İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Sansaryan Hanı'nda iken, her sabah bizi oraya yollarlardı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Sansaryan Hanı’nda iken, her sabah bizi oraya yollarlardı. Çünkü her sabah, sarı teksir kağıdına basılı, zor okunan daktilo harfleriyle bir rapor yayınlanırdı. Bu raporda son 24 saatte İstanbul’da polise yansıyan olaylar yer alırdı. Koskoca kentte ben diyeyim 10, siz deyin 15 başlık olurdu. 3-5 hırsızlık, bazen bir cinayet, trafik kazası, intihar, kız kaçırma, kavga gibi.
Muhabirler o raporu alıp şeflerine getirirler, şefler de ilginç bir olay görürlerse takip etmek için muhabir yollarlardı. İki ölümlü bir cinayet olduğunda ise, katilin adı ‘Canavar’a çıkardı. Salacak canavarı, Balat canavarı gibi. Hala o rapor çıkıyor mu, çıkıyorsa yayınlanıyor mu bilemiyorum. Ama eğer çıkıyorsa, bayağı bayağı uzundur her halde.
Kimilerinin ‘Adi’ suç dediği, aslında siyasi olmadığını belli etmek için ‘Adli’ suçtan türemiş bir deyim var. İşte bu adi suçlar giderek daha komplike, vahşi ve kanlı hale geliyor. Adeta kanıksadık. Komşusu ile yatakta yakalanıp çocuğunu öldüren annenin haberi bile iki gün yer buluyor gazete sayfalarında kendine. Kadın cinayetleri sıradan olaylar gibi. Neredeyse kadın öldürmeyene madalya yok.
Hani bazıları “Eskiden de vardı. Ama duyulmuyordu. Şimdi internet etkisiyle duyuluyor” diyor ya. Yanlış. Hem de külliyen yanlış. Yoktu. Bilinmezdi, çok azdı.
Yavaş yavaş, ağır metal zehirlenmesi gibi kendi kendimizi zehirledik. Toplumsal olarak bu zehrin bizi etkilemediğini düşünüyorsak çok yanılıyoruz. Çünkü zehir vücutta birikiyor, birikiyor. Sonunda kritik eşik aşılacak. Ve bünye bir anda yenik düşecek.
Çok kısa bir sürede yüzde 50’si kırsal kesimde yaşayan bir toplumdan yüzde 10’u köyde yaşayan bir topluma dönüştük. Sanki dev bir törpü köylerimizi, kasabalarımızı rendeledi, çıkanları kentlere doldurdu. “Küçük” ortamlarda “Aman ne derler” korkusu kalkıp, yerine kapı komşunu bile tanımadığın bir çevreye geçince sosyal bünye sarsıldı. Böylesi bir debiye karşı koyacak “Sosyal barajları” oluşturamadık. Kimileri, ideolojiler çevresinde bir sosyal ahlak örgütlemeye çalıştı. Tutmadı. Bu sel ideolojileri de önüne kattı götürdü.
Aileler küçüldü, aile küçüldükçe ‘birey” yalnızlaştı. Yalnız birey kentle uyum sağlayamadı. Kendi hakkını kendi arar hale geldi. Çarpık bireyselleşme beraberinde diğer bireyleri yok saymayı getirdi. Kadın cinayetleri arttı, adi suçlar, ‘Vaka-i adi’ye dönüştü.
Televizyonlarımızın neden sabahtan akşama kadar sürekli ‘polisiye’ içerikli programlarla dolu olduğunu zannediyorsunuz ki? Artık kanıksandı çünkü. Bazen ‘uç’ bir örnek görüldüğünde dikkat çekiyor, sonra ona da alışılıyor. Taa ki başka bir uç örnek görene kadar. Neredeyse başkasının başına gelenleri, “İyi ki bizim başımıza gelmedi” diye sevinerek izler olduk. Sanki hep başkalarının başına geliyor böyle şeyler. Gerçekten öyle mi dersiniz?