Geçtiğimiz hafta akademik bir faaliyet için Washington DC'deydim ve İsrail-Gazze çatışmasının, daha doğrusu İsrail'in Gazze stratejilerinin ABD'de nasıl yansıdığını ve yansıtıldığını görme fırsatım oldu.

Önce izlenimler. Geçtiğimiz hafta akademik bir faaliyet için Washington DC’deydim ve İsrail-Gazze çatışmasının, daha doğrusu İsrail’in Gazze stratejilerinin ABD’de nasıl yansıdığını ve yansıtıldığını görme fırsatım oldu. Bu izlenimleri sizle paylaşmak istiyorum zira ABD, meselenin üç açıdan tarafı: 1)- Amerikan Hükümetinin ve Demokrat Parti elitinin İsrail’e verdiği destek açısından, 2)-Ortadoğu stratejisi 7 Ekim saldırıları ile çökmüş bir büyük güç olması açısından ve 3)- Çatışma hattı-sathını bir an önce toparlamak zorunda olan, büyük güç mücadelesine Ortadoğu’yu kaybetmeden dönmek zorunda olan, bu yüzden de mucizevi bir çözüm formülü bulmak zorunda olan aktör olması açısından. Öncelikle Washington’da sokakların bu meseleyi konuştuğunu söyleyebilirim. Tabi farklı görüşler var ama Washington sokaklarının bir dış politika konusuna bu kadar tepki gösterip, üzerinde düşünmesi çok sık görülen bir davranış değil. Bir karşılaştırma yapılması gerekirse, Rusya-Ukrayna çatışmaları başladıktan sonra da hemen hemen aynı mekanlarda bulunmuş biri olarak kimsenin Ukrayna’da olan bitenden bahsetmediğine şahit olmuştum. O günün sessizliği ve umursamazlığı ile bugünün yarı geveze kafa karışıklığını yan yana getirmek hayli güç. 5 Kasım’da gerçekleşen Filistin’e destek mitinginin oldukça kalabalık olması da bu haleti ruhiyeyi yansıtıyordu.

Sokaklarda İsrail-Filistin meselesi konuşuluyor

Bu cümleleri kurarken sokaklara hakim ruh halinin bir tür kafa karışıklığına ve ümitsizliğe el verdiğini de belirtmek istiyorum. Kafa karışıklığı doğal görünüyor, çünkü gözlemlediğim kadarıyla Amerikan halkı İsrail’in savaş stratejisini bir çözüm olarak sunan ana-akım medyanın kılavuzluğu altında. Bunun dışında İsrail çok yakın bir müttefikti, ABD tarafından fazlasıyla donatılmıştı (Amerikan vergi mükellefinin parası demek bu) ve sonuçta vuruldu. Amerikan sokaklarının gözünde böylece başarısız olma hissiyatına paranın çarçur olma hissiyatı da ekleniyor. Ve tüm bunların üzerine kaçınılmaz olarak her insanı etkileyen ahlaki çıkmaz da var. Dökülen bunca masumun kanı karşısında rahatsızlık hissedilmesi kaçınılmaz ve bu da Dünyayı oldukça karamsar olarak nitelendiren bir dil kullanımını beraberinde getiriyor. Güneşli ve güzel bir Virginya sabahında sokaklarda dolaşıp, lafladığım kim varsa Dünya’yı çok zor, belalı, çetin bir yer olarak tanımladı. Emperyalizmin kötü bir fikir olduğunu söyleyenleri bile duydu bu kulaklar. Bu karamsarlık bir tür öz-eleştiriye, kendini gerçek bir sorgulamaya dönüşmüş değil. Bunun için elit siyasetinde belki bir dönüşüm de gerekiyor. Ama bir şoke olma hali, dehşet duyma ve endişe neredeyse ortak bir söylem olmuş.

