"Oldukça yaratıcı, bir o kadar da vurdumduymaz, gününü gün etmeye çalışan, yaşam gerçeklerini önemsemeyen ilginç bir toplumuz.
Geçtiğimiz hafta şu anki durumumuzu anlatan şöyle bir paragrafla yazıma başlamış, toplum olarak nasılız onu anlatmaya çalışmıştım.. Bu anlatımlarım bir yıldır yaşadığımız pandemi dönemine mahkum olmadan önceki yaşamımızdan yansıyanlardı. Ne yazmıştım bir daha hatırlamak istiyorum. Kısaca şunları yazmıştım;
“Oldukça yaratıcı, bir o kadar da vurdumduymaz, gününü gün etmeye çalışan, yaşam gerçeklerini önemsemeyen ilginç bir toplumuz. Hiç beklenmedik bir anda, şaşırtıcı tepkiler verebilen, kısa süre sonra, ansızın çabucak değişebilen bir görüntü sergileyen, akla hayale gelmez kimliğe bürünebilen ortamların baş aktörü olabiliriz. Bilerek veya bilmeden mi yaptığımız konusunda pek net analizler yok ama, bu durum araştırmaya değer önemli ve örnek olabilecek sosyal yaşam kesitlerimizden biridir.”
Bugünkü durumumuzun ve yaşadıklarımızın bu halimizden bizlere neler bıraktı? Veya bizlerden neler alıp götürdü bu konuda çok net şeyler söyleyemiyorum ama, şu an ki durumumuza bakarsak bizlerden önemli şeyler alıp götürdüğünü söyleyebiliriz. İnsanı ayakta tutan, yaşama sarılmasını sağlayan moral motivasyondur. Bu özelliklerimizdeki yıpranmışlığımız uzun süre onarılamayacak durumda.
Moralim bozuk, direncim tahmin ettiğimden daha iyi ki, hala ayakta durabiliyor, pandemi ortamında kendimi korumaya çalışıyorum. Allaha şükür ki, dizlerimin ağrıması ve iyice hantallaşan adalelerimin bana yüklediği hareket kısıtlaması dışınde bir sorunum yok gibi görünüyor.
Bu hafta farklı yerlerden alış verişler yapmak için üç gün dışarı çıkmak zorunda kaldım. Gördüm ki, tonlarca yük taşımış gibi iyice hantallaşmışım. Eve döndüğümde yorgunluktan enkaza dönmüş gibiydim.
Bu durumda olan, moral olarak çökmüş bir insanın direncini sağlam tutabilmesi çok da kolay değil. Bu durumdaki bizlerin, böylesine unutulmuş olması hiç doğru olmayan bir uygulama. Haftanın beş günü, saat 10.00 ile 13.00 saatleri arasında dışarıya çıkabiliyorsun, ondan sonra “evde kalacaksın” dediklerinizin, biraz moral desteğine ihtiyacı olduğunun farkında mısınız bilemiyoruz ama, çok daraldığımızı, iyice sıkıldığımızı, virüsten değil, bu yaşadıklarımızdan oluşacak biyolojik ve pisikolojik çöküntüden ölebileceğimizi gözardı etmezseniz daha iyi olacak.
Belirlenen bu saatler arasında dışarı çık, fazla uzaklaşmadan ortalıkta dolaş ve asla uzağa gitme sakın. Aslında istesek de uzağa gidemeyiz. Korkudan minibüslere binemiyoruz. Toplu taşımaya binmemiz yasak. Zaten binemeyiz de. Çünkü elimizdeki 65 yaş ücretsiz kartlarımız kullanıma kapalı. Benim Basın Kartım var ama onu da kullanamıyorum. Basın çalışanları kısıtlamalarda izinli. Ancak, seyahat kartlarımız kapalı olduğu için toplu taşımaya da binemiyoruz. Binebilsek bile, kimse basın mensubu olmamız nedeniyle izinli olduğunuzu bilemez. 65 yaşın toplu taşıma yasağı olduğundan, orada tartışma ve olay çıkacaktır. Kısacası minibüse binemeyen, toplu taşımaya binmesi yasak olan biz 65 yaş üstüler, haftanın belirli saatlerinde sokağa çıkabiliyoruz ama, dolaşmak için çıktığımız o sokaklar bizler için çıkmaz sokak gibi..
Artık, kısıtlama bildirilerinde biz 65 yaş üstülerden hiç söz edilmiyor bile.
Yok gibiyiz, unutulduk mu ne!
BİR TUTAM TEBESSÜM
“ANAMDAN DOĞDUĞUM GİBİYİM!”
Temel ile Dursun iyice yaşlanmıştı.
Bir gün oturmuş şu anki yaşamları ve durumlarıyla ilgili olarak dertleşirler.
Yaşlı halinden iyice şikayetlenmeye başlayan Dursun başlamış söylenmeye;
- “Ula Temel, bu yaşlılık ne zor şeymiş. Başım, kolum, bacağım, belim, bağa şimdi en çok lazım olacak her yerim ağırıyı. Ben kendumi hiç iyi hissetmiyirum”.
Dursun’un şikayetlenmesinden pek de etkilenmemiş görünen Temel, hafif tebessümle Dursun’u dinlemiş ve konuşup kendi durumunu anlatmaya başlamış;
- “Ula Dursun, ben iyiyim, kendimi çok rahat ve mutli hissediyurum. Yaşıma hiç da aldurmayırum. Şu anda, anamdan doğduğum ilk günki gibiyim. Kafamda saçum yok, ağzımda hiç dişim kalmadı. Altıma edeyirim hiç haberim olmayi, o kadar rahatım ki!”.