Çarşamba günü ABD Dışişleri ve Hazine Bakanlarının Şubat'ın 5'inde başlayacakları Çin ziyaretlerinden ne bekleyeceğimizi konuşuyorduk.
Çarşamba günü ABD Dışişleri ve Hazine Bakanlarının Şubat’ın 5’inde başlayacakları Çin ziyaretlerinden ne bekleyeceğimizi konuşuyorduk. İki taraftan da ziyaretin çok hoş karşılanmadığı ama aynı zamanda da hoş karşılandığı yönünde çelişkili haberler geliyordu. ABD ve Çin arasında özellikle Biden yönetimi altında süren teknoloji savaşı ve ABD’nin Çin’in çevrelenmesi fikriyle yaşadığı düşünüldüğünde pek çok yorumcuya göre gerçek bir yumuşama anının yaşanmasından uzaktık. Zaten Pentagon’da teşviki mesaide bulunmuş eski isimler birbiri ardına 2027, 2030, 2035’e kadar Tayvan üzerinden başlayacak bir Çin-Amerika savaşından dem vurdukları açıklamalar yapıyorlardı. Ama bu ziyaret planlandığına ve Janet Yellen da uçağa Blinken ile birlikte bineceğine göre bir gündemin var olduğunu, bu gündemin iki başkent arasında artan gerilimi yönetmekle ilgili olduğu kadar ikili ticaretin devamıyla da ilgili olduğunu söyleyebilirdik. Biden’ın Çin’e daha fazla Amerikan malı satarak ticaret açığını azaltmak, ABD ekonomisindeki toparlanma eğilimini güçlendirmek istediği biliniyordu. Gelecek ABD seçimleri, bir tür kimin “öncelik ABD’ye” politikası daha cazip yarışına dönüşecek gibi görünüyor. Bu yüzden bir grup Cumhuriyetçi senatör Blinken’e bir mektup yazarak Çin gezisini “paranın gücü adına” Beijing için bir propaganda zaferine dönüştürmeme uyarısında bulunmuşlardı.
Balon paniği Blinken’i durdurdu
Ve Cuma günü geldi çattı, Montana semalarında görüntülenen yuvarlak cismin Çin casus balonu olduğu Pentagon tarafından açıklandı. O andan itibaren ABD, bir tür balon paniği ile sarsılıyor. Gerçi bu sarsıntı bir tür sosyalleşme fırsatına da dönüşmüş durumda, renkli görüntüler basına yansıyor. Amerikan vatandaşları ellerinde otomatik silahlarla birlikte balonu gözlüyorlar. Hoparlörlerden balonu vurmak için ateş etmeyin, çok uzakta vuramaz, başkalarına zarar verirsiniz uyarıları yapılıyor. Kısaca artık balonun -böyle bir işlevi varsa da- casusluk yapacak bir yanı kalmadı. Olayı daha bilimsel zeminde tartışanlar ve ABD açığından “balon açığından” bahseden köşe yazıları da yayınlandı. Gözlem balonlarının istihbaratı faaliyetinde kullanılması, uydular filan varken, gerekli mi gereksiz mi tartışması bir yana bu olayı egemenlik hakları açısından kabul edilmez bulan Washington, Blinken ve Yellen’in ziyaretini belirsiz bir başka bir tarihe ertelediğini açıkladı. Kısaca atmosfer, balon korkusuyla olsun, halk arasında Çin’den beklenen olası saldırı ile ilgili farkındalıkla olsun, yeni Pear Harbour yaşanıyor nidalarıyla olsun bir Soğuk/Ilık savaş atmosferini hatırlatıyor. Bu arada balonun çıkarttığı tüm bu yaygara arasında çarşamba ile cuma günleri arasında yaşanan çok önemli bir gelişme fazla tartışılmadı.