Hamas’ıın yarattığı şok devam ediyor

Akademik camiada bu şoke olma halinin nedenleri daha rasyonel olarak (ahlaki tartışmalara hiç girilmeden dahi) hissediliyor. Bu cenah, İsrail’in caydırıcılığının çöktüğünü söylediğinizde itiraz etmeyip, kabul ediyor. İsrail’in Gazze’de izlediği kollektif cezalandırmanın yarın daha fazla radikalizme sebep olacağını, dolayısıyla hatalı olduğunu söylediğinizde itiraz edemiyorlar. Savaşın maliyetinin, İran destekli milislerin yerli füze geliştirme kapasitesi nedeniyle İsrail/Batı/ABD aleyhinde olduğunun farkındalar bu nedenle Hizbullah’ın doğrudan çatışmaların tarafı olma olasılığını son derece tedirgin edici buluyorlar. İran’ın nükleer silah eşiğinde bir ülke olmasının ne demek olduğunu gayet iyi anlıyorlar. Başta Suudi Arabistan olmak üzere bazı Körfez ülkelerinin nükleer patikada ilerleyebileceğinin farkındalar ve bu ortamda panik içerisinde İsrail’in bazı bakan ve milletvekillerinin ağızından nükleer silah kullanma tehdidini aleni bir biçimde yapmasını dehşet verici buluyorlar. Zira büyük olasılıkla İran’ı caydırmak için yapılan bu bilinçli gaf sadece İsrail’in nükleer silahlanmasının başından beri izlediği nükleer belirsizlik politikasının altını oymuyor, Batı’nın İran, Rusya ve bölgeye yönelik nükleer silahlar üzerinden kurduğu söylemi de çökertiyor.

İsrail’in büyük hatasını Erdoğan ve bölge yakaladı

Biliyorsunuz ABD, İran nükleer programının ilerleyişini caydırmada başarısız oldu. ABD’nin caydırma uğraşlarında kimi zaman İran’a karşı kullandığı kimi zaman da para ile çok yol alabilecek Körfez ülkelerini nükleer silahlanma riskinden bertaraf teknolojilere ikna ederken masaya sürdüğü argümanlardan en önemlisi bölgeye nükleer silahları sokmanın iyi bir fikir olmadığı zira komşuda bir nükleer silahın şelale etkisi dediğimiz “ben de istiyorum” etkisi yaratacağı argümanıydı. Bugün İsrail’de bazı politikacılar Gazze’yi komşu alanları da muhtemelen etkileyecek şekilde nükleer silahla vurmaktan bahsediyor. Dolayısıyla bölgede birileri nükleer caydırıcılığı geliştirmeyi düşünürse bundan ne İran ne de bölge sorumlu olabilir. İsrail’in, hadi İsrailli bazı politikacıların diyelim, yaptığı bu çok büyük hatayı bölge ülkelerinin, en azından Türkiye’nin fark ettiğini biliyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Riyad’da cumartesi gerçekleşen Arap Birliği-İKÖ Olağanüstü Ortak Zirvesinde konuyu bu hususa getirerek, uluslararası denetim ve eğer İsrail nükleer silaha sahipse bunun açıklanmasını talep etti. Riyad sonuç bildirgesinde de 22md’de bölge ülkelerinin konuya atıfta bulunmaktan geri kalmadığını görüyoruz. İsrail’in kitle imha silahı kullanma şüphesi (kimyasal) ve tehdidi (nükleer) bölge ülkelerinin savunma stratejilerini elbette etkileyecektir. Bunu bölge ülkeleri, Gazze meselesi üzerinden Batı’ya duyurmuş oldu; üstelik İsrail’in bu panik stratejisini cesaretlendirdiği için sorumluluk topunu ABD ve Batı’nın kucağına yuvarlayarak. ABD, İsrail’in bu hatası nedeniyle muhtemelen sadece bölgede zorlanmayacak. Rusya’nın Ukrayna Savaşında izlediği temel stratejilerden biri nükleer tehdidi kullanmaktı ve tabi ki bu caydırıcılık amacı ile dahi olsa kitle imha silahına dayalı bir tehdit olduğundan silahsızlanma rejimini, barış ve güvenliği tehdit ediyordu. Şimdi aynı şeyi İsrail yaptı, öyleyse uluslararası toplumun Rusya’ya yönelik kınamasına aynı şekilde muhatap olması gerekir. Riyad’daki tüm bölge ülkelerini kapsayan ortak zirvede bu konunun gündeme gelmesi, sadece İsrail’e baskı değil Batı’ya bir baskı olduğundan son derece önemliydi.

