Bu dünyadan sağ çıkmayacağımız belli. O halde neyin kavgasıdır bu. Daha çok malın, mülkün, statünün ve şöhretin insanı tükettiğini açıkça gördüğümüz halde nedir bu güç sevdası ve tatminsizlik? Bilgi çağında hayatımız, neden bildiğimiz doğrudan ve inandığımız güzelden sapıyor da başka yolların yolcusu oluyor? Davranışlarımız, neden bildiğimiz ve inandığımızın dışında gerçekleşiyor?
Ruh bilimi, psikoloji ve davranış bilimlerinin üzerinde giderek daha fazla durduğu bir konudur bu. Zira günümüz insanı ve toplumlarının en önemli çıkmazı, bilimsel olarak kabul ettiğimiz ve inanç olarak iman ettiğimiz birçok konuda tam tersi davranışların sergilenmesidir. Zihin âlemimizde olup bitenleri davranış âlemimize dönüştüren esas süzgeç irademiz olduğundan çalışmalar bu alanda yoğunlaşıyor. Teorik ve deneysel araştırmalar, fert ve toplum düzeyinde bir irade zayıflamasının yaşandığını, bunun temel nedeninin de şükretme eksikliği olduğunu ortaya koyuyor.
Beden, Zihin, Ruh
Şükür kavramı, temel bir insani duygu olarak ahlak, din, felsefe, sosyoloji ve ekonominin konusu olmuştur. Dini bir kavram algısından dolayı yeni yeni psikolojinin ilgisini çekmiştir. Nitekim daha çok psikolojik bozukluklarla ilgilenen psikolojinin temel eserlerinde örneğin “Encyclopedia of Human Emotions”da (Levinson, Ponzetti, & Jorgenson, 1999) şükür, insana iyi hissettiren bir duygu olarak yer almamıştır. Ancak pozitif psikolojinin öncülerinden Seligman ve arkadaşları (2002) ve yakın zamanda Emmons (2009), gerçek mutluluk ile şükür arasındaki ilişkiyi belirgin biçimde ortaya koymuşlardır.
İnsanın yaşamı; beden, zihin ve ruh sacayağının üzerinde dengesini bulmaktadır. Beden görünür maddi istek ve ihtiyaçlarımızı, ruh görünmez manevi ihtiyaçlarımızı temsil ederken zihin, bir terazi ile bu ihtiyaçların yaşam dengesini sarsmayacak şekilde karşılanmasını sağlar. Beden, maddi hazların; ruh, manevi hazların; zihin ise mantık odaklı objektifliğin merkezidir.
İşte temel sorun zihnimizin bizi yanıltmaya belki de aldatmaya başlamasıdır. Sorun zihnimizin yer yer objektifliğini yitirmesi ve ruhsal isteklerimizi ihmal ederek salt bedensel isteklere taraf olmasıdır. Bunun temel nedeni zihin terazisinin objektifliğini sağlayan yegâne güç odağı olan şükür duygusundaki aşınmadır.
Şükür, mekanik bir motordaki suyun, belirli bir ısının ötesine geçmesini engelleyen ve kendiliğinden harekete geçerek onu dengeleyen bir sistem gibidir. Şükür duygusu azaldıkça zihnimiz, elimizdekileri yeterli görmüyor ve dahası için taraf oluyor. Daha da vahimi, zihnimiz bir süre sonra bedensel hazların temsilcisi olarak estetik ve ruhsal isteklerimizi görmezden gelebiliyor. İrfan geleneğimizin Şahlarının, akıl yetmez demeleri bundan olsa gerek.
Aktif Şükür
Kapitalist hayat anlayışı, tüketim çılgınlığı, sanal yaşam alışkanlığı gibi nedenler, bugün dünya insanını, elindekiyle yetinmeyen, daha çok sahip olma duygusuyla adeta kamçılayan ve ihtiyacın giderilmesiyle tatmin olmayan bir hale getirmiştir. Daha fazla tüketme derdiyle harekete geçen, salt kendi için çaba gösteren ve nihayet kendi gerçeğinden uzaklaşarak narsisizme yolcu olan bir davranış düzleminden söz ediyoruz. Çünkü hayatımızı dengeleyen şükür uyarıcısı yeterince devrede değildir.
Bunun içindir ki bugün yeryüzünde birey ve toplumlar düzeyinde varoluşsal bir tatminsizlik ve mutsuzluk dalga dalga yayılıyor. Olanla ve olana şükredemeyen ve rıza göstermeyenler, ciddi psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalıyor.
Dolayısıyla şükretmek, psikolojinin de temel kavramları arasına girmiştir. Kişi ve toplumun mutluluğu ve yaşamda insan odaklı bir farkındalığın oluşması için şükür duygusunun yitirilmemesi önemlidir. Fiziksel ve ruhsal sağlığımız kadar gelişimimizi de destekleyen ve yaşamla başa çıkmanın ilacı konumundaki şükür ile miskin bir hayatı ve pasifliği kastetmediğimiz açıktır. İçinde bulunduğumuz zamana kıymet vererek sorgulayan bir zihne sahip olmaktan ve aktif şükrü, belaya bile hamd edecek bir irtifaya kavuşturmaktan söz ediyoruz.