Belliki Astana sürecinin kendisi dışında başlamasına içerlemiş. Sonradan çağrılmış olmasını içine sindiremiyor. Bu nereden mi belli?

Belliki çok bozulmuş. Amerika’dan bahsediyorum. Belliki Astana sürecinin kendisi dışında başlamasına içerlemiş. Sonradan çağrılmış olmasını içine sindiremiyor. Bu nereden mi belli? Toplantıya bir heyet yollamamasından tabii ki. Bölgedeki büyükelçisini zirveye gözlemci olarak katılması için memur etmiş.

Anlaşılan, Astana’nın önemini düşürmeye çalışıyor. Ya da en azından kendisi için önemli olmadığının altını çizmeye. Ama dışında da kalamıyor. O yüzden ucundan tutar görünüyor.

Basına yansıyan gelişmeler Amerika’nın, Suriye sürecinde yalnız kaldığını gösteriyor. Havadan yaptığı üç-beş bombalama. İnsansız uçaklar ile keşif veya bir kaç küçük atraksiyon. Onun dışında elinde yalnızca Suriye’deki Kürtler var.

Tersinden bakarsak, Suriye Kürtlerinin elinde de yalnızca Amerika var.

Aslında süreç tıpkı Kuzey Irak’daki gibi başlamıştı. Otonom bir bölge kurulacak ardından, bağımsızlık tartışması gelecekti. Ama olmadı. Bu acı reçeteyi bir kez tatmış olan Türkiye duruma müdahale etti.

Şimdi ne olacak? Hiç belli değil. Herşey Trump’un iki dudağının arasında. Ama kesin olan Amerika’nın sonsuza kadar bu coğrafyada kalamayacağı. Hele Türkiye’nin desteği olmadan.

Türkiye ise kesinlikle yaratılmak istenen Kürt devletçiğine izin vermeyeceğini açıkladı. Bu uğurda askeri harekata girişti, şehit veriyor. Şimdi dünya yarılsa Kürt kantonlarınının birleşebileceği bir şekilde geri çekilmez.

Sonra başka bir sorun daha var. Acaba, şimdiye kadar Kürt gruplarla en azından iyi geçinen Suriye yönetimi ve Ruslar, Amerika ile bu kadar içli dışlı olmuş bir yapıya ne kadar tahammül ederler?

Suriye yönetimi kağıt üzerinde de olsa kendi topraklarında bir başka otonomi oluşturulmasına ne kadar izin verir? Hele Ruslar. Amerika ile hemen her cephede zıtlaşırken, Amerika tarafından eğitilmiş ve silahlandırılmış grupları arka bahçesinde bırakır mı?

Durum zor ve karışık. Ama kesin olan birşey var zaman Türkiye lehine işliyor. El Bab’ın alınmasından sonra da süreç hızlanacak.

TRUMP DEDİĞİNİ YAPAMAYABİLİR

Hangi dediğini: “Korumacı bir ticaret-sanayi alt yapısı kurup, başka ülkelerde üretilen malların Amerika’ya girişinin sınırlandırılması”nı tabii ki.

En basitinden. Trump ne yapmaya çalışıyor? “Amerika’da satılacak ürünlerin Amerika’da üretilmesini. Bunun için Çin başta olmak üzere bir çok ülkeyi gümrük vergileri ile tehdit ediyor. Tamam çok güzel. Hadi diyelim ki yaptı. Çin mallarını sokmadı. Alman otomotiv şirketleri çalışamadı. Bunun karşılığı olmayacak mı yani?

Böylesi bir yaptırımla karşılaşan bu ve bu ülkelerin etki alanındaki başka ülkelerin Amerikan mallarını koşarak alacaklarını mı düşünüyorsunuz?

Çin bu şaka değil. 3 milyar adam. Her biri bir elma yese, 3 milyar elma eder. Böylesi büyük rakamlardan bahsediyoruz. Amerika, Çin mallarına gümrük koyunca Çin de aynısını yapacak. Üstelik Amerika başka ülkelere de aynı yaptırımları uygulayınca oluşacak boşluğu başta Çin ve Almanya olmak üzere diğer ülkeler dolduracak.

Zaten dünya ekonomi çevreleri de bu durumu tartışmaya başladı bile. İsviçre merkezli banka Credit Suisse analistlerine göre Çin'de Amerikan mallarına yönelik başlayacak muhtemel bir boykottan Nike, General Motors, Ford, Tiffany & Co gibi büyük markalar zarar görecek. Üstelik Çin tek parti ile yönetilen otoriter bir devlet. Parti “Almayın” dediğinde kimse sebebini bile soramayacak. Buna karşılık Amerika’da mallar pahalanınca tepki büyüyecek.

Bu araştırmaya göre Çin'in ABD boykotu Amerikan olmayan mallara yarayacak. Çinli tüketici, Alman otomobillerine yönelebilir veya Nike yerine Adidas satın alabilir.

Uzmanlara göre bu ticaret savaşlarında ABD hisselerinin kaybı Çin'den daha fazla olacak. MSCI ABD Endeksi'ndeki firmaların yüzde 10'u gelirlerinin en az 10'da birini Çin'den kazanıyor. Çin'in ABD kazancı ise yüzde 2.

EURO’DAN “ZOR” AYRILIRSINIZ

Başta Yunan ve İtalyan politikacılar atıp tutuyorlar ya: “Biz Euro bölgesinden ayrılırız. Kendi paramızı istediğimiz gibi basar hayatımıza devam ederiz” diye. İşte bu durumun hiç de öyle kolay olmadığı ortaya çıktı.

Çünkü bu ülkeler, eskiden Türkiye’de pavyonlarda olduğu gibi borçlandırılmışlar. Yani aslında yıllarca Avrupa Birliği’nden para alıp yemişler. Refahlarını böyle sağlamışlar. Bu borçlar birikmiş, birikmiş, içinden çıkılamaz hale gelmiş. Şimdi “Ben oynamıyorum” deyip kaçmaya çalışıyorlar. Ama yok öyle “Yağma Hasan’ın böreği.”

Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi, bu ülkeleri daldıkları rüyadan sert bir şekilde sarsarak uyandırdı. Draghi, bir ülkenin Euro Bölgesi'nden ayrılmak istemesi halinde öncelikle AB’nin ödeme sistemine olan borçlarını ödemesi gerektiğini söyledi.

Türkçesi durum şu: Avrupa Birliği’nin Target2 adında bir ödeme sistemi varmış. Kimi ülkeler buradan para almış. Kimileri de bu sisteme borç vermiş. İtalya, İspanya ve Yunanistan’ın aldıkları bu paralar artık boylarını aşmış. Bu üç ülkenin toplam borcu tam 358,6 milyar euro. Bu borç ödenmeden kimse bir yere gidemiyor.

Rakamlar bu sistemden en büyük alacaklının ise Almanya olduğunu ortaya koyuyor. Almanya tam, 754,1 milyar euro alacaklı.

Şimdi anladınız mı AB’de neden Almanya’nın borusunun öttüğünü.