Geçtiğimiz hafta dünya ekonomisinde önemli tartışmalardan birisi Litvanya'nın en büyük bankasının kara para aklama iddiaları sonrası uluslararası sistemden dışlanarak fona devrine karar verilmesiydi.
Tartışma bankanın fona devrinin Litvanya ekonomisi üzerindeki etkileri özelinde değil, tasfiyesinin kimin tarafından yapılacağı üzerineydi.
AB üyesi olan ülkenin (Euro bölgesi) banka tasfiyesi yerel otoritelerle Avrupa Merkez Bankası (ECB) tarafından gerçekleştirilir. Fakat bu işlem ekonomi özelinde belirli ölçeğin üstündeki bankalar için uygulanır. Ölçeğin altında kalan diğer bankaların tasfiyesi sadece yerel otoritenin sorumluluğunda gerçekleştirilir. Bu bilgileri aklımızda tutarak devam edelim.
İlgili banka esas olarak dünya ölçeğinde küçük bir bankadır. Fakat tartışmanın önemi bankanın sürdürülebilir likiditesi bulunmasına rağmen ECB tarafından tasfiyesinin dayatıldığına ilişkin iddialardır.
Bu durum AB üyesi ülkelerin, ekonomileri üzerinde kontrolü kaybetmesinin önemli bir sembolü niteliktedir. AB (Euro bölgesi) ülkelerinin para politikaları zaten ECB’nin kontrolündedir. Böyle bir yapıda bankaları da kontrol edemiyorsanız ekonomiyi hiç kontrol edemiyorsunuzdur.
Bu bakımdan Euro bölgesi ekonomilerin, merkez ülkeler hariç, bağımsızlıklarından söz etmek mümkün değildir. Çünkü para politikası ve ekonomideki para miktarını etkileyen bankaların faaliyetleri, toplumların refahını belirler. İnsanınızın refahı başkasının elindeyse idare ondadır.
Bu tartışma Türkiye’den uzak fakat mevcut durumumuza ilişkin risklerin anlaşılması için önemlidir.
Oligopole terk edilen Türk bankacılık sektörü de bu bakımdan AB üyesi olmadığı halde benzer bir sorunla karşı karşıyadır. Çok az sayıda bankamız vardır. Bu birinci ve asıl sorundur. İkinci sorun az olan bu bankalarımızın çoğunun yabancı sermayenin kontrolünde olmasıdır. Üstelik oligopol güçleri ekonomi üzerindeki kontrolü hükümetle paylaşmalarını sağlamaktadır.
1980 itibariyle Türkiye’de toplam 43 adet olan banka sayısı içerisinde 4 adet yabancı sermayeli banka mevcuttur. Bugün 53 olan toplam banka sayısı içerisinde yerli sermayeli banka sayımız ise sadece 8’dir.
Bu durum olumlu olarak ele alınabilir. Zira yabancı sermaye çekmek başarıdır. Fakat bu çokluklarına karşın hacim büyüklüğü de yabancı sermayeli bankalar lehine gelişseydi bunu söyleyemezdik. Bugün hacmi oluşturan asıl bankalar yerli sermayeli bankalar olup özellikle kamu sermayesi tarafından kurulan bankalar belirleyicidir. Aksini düşünmek bile istemezsiniz. Çünkü bankalar ekonomiyle beraber değil ekonomiye rağmen büyür.
Güçlü Türkiye için bir şantajın önünü kesecek tedbirleri yerli sermayeli bankalarımızı çoğaltarak sağlamalıyız. Bugünkü dünyada toplumların refahı paralarıyla değil finansal güçleriyle ölçülür. Büyümeyle kalkınmayı eş zamanlı yükselten finansal güçtür.
Bu güç insanımızdan esirgenmiştir ve esirgenmektedir. Hem birey hem de makro ekonomik refahımız için bankacılık kesimini genişletecek adımlar geç olmadan/kalmadan atılmalıdır.