Modern insanın ulaştığı vahşet düzeyinin, hangi aklın eseri olduğunu sorgulamaya çalışmıştık bir önceki yazımızda. Gelen yorumlar, kalemimizin bu konudaki yolculuğunun, biraz derinleşmesini gerektirdi. Amacımız en önemli değerimiz olan aklı, yermek değil daha iyi anlamak.
Zira günümüzde bireylerin, ben merkezli yaşam biçimini ve uçlara kayan davranışlarını akılla izah etmekte zorlanıyoruz. Maddi kazanıma yönelen, ötekini yok sayan, öfkenin, şiddetin ve vahşetin hâkim olduğu davranış düzleminin hızla yerleşmesi hatta alışkanlığa dönüşmesi, insanlık ailesi adına vahim bir resmidir.
Bizi insan kılan, düşünce, duygu ve davranışlarımızı belirleyen aklımız, neden doğruyu bulmuyor yahut bulamıyor da kuralsızlıkta, yanlışta, kötülükte, şiddette, ahlaksızlıkta, adaletsizlikte ısrar ediyoruz. Evet, ahlaksızlık ve adaletsizlik, koruyucu akıl süzgecine takılmadan sorgusuz ve sualsiz şekilde hücrelerimizden içeriye girebiliyor. Hem de en içerimize kadar.
Akılla Bağlanma ve Engel Olma
Akıl; Arapça ‘ukl’ kökünden gelir ve dilimizde düşünme, anlama, kavrama gücü ve us olarak bilinir. Zekâ ise düşünme, akıl yürütme, sebep sonuç ilişkileri kurma ve objektif gerçekleri algılama yeteneklerinin tamamı olarak tanımlanır. İç içe olan iki kavramdan akıl, daha merkezi bir yapı, potansiyel, zekâ ise onun fonksiyonu, işlerliği ve performansı ile ilgilidir.
Batı ve doğu felsefesinde insanın anlama ihtiyacının sonucu akıl, bilinmeyenle bağ kurma ve onu anlaşılır hale getirme, ona ‘bağlanma’ gücü olarak da tarif edilmiştir. Tasavvufta ise aklın iki temel özelliğinin, ‘bağlanma’ ve ‘engelleme’ olduğu vurgulanmıştır. Akıl; bir yandan sahip olduğu aydınlatıcı ışıkla karanlığı ve cehaleti engelleme, diğer yandan yabancısı olduğumuz hakikatle bağ kurma özelliğine sahiptir.
Sorun şu ki; günümüz modern insanı, şiddetin ve vahşetin cehaletten geldiğini bildiği halde aklını kullanarak bu bilgiyi davranışa dönüştüremiyor, cehaleti engelleyemiyor, karanlığı aydınlatamıyor. Diğer yandan maddi dünyaya dalmaktan kendi hakikatimizi anlama yolunda bilinmezlik âlemiyle bağ kuracak bilinç düzeyine yükselemiyoruz. Bunun başlıca nedeni, sahip olduğumuz akıl mertebelerini kullanmada yaşadığımız aşağıya düşüştür.
Âlemdeki her şey iç içe ve birbiriyle ilişkilidir. Bu ilişkilerin çoğu algı alanımızın dışındadır. Bilinmezlik âleminde yeni bağlar kurarak, karanlıkları aydınlatarak cehaletimize engel olma yolculuğunda mesafe almaya çalışıyoruz. Ancak modernitenin etkisiyle aklımızın en düşük seviyesini kullandığımızdan arzu edilen yolu alamıyor aksine geriye gidiyoruz.
Aklı Maişet, Aklı Cüzi, Aklı Külli
Tasavvufta aklın düzeylerinden söz edilir: Aklı maişet, aklı cüzi, aklı külli. Psikolojide buna karşılık olabilecek üç zekâ düzeyinden söz edilebilir: Soyut, duygusal ve moral zekâ. Aklı maişet; günlük yaşamı sürdürecek temel maddi ihtiyaçlara yönelen zekâ düzeyidir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisinde öngörülen yeme, içme, barınma, korunma ve üreme gibi temel ihtiyaçlara ve hazza odaklanır. Aklı cüzi; temel ihtiyaçların üzerinde yer alan diğer insanlarla birlikte olma, sosyal kabul, sevme, sevilme gibi duygusal zekâ düzeyidir. Aklı külli ise insanın en üst ihtiyacı olan kendini gerçekleştirmeye tekabül eden etik kökenli, moral zekâ düzeyidir.
Sonuç olarak modern dünya; bizi temel maddi ihtiyaçlarımızı karşılamaya yönelik maddi zekâ ve akli maişete hapsetmiştir. Öyle hapsetmiştir ki bütün algılarımız, görünen maddi dünya ile uğraşmaktan görünmez mana dünyasına yabancılaşmıştır. Bilinmezlik dünyasıyla yeni bağlar kuramıyoruz. Yeni muhakemeler yapacak soruları soramıyor, bilimin ve ahlakın bileşkesiyle cehaleti engelleyemiyoruz. Âleme bir bütünlük içinde bakan, maddi ve cüzi aklın kaynağı ve ilahi bir yönü olan külli akıl düzeyini yakalayamıyoruz.
Maddi dünyada kazanma ve sahip olma savaşı veren akıl düzeyimiz, gerçek ötesi hakikatlere ulaştıracak daha üst akıl düzeyine ulaşmamıza engel bir hal alıyor. Bir anlamda aklımızın aklını kullanamıyoruz. Aklımızı, cüzi düzeyden külli düzeyde kullanacak aktif bir çaba içinde olmamız elzemdir. Böylece bilgiden bilgeliğe, somut verilerden sezgilere, tabiattan tabiat ötesine, maddeden manaya, keşiften ilhama, ‘ben’den ‘biz’e, hazdan aşka yol alabiliriz. Ve işte o zaman maddeye inanmak ve teslim olmaktan yabancısı olmadığımız manaya gerçekten inanıp emanet olabilecek kendini bilme yolculuğuna talip olabiliriz.