HİÇ BİTMEYECEK BİR İSTANBUL ÖYKÜSÜ

Fehmi KETENCİ 21 May 2016

Fehmi KETENCİ
Tüm Yazıları
Evet yıllardır hiç bitmeyen, yarın daha iyi olacak avuntularıyla yılların geçtiği ama sonu hep aynı olan hayallerin, ama asla gerçek olamayacak hayallerin egemen olduğu bir İstanbul öyküsüdür bu..

Evet yıllardır hiç bitmeyen, yarın daha iyi olacak avuntularıyla yılların geçtiği ama sonu hep aynı olan hayallerin, ama asla gerçek olamayacak hayallerin egemen olduğu bir İstanbul öyküsüdür bu.. 

Bu öykünün adını hepimiz biliyoruz; tekmili birden, aklımızı, yaşantımızı paramparça eden bu öykünün adı “İstanbul Trafiği”dir. Şu trafik karmaşasına yıllardır İstanbul’da yaşayan ve otomobil kullanan bir vatandaş olarak bir türlü akıl sır erdiremedim. Yaklaşık 1970’li yılların başından beri İstanbul’da çeşitli bölgelerdeki iş yerime gidiş gelişte bir çok ana ve tali yolu kullandım ve büyük sıkıntılar çektim. Ve gözlemledim ki, aynı yolları hala kullanıyor olmama karşın bazı bölgeler var ki oralarda süregelen trafık karmaşası konusunda en ufak bir değişiklik olmamış...

Aynı sıkıntılar, trafikte yaşanan aynı karmaşa ve günün belirli saatlerinde, sanki ayarlanmış gibi, birbirine tıpatıp benzeyen biçimde, o bölgelerdeki yollarda devam ediyor ve kangren haline gelmiş bu sorunların çözümünde bir adım bile yol alamamışız. Yaklaşık 60’lı yılların başından beri İstanbul’da hemen hemen aralıksız süren bir yaşantım var. Görevim nedeniyle çok gezen biri olduğum için İstanbul’un sosyal yaşamındaki değişimleri gözlemleme fırsatım da oldu. Benim hatırladığım 1960’lı yılları hatta hatta 70’li yılların İstanbul’u ile şimdiki İstanbul arasında her bakımdan dağlar kadar fark var. Bugün teknolojinin nimetlerinin sergilenmesi ile, Avrupa’daki bazı ülke nüfuslarının üzerine çıkan nüfus yoğunluğu ile dünyanın en büyük metropollerinden biri olarak tanınmasına ve tabii ki tarihi misyonu ve kültür varlıkları ile anılmasına karşın o yılların İstanbul’unu aramamak, özlememek mümkün değil. Geriye baktığımızda, anımsadığım kadarıyla her dönemde İstanbul’un belirli bölgelerinde trafik yoğunluğuna rastladığımız hala belleklerimizde. Ana arterler ve genelde giderek çoğalan alişveriş bölgelerine gidiş gelişlerde bu yoğunluk günün sabah ve akşam saatlerinde hep vardı...

Yeri, zamanı ve neredeyse günü bile belli olan bu yoğunluklara dayanmak, o yoğunlukları yaşamanın bile ayrı bir keyfi vardı. Bugün gelinen noktada işin keyfi kalmadığı gibi artık çekilmez hal aldı dersek yeridir. İstanbul’un trafiğini rahatlatmak, özellikle toplu taşıma sorununa çözüm bulabilmek için bir çok proje başlatıldı. Bir kısmı işler halde, bir kısım büyük projede ise oldukça hızlı bır gidişat var. Yıllar önce başlatılan metro, metrobüs, tranvay, ve raylı sistemler, boğaza dizilen köprüler İstanbul’un birçok bölgesinde trafiğe nefes aldırdı.

Ancak; gözümüzü tüm büyük projelere, yapılaşmalara dikmişken, çözümün sadace o yolla oluşabileceğine konsantre olmuşken bir çok küçük, lokal çözümleri göz ardı ediyoruz. Büyük işlerle uğraşırken detay denen küçücük gibi görünen ama oldukça önemli olan o çözümlere gereken önemi veremiyoruz. Aslında, İstanbul trafiğinin giderek büyüyen ve bir türlü kesin çözüm bulunamayan gerçek sorunu budur... İstanbul’un büyük projelerin yanısıra acil ihtiyacı olan; trafik yoğunluğunun yarattığı karmaşada, tek nefes olan ulaşım yaşamının, küçük, lokal müdahalelerle nefes almasının sağlanmasıdır. İşte asıl unutulan, belki de biraz gözardı edilen, ihmal edilen budur. Asıl tedavi edilmesi gereken bu küçük yaralar artık kangrene dönüşmeye başlamış, günü birlik müdahalaler yeterli olamamaktadır. Bu  bölgelerde öyle yollar ve kavşaklar vardır ki, oralarda ki trafik karmaşasında yaşananların ve insanların çektiği eziyetlerin yazılası, şikayet edilesi bir yanı kalmamıştır. İstanbul bu. Büyüklüğüne yakışır trafik öyküleri bitmez.