Atatürk; sadece Türk tarihinin değil, dünya tarihinin de en büyük komutanlarından ve liderlerinden biridir.
Atatürk; sadece Türk tarihinin değil, dünya tarihinin de en büyük komutanlarından ve liderlerinden biridir. Ona bu hem ulusal hem evrensel tarihi kişiliği kazandıran yalnızca iyi bir komutan, iyi bir lider olması değil; gerçekçi olması, atacağı adımların zamanını zeminini doğru tayin etmesi, elindeki imkânları en akılcı bir şekilde değerlendirmeyi bilmesidir. Atatürk hiçbir zaman hayallere kapılmamış, macera peşinde koşmamış, hiçbir işi şansa bırakmamıştır. Önderlik ettiği toplumun ve ülkenin potansiyelinin bir zerresini ziyan etmeden yararlanmanın matematik hesaplarını yapmıştır. Başarısının sırrı budur. O, hayata, olaylara daima gerçekçi yaklaşmış; sınırlarını bilmiş; eylemlerinin ölçüsünü ve dozunu iyi ayarlamıştır.
Atatürk için yapılacak en kısa ve en doğru değerlendirme şudur: İyi ki Türk tarihinin kritik bir döneminde, Türk milletinin hayatında bir Atatürk ortaya çıkmış ve rol üstlenmiştir.
Ama biz Türk toplumu olarak ona yaklaşmanın, onu anlamanın henüz bir ölçüsünü, ayarını bulabilmiş değiliz. Onu olduğu gibi kabullenemiyoruz. O elbette sıradan bir insan değil, olabildiğince sıra dışı bir insan, ama sonuçta yine de insan. Biz ise ona her türlü eksikten, kusurdan, zaaftan arınmış; insanüstü, doğaüstü bir varlıkmış gibi yaklaşıyoruz.
Bu dünyaya gelmiş ve geçmiş, çok önemli roller üstlenmiş bütün büyük insanların insan olmanın doğal sonucu olarak kusurları, zaafları olmuştur. Onların büyüklüğüne inanan insanlar nazarında bu kusur ve zaaflar onların büyüklüğüne hiç zarar vermemiştir. Ama bizler Atatürk’ün de bir insan olarak yanlışları, zaafları olabileceğini kabul edemiyoruz.
İşte böyle bir yaklaşım ona, yanılmaz, hata etmez, gücü kudreti sınırsız, doğaüstü adeta tanrısal bir nitelik kazandırıyor. Böyle nitelenince de laik/seküler bir dünya görüşünün sahibi olan insanı en koyusundan dinsel/mistik kavramlarla anlatmaya kalkışıyoruz.
İki küçük örnek:
Elimizi yüzümüze kapıyoruz,
Biz sana tapıyoruz.
Varsın, teksin, yaratansın,
Sana bağlanmayanlar utansın. (Aka Gündüz)
İşte geldim dizüstü, gözlerim dolu dolu
Rab kulu olsun eller, bizler Gazi’nin kulu. (Behçet Kemal Çağlar)
Bu anlayış, bu algı yayılınca hem gerçek, hem de sanal âlemde “Olmasaydın olmazdık” gibi alabildiğine mistik sloganlar tekrarlanıyor. 78 yıl önce bu fani âleme veda etmiş olan insanın Anıt Kabirden kalkıp ülkenin sorunlarını çözmesi beklentisine giriliyor.
10 Kasım 2016, Atatürk’ün ölümünün 78. Yılı. 78 yıldan beri her 10 Kasım, Atatürk’ün ölümüne, yokluğuna hayıflanarak, feryat ederek bir mateme dönüştürülüyor. 10 Kasımlar; onu daha iyi anlamanın; onun nihai hedefi olan Türk vatanının mamur, Türk milletinin mutlu ve müreffeh hale getirilmesi çabasının fırsatına dönüştürülmüyor.
Bu 10 Kasım’da da halk her yıl olduğu gibi Atatürk’ü anmak ve ona bağlılığını ifade etmek için Anıtkabir’e, Dolmabahçe’ye ve meydanlara akın edecektir. Saat 09.05’te bir dakikalığına tüm Türkiye’de hayat duracaktır.
Acaba bu gösteriler, bu eylemler, bu toplumun Atatürk’ü doğru dürüst anladığının, onun bu halktan beklentilerinin karşılandığının kanıtı olabilir mi? Türkiye’de Atatürk için yazılmış binlerce şiirden biri olan ve içinde,
Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız
Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil
Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar
Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar
Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
dizelerinin de geçtiği Halim Yağcıoğlu’nun “Atatürk’ten Son Mektup” adlı, Atatürk’ü çok iyi anlayan ve anlatan şiirini okuyup üzerinde düşünmek; Atatürkçülüğe, 10. Yıl Marşı’yla kendini avutmaktan daha fazla yakışmaz mı?