ABD'nin Asya'ya Çapa (Pivot to Asia) stratejisi devam ettiğine göre ABD'nin Asya'daki ortaklarına sağladığı caydırıcılık ve güvenlik teminatlarını kuvvetlendirmesi elbette beklenen bir gelişmeydi.
Mayıs ayı Biden Yönetimi’nin Asya’ya gerçekleştirdiği seyahat ve verdiği mesajlar dolayısıyla Asya ya da Hint-Pasifik gündemi ile sona erdi. İki cümle ile özetlemek gerekirse, Tayvan üzerinden verilen mesajın yarattığı kargaşa dışında sürprizin olmadığı ama ABD’nin Asya’daki varlığının ve müttefikleriyle koordinasyonunun açık bir biçimde güçlendirildiği bir seyahat oldu.
ABD’nin Asya’ya Çapa (Pivot to Asia) stratejisi devam ettiğine göre ABD’nin Asya’daki ortaklarına sağladığı caydırıcılık ve güvenlik teminatlarını kuvvetlendirmesi elbette beklenen bir gelişmeydi. Ancak Çin ile ilişkileri belli bir seviyede tutmak zorunda olan müttefiklerin bu seyahatte ekonomik ve askeri sahada ABD ile bağları sıkılaştırmaya ikna edilmiş olmaları önemli. Zaten bu nedenle Çin’in Biden’ın Asya seyahatinden memnuniyet duymadığını hissediyoruz. Çinli yetkililer sadece Güney Çin Denizi’nde bir tatbikata daha başlamadılar, bunun dışında ABD, Güney Kore ve Japonya’yı Soğuk Savaş günlerine dönüş için adım atmamaları konusunda uyardılar. Batı’da Ukrayna savaşı devam ederken ve Ukrayna cephesi yeni Soğuk Savaş geliyor çığlıkları arasında açılmışken, Asya’da bu tip uyarıları duyunca ister istemez insanın tüyleri diken diken oluyor. Tabi, ABD’nin Asya’da Amerikan caydırıcılığını görünür bir biçimde güçlendirmesi, caydırıcılığın verilmediği Ukrayna’dan farklı bir taktik izlediğini de bize gösteriyor. Keza Çin de Rusya gibi saldırgan, revizyonist bir güç olarak ortaya çıkmamaya özen gösteriyor. Balistik füze denemesi yapabileceği söylenen Kuzey Kore bile gündemini 2.5 yıl sonra Kovid 19 krizine çevirdi. Kısaca tüyler diken diken ama şimdilik Asya sahnesinde kimse soğukkanlılığını yitirmedi.
Yeni bir terim: Ekonomik caydırıcılık
Bir ABD Başkanının Güney Kore’yi ziyareti her zaman önemli olmuştur. ABD’nin II. Dünya Savaşı sonrası Asya Pasifik’te kurduğu müttefikler hiyerarşisinde Japonya gibi en öndeki aktör olmasa da Güney Kore Asya Pasifik’te ABD’nin sağladığı teknoloji transferi gibi havuçların bölgesel zeminde yayılması ve ABD ile bölgenin karşılıklı bağımlılığının artması açısından kilit ülke konumundadır. Bugün bu önemli ülkenin en büyük ticaret ortağı, toplam ithalatının yaklaşık 4’inin gittiği Çin. Dolayısıyla Çin’den gelebilecek açık ve örtülü yaptırım ve ambargolar Güney Kore ekonomisini kalbinden vurabilir. Gerçi neredeyse her yaptırım kararında olduğu gibi tehditler söz konusu olduğunda ticaretten ziyade güvenlik kaygılarına göre hareket ediyor Seul. 2016’da ABD THAAD’ları konuşlandırmaya karar verdiğinde de Çin’in örtülü yaptırımını görmezden gelmişti. Ama yine de ekonomik kayıplar Güney Kore gibi varlığını bölgenin iktisadi ve teknolojik motorlarından biri olmaya borçlu bir ülke için çok önemli. Bir gün Kuzey Kore’nin Güney içerinde erimesi mümkün olursa – ki bu noktadan çok çok uzağız- bu Güney’in ekonomik gücü sayesinde olacak. Bu nedenle bir dizi iç karışıklık sonrası Mart ayındaki seçimleri kazanıp Mayıs ayı başında göreve başlayan çiçeği burnunda Güney Kore lideri Yoon Suk-yeol ile Biden’ın buluşması ve ABD’den aldığı desteği göstermesi önemliydi.