Zirve öncesi görüş ayrılıkları

Riyad’daki toplantı, öncesinde bölge aktörleri arasında İsrail’e yönelik alınacak tedbirler konusunda görüş farkı olması nedeniyle çok tartışıldı, hatta sonuçları açısından gerçek bir etki yaratıp yaratmayacağı konusunda eleştirildi. Bölge ülkeleri arasında farklılıkların tek nedeni İsrail değil- ki daha önce de söylemiştik İbrahim Anlaşmalarının altı 7 Ekim saldırıları ile oyulsa da hala Anlaşmalar ve resmi olarak normalleşme bitirilmiş değil. Suudi Arabistan-İsrail müzakereleri Gazze savaşı sürdükçe göz önünde, açıktan yapılamaz ama Körfez ülkeleri hem Direniş Ekseninin kapasitesinden hem de İsrail’in güvence verebilecek aktör olma statüsünden düşmesinden son derece mutsuz olmalılar. Nasrullah, ardı ardına yaptığı konuşmalarla bir yandan Hizbullah’ı sınırlandığını göstermek, diğer yandan tüm Direniş Ekseninin komutanı gibi kendini göstermek isteyebilir ama Hamas nasıl kendi gündemini merkeze taşıyabilmiş ve bunun üzerinden bölge jeopolitiğini değiştirebilmişse aynı etkiyi bir gün Husiler de Körfez’de yapabilir. Tüm bunlar oldukça korkutucu. Bu nedenle Arap sokakları nedeniyle Filistin Davasını ve Riyad Bildirisine geçtiği üzere Arap Barış Planını Körfez ülkeleri filan tekrar hatırlasalar da içten içe bu işin rakipleri çok güçlendirmeden kapanmasını da isterler.

Rakip demişken, Körfez’in bir kısmı için Hamas’ın temsil ettiği ideolojinin de en büyük rakiplerden biri olduğu unutulmamalı. Körfez’de Katar ve diğerleri arasında zamanında Müslüman Kardeşler üzerinden yaşanan ayrım bugünlerde bu sefer Hamas üzerinden hafif hafif kanamakta. Eğer Arap/İslam dünyası Gazze ve Filistin Davasında bir bütünlük sergilemezse Arap Baharı Gazze üzerinden yeniden bölge ülkelerinin kapısını çalabilir. Bu korkuların farkında olan Washington, uzun dönemde işe yaramayacak ama kısa dönemde çözüm gibi görünebilecek bazı kozmetik paketlerle bölge ülkelerini yokluyor. İsrail’in Gazze işgali olmasın (ki başarılı olur mu bilen yok) ama Hamas ortadan kalksın (işgal olmadan nasıl ortadan kalkacak bilen yok, ki çok söylenen bir gerçek de var fikirleri ve ideolojileri kolay kolay ortadan kaldıramazsınız), BAE gibi İsrail’le normalleşmiş, İsrail’i rahatsız etmeyecek ve İsrail ile konuşacak müzakere edilecek şeyleri olan bazı bölge aktörleri (Riyad gibi) barış gücü, komisyon, bölgesel mekanizma filan bir şey kursun. Bu travma böylece kapansın. Arap sokaklarının tepkisi, diğer bölgesel aktörlerin (İran, Türkiye- ki ben de varım iddiasını garantörlük önerisi üzerinden masaya sürdü, Katar vb) Filistin Davası adına konuşması, bölgedeki milis hareketlerin Filistin Direnişi üzerinden bir meşruiyet kaynağı keşfetmesi, Rusya’nın ABD’yi çuvallarken görmekten duyduğu memnuniyet olmasa İbrahim Anlaşmalarının Filistin sosuna batırılarak yeniden gündeme gelmesi bazı aktörleri muhtemelen memnun eder.

Riyad Sonuç Bildirgesi neden önemli?

Ama iş o kadar kolay değil çünkü bütün bu faktörler ve bölgenin 2011-2017/2017-2021 arasında bölünme ve çatışma üzerinden yaşadığı deneyim var. O nedenle Riyad’da yapılan toplantı, sonuç bildirgesi, İsrail’in bu bildirgede işgalci, koloni devleti olarak nitelendirilmesi önemli. O nedenle bu bildirgede bütün farklılıklara ve hissedilen farklı korkulara rağmen Filistin Davasının unutulmayacağının yinelenmesi önemli ( ve bu açıdan Hamas gündemini yerine getirmiş görünüyor ama aynı zamanda bölge Filistin Direnişini Hamas’ın tekelleştirmesine de Riyad bildirgesi 27.md’de itiraz ediyor- ki hem İran desteği, hem Müslüman Kardeşler ayağı nedeniyle Hamas ile ilgili fikir ayrılığının bölgede ayrışma yaratabilecek bir potansiyel taşıdığını daha önce ifade etmiştik), o nedenle bu bildiride İsrail’in Gazze saldırısının meşru müdafaa olarak reddedilmesi, İsrail’e yönelik silah ambargosu talebi (ki adres başta ABD ve Avrupa) önemli. Kısaca Riyad’da denildi ki kimimizin hoşuna gidebilecek kozmetik çözümler ABD tarafından dillendirilirken İslam ve Orta Doğu Dünyası Gazze ve Filistin Davası söz konusu olduğunda birleşiyor.