Araba yolculuklarında, radyo frekanslarının değiştiği noktalarda, müzik çalar, kurtarıcı olarak imdada yetişirdi.
Tango eserlerinin rahat- latıcılığında, kurallar gereği yavaş yol almayı, düzensiz araba kullananlara dikkat etmeyi, kırmızı ışıklara yakalanmayı, aceleciliği terk ede- bilmeyi ve dolayısıyla da yorgunluktan uzak kalabilmeyi çok seviyordu. Yavaşca durduğu kırmızı ışıkta beklerken, başını yana çevirdiğinde bir bebek arabası ve genç bir kadın gördü. Gözlerini bir süre birbirlerinden ayıramadılar. Genç kadının çenesi titriyordu, ağlıyordu.
- Bir otobüs durağında, ağlayan bir genç kadın ve bebeği!
İçinde bulunduğu neş’eli ve dingin halden çok uzak bu kadının, acısını yüreğinde hissetmeyi anlamlandıramadı. Bebek arabasından sarkan minicik bir ayak, uyuma halinin tüm teslimiyetiyle öylece duruyordu. İçinden geçenleri analize vakti olamadan ışık yandı, aklı bu tabloda kalarak ilerledi. Her şey olabilirdi: Maddi bir problem, büyük bir kayıp, ayrılık, hastalık, kimsesizlik. Ya da, asla tahmin edemeyeceği bir olay. Sebebi ne olursa olsun, açıkça görülen, “çaresizlik” yıkıcılığıydı. Belki de beklediği otobüs hiç gelmeyecekti, belki de gelse de binmeyecekti.
Birden dinlediği müziğin bıraktığı etki değişti. Boğuluyor hissi ile arabadan inmek, rüzgara yüzünü dönmek, denizin kokusunu içine çekmek istedi. İçeride bir yerlerde tetiklenen duygusuna yöneldi. Tangonun çaresizlik ile eşleşmesini fark etti. Sevdiklerinden uzak diyarlarda, yaşadığı topraklara özlem ile ortaya çıkan bu müzik türünün ruhunda çaresizlik vardı. Tango besteleyenleri, tango icracılarını, tango dansçılarını düşündü. Çaresizlikle sığındıkları müzik, çareleri oluyordu. Bedende yok gibi hafif kostümler, yüzeyin üzerinde kayarak ilerlemeler, birbirine güvenle savrulan bedenler, birbirlerine komut veren kenetli eller, figüre birlikte karar veren bakışlar ve birbirlerine alan açan kadın ile erkekler, tango dansını izlerken doyamadıklarıydı.
- Çaresizliğin yaratımı ne güzel bir tablo!
- “Acının kana karıştığı topraklarda büyümek, etkilerini farkında olmadan üzerimizde taşımak zorunda kaldıklarımız aslında” diye mırıldandı.
Tüm müziklerin ortak konusu olan hüznün, insanın yaşanmışlıklarına dair olduğunun farkındaydı. Birkaç gün sonra dini bayram olarak yapılacak ziyaretlerin ardında da kim bilir ne acılar vardı. “Kurban” edilenlerin etrafındaki paylaşımları düşündü. Bugün, temeline “paylaşmak” kavramı oturtulmuş bir geleneğin, yüzyıllar öncesindeki asıl sebebinin bilinmesine imkan olmayan hikayelerini merak etmedi. Tıpkı yeniden görüp, acısını soramayacağı o genç kadın örneğinde olduğu gibi.
Birkaç gün sonra kendini feda edecek olan kurbanları düşündü. Ağlayan insanların duygularının ardındaki gerçeğin bile bilinemediği bir dünyada, diğer varlıklarla iletişim kurulabilmesinin ne kadar zor olduğuna karar verdi. O küçük çocuğun, ağlarken bile gücünü koruyabilen annesine teslimiyeti, gözünün önünde belirdi.
Gerçek hikayelerinin bilinemediği yaşanmışlıklardan, günümüze armağan olarak bırakılan geleneklerimize, teslim oldu. Kendini, tango ezgileriyle, bayramlardaki paylaşmaya bıraktı. Görebildiği ve göremediği tüm varlıklara müzik ile sarıldı.
Büyüklerinin ellerini öpmeye hazırdı!