Seul’da bir şahin
Güney Kore seçimlerini en çok etkileyen meseller tedarik zincirindeki kırılganlık, yükselen ev fiyatları ve yolsuzluk iddiaları gibi ülke içi ekonomik sorunlardı. Yine de Ocak ayından beri Kuzey Kore’nin birbiri ardına füze denemesi yapması Seul’da önceki hükümeti sarstı. Dahası Yoon Suk-yeol Mart seçimlerine, seçimin Güney Kore’nin dış politikası için adeta bir referandum olduğunu söyleyerek ve Kuzey Kore’ye karşı sert bir politika sözü vererek girdi. Dolayısıyla Seul, Biden Yönetiminden Kuzey Kore’ye karşı yaygınlaştırılmış Amerikan caydırıcılığı, Çin’e karşı ekonomik caydırıcılık talep ediyordu. Tabi sadece ABD’nin verdiği sözler de yeterli değildi, Seul’un de ABD’nin bu iktisadi ve güvenlik yatırımının altına elini sokacağına güvenmesi lazımdı -ki taraflar bu son ziyarette birbirlerine güven telkin etmiş görünüyorlar. Washington DC ve Seul, Kore Yarımadası nükleer silahlardan arındırılıncaya kadar (ki bu Kuzey Kore rejiminin muhtemel sonudur) bir arada çalışmaya, ortak tatbikatlar yapmaya, ABD askeri kuvvetlerinin bölgeye zamanında ve koordinasyon içinde ulaşması için gerekli görüşmeleri gerçekleştirmeye, siber güvenlik ve caydırıcılığın güçlenmesi için birlikte hareket etmeye karar verdiler. Bu arada karşılıklı Savunma Sanayi Tedarik Anlaşması imzalandı ki bu anlaşma savunma sanayini iki ülke arasındaki serbest ticaret anlaşmalarına bağlıyor uzmanlara göre. Dolayısıyla sivil ve askeri alanda (yeni teknolojiler ve nükleer enerji dahil) güçlü bir işbirliği sözü veriliyor. Karşılığında Güney Kore, Japonya ile ilişkileri güçlendirmeye meyletti diyebiliriz. Hata QUAD’a katılma arzusundan da bahsetti. Eğer QUAD Güney Kore’nin ya da AUKUS Japonya’nın katılımı ile doğrudan Güney Çin ve Doğu Çin Denizi’ni kapsayacak şekilde genişlerse, yani bölgenin orta büyüklükteki önemli güçleri ASEAN Bölgesel Platformu (ARF) yerine açık savunma ortaklıklarına yönelirse bu bölgede taşların yerinden oynaması anlamına gelir.
İlgili takipçilerimiz diyecekler ki; bölgede taşlar 2010’dan beri oynayıp duruyor. Doğru ancak hala Çin Güney Kore ve Japonya ile ilişkilerini belli bir seviyede tutarsa -gerekli olduğu ölçüde sopa, gerekli olduğu ölçüde havuç- bu iki ülkenin ABD ve Çin arasında gidip gelmeye devam edeceğini düşünüyor. Ayrıca Beijing Kore Yarımadasındaki etkisini kaybetmek istemez bu nedenle Seul ile diyaloğunu sürdürmek, Japonya’nın da belirli güç sınırlarını aşmasını tatlı dille engellemek zorunda. Bu noktada Biden’ın ziyareti üç önemli mesaj daha verdi.
Tayvan ve Japonya’ya yönelik mesajlar
Öncelikle Biden Yönetimi Çin Tayvan’a saldırırsa Tayvan’ı askeri olarak savunacaklarını söyledi. Uzun süredir ABD’lerinin Tayvan politikası stratejik belirsizlik üzerine oturuyor. Clinton zamanında yaşanan krizde bu politika test edilip onaylanmıştı. Bugün Biden yönetimi ABD’nin tek Çin politikasının devam ettiğini söylüyor ama Beijing’e Tayvan’ın Ukrayna olmadığını ve ABD caydırıcılığı altında olduğu hatırlatılıyor. Bu Beijing’ten ziyade ABD ve diğerleriyle ekonomik açılımı bekleyen Tayvan’a yönelik bir yatıştırma, Güney Kore ve Japonya’ya yönelik “size verdiğim garanti ve teminatlarda ciddiyim” sözü. Nitekim Tayvan mevzusunun gölgesinde kaldı ama Biden Yönetimi Japonya’ya Çin’in Doğu Çin Denizi’ndeki Senkaku Adalarına yönelik olası bir saldırısında da Japon savunmasını destekleme sözü verdi. Bundan da önemlisi ABD, Japonya’nın 1995’ten itibaren talebi olan BM Güvenlik Konseyi (BMGK) reformuna destek vereceğini açıkladı, hatta daha da ileri giderek Japonya’nın daimi üyelik elde etmesini de destekleyeceğini söyledi. Japonya BMGK söz konusu olduğunda özellikle silahsızlanma, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve barışı koruma misyonlarını öne çıkartıyor. Kolektif güvenlik gündeminin önemli konuları dolayısıyla bu yönde vurgu şaşırtıcı değil. Ancak unutulmamalı Japonya nükleer silah eşiğinde duran (nuclear hedger) bir ülke, Japon Anayasası’ndaki silahlı kuvvetler üzerindeki sınırlamalar da esnekleşse bile ortadan kalkmış değil. Dolayısıyla Japonya’nın yeniden askerileşmesinin hangi şartlarla, kiminle olacağı hep tartışılır durur. ABD’nin bugün Japonya’ya verdiği destek, Japonya’daki dönüşümün revizyonist bir dönüşüm olmayacağı mesajının bölgeye (öncelikle de Güney Kore ve ASEAN ülkelerine) iletilmesi gibi duruyor.
Tüm bu resimde ABD, hem ikili müttefiklik ilişkisini caydırıcılık üzerinden güçlendirirken hem de bir nevi pakt çılgınlığı yaratırken Çin için çok hareket alanı kalmıyor görünüyor. Ancak görüntü yanıltıcı olabilir zaten Çin güney Pasifik’teki varlığı artırmak için hareketlenmiş durumda. Kısaca bu seyahat ABD adına başarılı geçse de verdiği mesajlar yakın dönemde Güney Kore ve Japonya’nın daha güçlü ve heveskar aktörler olabileceğini gösteriyor. Bu şartlarda ABD’nin dikkatini bölgede tutmaya devam etmesini bekleyebiliriz.