Güneydoğu Asya’da filler ve çimenler
Perşembe günü ABD Savunma Bakanı Austin, Filipinler’de Amerikan varlığını son 30 yılda görülmemiş bir biçimde artıracak üs ve savunma anlaşmalarını Manila ile imzaladıklarını duyurmuştu oysa. ABD’nin 1990’larda Filipinler’i terk etmesine neden olan havayı hatırlayanlardan biri olarak nereden nereye diyorum. Amerikan’ın Filipinler’deki varlığı insan hakları ihlalleri olarak etiketleyebileceğimiz olumsuz bir gündemin parçasıydı ve Filipinler de Amerikalıların geri dönüşünün bugün bile protestolara sebep olduğu düşünülürse bu gündemin unutulması da söz konusu değil. Ama 1990’lar Asya-Pasifik’te güven artırıcı önlemlerden, sivilleşmeden, çatışma çözümünden ve silahsızlanmadan bahsedildiği bir dönemdi. ASEAN düzeninin en parlak günleri henüz gelmemişti ama işlevsel işbirliği, ticaret, akıllı şehirlerin merkezinde olduğu ekonomik kalkınma gündemi, tüm büyük güçler ile uyum içinde yaşama, hatta hepsiyle ticari ilişkilerin kurulabileceği bir dünya hayal ediliyordu. Soğuk Savaşı tepişen fillerin altında farklı biçimlerde ezilerek geçiren Filipinler’in de dahil olduğu Güneydoğu Asya devletleri çimenlerin hükümdarlık kuracağı, fillerin çimenlerin daha da yeşermesi için su taşıyacağı bir rüya içerisindeydiler. Bu rüya güzel bir rüya idi ve başta Çin’in zenginleşme hevesi bu rüyayı 2010’lara kadar görülebilir bir rüya olarak tedavülde tuttu. Bu rüyanın uzun süre daha devam etmemesinin pek çok nedeni var. En başta ASEAN bölgedeki sorunların çözümü için kuvvet kullanmama prensibi gibi çeşitli asgari ilkeler getirmeyi başarmış bir örgüttü ama sorunlara gerçek bir çözüm bulmayı, çatışmanın önlenmesinin ötesine geçmeyi başaramadı. Ancak bugün ASEAN’a dayalı güzel rüyanın sona ermesinin en görünür nedeni, fillerin kenarda beklemekten sıkılıp yeniden çimen zeminde tepişmeye başlaması elbette.
Filipinler’e Amerikan askeri varlığının dönüşü
Filipinler ile yapılan anlaşma ile ABD; Avusturalya, Japonya, Güney Kore ve Guam’dan sonra Pasifik’teki kendi ve müttefikleri için sunduğu ileride savunmasını güçlendirmekle kalmıyor; Güney Çin Denizi’ne de böylece geri dönüyor. Güney Çin Denizi, kıyıdaş ülkeler için netameli bir yer, çünkü egemenlik talepleriyle yakından ilişkili bir paylaşım sorununu içeriyor. Üstelik bu taleplerden bir kısmı da giderek askeri gücünü, hava ve donanma unsurlarını kuvvetlendiren, Pelosi’nin ortalığı karıştıran Tayvan ziyaretini Tayvan’ı -ki o da Güney Çin Denizi’nde hak iddia ediyor- nasıl çevreleyebileceğini gösterme fırsatına çeviren Çin Halk Cumhuriyeti’ne ait. Beijing’in egemenlik konuları söz konusu olduğunda kuvvet kullanımına başvurmasına olanak tanıyan bir ulusal güvenlik kültürü olduğu da malum. Bu durum bölge devletlerini ABD’nin yeni ittifak arayışının bir parçası olmaya itiyor. Hep ifade ettik ABD’nin Pasifikteki yeni ittifakları için benimsediği temel felsefe, bölgede kurduğu eski ittifak sisteminin ruhundan çok da farklı değil. Merkezinde ABD’nin olduğu, her birine farklı güvenlik sözleri, garantileri, teknoloji paylaşımı vaatleri verilmiş, esnek, hiyerarşik görünmeyen ama hiyerarşik olan ikili ya da üçlü-dörtlü ittifakların sonuçta Hint-Pasifik alanında bir ağ gibi kontrol alanı oluşturmasından bahsediyoruz. Filipinler, ABD’nin eski ittifak sisteminin de bir parçası olduğu için bugün bu sistemin tekrar parçası olmanın getireceği imkân ve risklerin farkındadır. Anlaşma, imkanlar konusunda kamuya açık bir şey söylemiyor ama Pasifikteki kutuplaşmanın uzun süreceği düşünüldüğünde (ABD belgelerinde bu durum, rekabette bir arada yaşamak olarak ifade edilmiş) Filipinler’in ABD ile (tabi ki asimetrik) bir karşılıklı bağımlılık inşa etmek ve bu kutuplaşma dönemini bu bağ üzerinden sağ salim ve biraz da kazançla atlatmak gibi bir derdi olduğunu düşünebiliriz. Beijing, pek tabi, bu karar karşısında köpürdü ve savunma anlaşmasını bölgesel istikrarı tehdit eden bir gelişme olarak nitelendirdi.
