Avrupa Birliği üyesi 28 ülkede 23 ve 26 Mayıs 2019 tarihlerinde yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimlerine 12 gün kala seçmenlerde büyük bir heyecan görmemekteyiz. Seçimlere katılımın biraz daha yüksek olması bekleniyor olsa da ulusal seçimlerle kıyaslandığında katılımın ve heyecanın çok daha az olduğu bir seçim olacak.
Bazı ülkelerde renkli adaylar en azından Avrupa Parlamentosu seçimlerine magazinsel bir ilgi sağlasa da genel olarak ilgi çok az.
Seçmenler de haklı. Hala çok sayıda seçmen örneğin Avrupa Konseyi Başkanı ile Avrupa Komisyonu Başkanı arasındaki farkı bilmiyor. Kimin ne iş yaptığından haberi yok. Avrupa Parlamentosu’na milletvekili adayı olanların çoğu kendi ülkelerinde popüler olmayan ve tanınmayan isimler. Sokakta seçmene sorsanız üç aday ismini söyleyemez.
İtalya’da durum biraz daha farklı. Faşist diktatör Benito Mussolini’nin iki akrabası soyadları nedeniyle popüler durumdalar. Silvio Berlusconi’nin “Forza Italia” partisinden beş yıl önce aday olup seçilen Alessandra Mussolini tekrardan aday. Beş yıl önce 80 bin seçmen tarafından tercih edilen Alessandra Mussolini, yine soyadının gücüne güvenmekte. Haksız da değil! İtalyanlar her geçen gün daha fazla vaktiyle ayağından asılarak teşhir edilen faşist diktatörün “iyi yanlarını” keşfetmekteler.
O nedenle olsa gerek Mussolini’nin torunlarından Caio Giulio Cesare Mussolini de eski Ulusal Birlik ve Neofaşist MSI’nin birleşmesi sonucu kurulan “Fratelli d’Italia (Italyanın kardeşleri)” partisinin adayı olarak ortaya çıkmış. Hatta büyük dedesinin isminin “tılsımına” öylesine güveniyor ki propaganda sloganı “Mussolini yaz”. Artık İtalya’da soyadı Mussolini olanların revaçta olmasından en kazançlı çıkan ise bir başka Mussolinici!
“Mussolini öldü, yaşasın Salvini” dercesine “Mussolini oylarına” göz diken “Lega” Başkanı Matteo Salvini, iki “küçük” Mussolini’nin çekişmesini keyifle izliyor. Üstelik başarılı da! Güney İtalya’daki aşırı sağcı gruplar şimdiden “çapsız Mussoliniler” yerine “gelecek vaat eden Salvini’yi” destekleme kararı almışlar.
Evet Avrupa Parlamentosu seçimleri İtalya’da olduğu gibi her yerde böyle “eğlenceli” geçmiyor.
Ancak asıl sürpriz geçtiğimiz hafta yaşandı. Muhafazakarların ortak adayı Manfred Weber ve sosyal demokratların ortak adayı Frans Timmermans haftalardır seçim kampanyası yapmaktalar. Her ikisi de seçimi kazandıkları takdirde Avrupa Komisyonu Başkanı olacaklarını ilan ediyorlar.
Örneğin Manfred Weber, “Türkiye’nin AB üyeliği için adaylığına son vereceğini ve AB’nin bir Hristiyanlar birliği olacağını” “bol keseden” vaat etmekte. Frans Timmermans da komisyon başkanı olduğunda AB’nin “bambaşka bir AB” olacağı sözünü veriyor. Komik olanı bu vaatleri dile getirenlerden birinin zaten AB Komisyonu Başkan Yardımcısı olarak halen görevde olması.
Bence ikisi de “seçmenleri biraz aptal yerine koymaktalar”. Çünkü ikisi de bir AB Komisyon Başkanı’nın hangi dengeler sonucu ve kendisinin belirlemediği AB Komiserleri ile birlikte bir komisyon oluşturulduğunu çok iyi bilmekteler. AB başkentlerinin ve özellikle Merkel ya da Macron gibi liderlerin karşısında şanslarının olmadığı da bilinen bir gerçek.
Bu nedenle zaten AB konusunda fazla bilgisi olmayan seçmenlere “masal anlatır” gibiler.
Ancak asıl sürpriz ise ne Weber’in ne de Timmermans’in AB Komisyonu Başkanı olamayacakları! Hoş zaten Timmermans’in seçimi birinci bitirme şansı “0”. Buna karşılık Weber’in birinci olması da kesin. Ancak AB liderleri Avrupa Günü vesilesiyle bir araya geldikleri toplantıda yeni bir kavgaya tutuştular. Çok sayıda AB üyesi ülke lideri AP Seçimleri sonucu birinci olanın AB Komisyonu Başkanı olmasına karşı olduğunu bildirdi. Bu konu 28 Mayıs günü tekrardan ele alınacak. Durum Weber için pek parlak değil.
Her ne kadar Almanya Şansölyesi Merkel “Ben Sayın Weber’in arkasındayım” dese de acı gerçek, Merkel’in arkasında artık kimsenin olmadığı gerçeği!
Şimdiden başka bir adayın adı kulislerde konuşulmakta. Onu da bir dahaki yazıya bırakalım.