönelik neden bir sistem geliştirmiyorsunuz? Yukarıdaki örnek olayı TC Sağlık Bakanlığına yakıştırıyor musunuz? Doktorların uzaktan WhatsApp veya benzeri on line ortamlardan hizmet verme hakkı var mıdır? Bu hizmetlerin fiyatlandırması neye göre belirleniyor?
Değil, Türkiye’nin dünyanın en iyi doktoru dahi olsa hiçbir sağlık mensubunun hastalarına karşı duyarsız kalma hakkı yoktur. Burada esas olan hastadır, doktor değil.
2. Sorum İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa’ya: Bir eğitim kurumunun dekanının veya öğretim üyesinin ya da çalışanının o üniversite adına açılan bir hesabı kendi özel hizmetlerinde kullanma hakkı ne zamandan beri normal bir olay oldu? İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa rektörü Nuri Aydın, sizin üniversitenizin hesabının böyle kullanıldığından haberiniz var mı? Varsa buna nasıl bir açıklama getireceksiniz? Devlet kurumlarının döner sermayelerinin böyle kullanılmasına izin veren bir kanun var mıdır? Bu ihmalden dolayı istifa etmeyi düşünür müsünüz? Kovid-19 Pandemisi döneminde dünya gündemine girmeye başaran bir üniversite daha banka hesaplarının bile idaresini yapamıyor deseler üzülmez misiniz?
3.Sorum da YÖK Başkanı Yekta Saraç’a: Yekta bey, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa özelleşti mi? Haberimiz mi yok? Bir devlet üniversitesinin hesabını canı sıkılan her çalışan böyle kolay kullanabilir mi? Bu hesaplar döner sermayeye gitmiyor mu? Bu ödenen para, mesela benim ödediğim bu 850 TL’lik bedelin vergisi ödeniyor mu? Bunun karşılığında neden makbuz kesilmiyor? Bunun faturası nerde? KDV’si nerde? Bu YÖK’ün prosedürüne uygun mudur? Eğer uygunsa tüm devlet üniversitelerinde çalışan tüm öğretim üyeleri ve yöneticileri canları sıkıldıkça üniversite adına hesap açsınlar, ya da üniversitelerin hesaplarını kullansınlar. Böyle bir amatörlük olur mu? YÖK buna nasıl müsaade ediyor? Dünyada eşi benzeri olmayan şeyler yaşıyoruz, Yekta bey. Yapmayın. Meydanı boş bırakmayın. Tüm üniversiteler kurumsal birer varlıktır ve bağlı oldukları YÖK’ün kurallarına uymakla yükümlüdür. Bu uygulama hakkında denetim yapmayı düşünür müsünüz?
Son söz: Doktor seçerken fiyakaya değil hizmete bakmalıyız.
Son sözüm halka. Hastanıza doktor seçerken çok dikkat edin. Reklama ve fiyakaya değil o doktorun verdiği hizmete bakın. Çünkü yazımın başında da dediğim gibi. Türkiye’de iki tip sağlık çalışanı var. Bir gerçek sağlık emekçileri, bir de artistler. Allah bizi artistlerden korusun.
Akademisyen olmak ayrı,
Doktor olmak ayrı
İnsan olmak ayrı konulardır..
Herkes her şey olamıyor.