Riskler ne?
Üsler söz konusu olduğunda en büyük risk, bir ülkenin topraklarındaki Amerikan varlığının rakip için bir hedef haline gelmesidir. ABD’li stratejistler de bu riskin farkındalar, bu yüzden Filipinler’de yeni oluşturulacak Amerikan varlığının askeri personel yığını olmayacağını belirtiyorlar. Austin’in açıklamalarından askeri üssün/üslerin kalıcı olarak düşünülmediği de anlaşılıyor. Uzmanlara göre Filipinler’deki ABD varlığının en önemli işlevi gerekli hava savunma sistemlerinin koruması altında bir çatışma veya harp durumunda lojistik akışını sağlamak olacak. Çin’in kör gözüne parmak sokmamak için olacak buradaki Amerikan varlığının alan kapatma işlevinden, ABD adına gövde gösterisi olduğundan pek bahsedilmemiş. Ayrıca haritada Filipinler ve Tayvan’ı bulup, resme bir de bu buluşunuzun üzerinden bakarsanız, Filipinler’deki varlığın Tayvan’a sağlanan caydırıcılıkla yakından alakalı olduğunu da anlarsınız. ABD’nin Tavyan’a yönelik stratejik belirsizlik denilen politikası değişmedi. Hala resmi olarak tek Çin savunuluyor ama kimse adanın Çin-ABD ilişkilerinde çatışma çıkarma ihtimalini yadsımıyor. Bu anlaşma sonrası Filipinler de bu kutuplaşmanın parçası olan tüm aktörler gibi, Tayvan krizinin bir parçası olma riski ile karşı karşıya. Maşallah, Filipinler meselesi üzerinden Amerikan basınına demeç veren isimler de bu riski ve bu riskin ABD’ye sağlayacağı kazancı hiç saklamamış. Bir yorumcuya göre, Çin artık füzeleriyle filan daha fazla hedefle uğraşmak zorunda kalacak.
Aslında ABD’nin Amerika’nın hedef olabileceği sahaların sayısını artırması Kuzey Kore gibi rakip diyemeyeceğimiz ama kesinlikle tehdit olabilecek (orta menzilli füzelerini geliştiği düşünüldüğünde) aktörler karşısında akıllıca bir strateji. Böylece ABD kendi uğrayacağı hasarı azaltırken, ikinci vuruş gücünü öldürücü hale getiriyor. Ama Çin’in kuvvet yapılanmasının, coğrafi derinliğinin Kuzey Kore ile mukayese edilemeyeceği de unutulmamalı. ABD’de hava Çin ile bir savaşa hazırlanıyoruz ya da Çin bizimle bir savaşa hazırlanıyor, balonları tepemizde tadında olsa da ABD-Çin doğrudan askeri kapışmasının kolay başlayacak ve kolay bitecek bir çatışma olmayacağının herkes farkında. O nedenle Beijing, ABD’nin Güney Çin Denizi’ne inişini ileride savunma, Tayvan’a yardım, Filipinler’in egemenlik taleplerine destek çerçevesinde almıyor-ki bu çerçeve de Çin için çok rahatsız edici olurdu-. Çin’in algısında ABD’nin yaptığının tek bir adı var: Çin’i çevrelemek.