Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) 16 yıl önce bugün, bir salı günü Ankara'da Bilkent Otel'de çıkmıştı milletin huzuruna.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) 16 yıl önce bugün, bir salı günü Ankara’da Bilkent Otel’de çıkmıştı milletin huzuruna. Ankaralı gazeteciler olarak hepimiz merakla bekliyorduk Türk siyasi hayatının bu yeni partisini. Aslında siyasette estirdiği rüzgârı tam olarak okumuştuk, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını hissetmiştik. Bu arada, bu yeni siyasi parti ile 27 Mayıs’ta inşa edilmeye başlanan, 12 Eylül ile anayasal güvenceye alınan “Prokrustes(*) devlet” arasında yaşanacak gerilimin nerelere varacağını kestirmeye çalışıyorduk. İstanbul Ankara’ya “yasaklı bir lider” gönderiyordu ve biz, Ankara’da 14 Ağustos 2001’de yapacağı konuşmayla onu karşılıyorduk.

Partinin kuruluş dilekçesinde 71 imza vardı, milletvekili olan 53 kişinin de katılmasıyla 124 kişilik bir Kurucular Kurulu oluşturulmuştu. Tayyip Bey, partinin adını koymuştu: AK Parti. Amblemi de onun seçimiydi. Tüzüğü hummalı çalışmalar sonunda hazırlanmıştı, en dikkat çekici maddelerinden birisi bugün bile tartışılan milletvekilliğinin üç, parti genel başkanlığının beş dönemle sınırlandırılmasıydı. Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan, yeni partinin kuruluşunu Türkiye’ye ve tüm dünyaya ilan edecekti artık. Dün gibi gözümün önünde, tarihe tanıklık etme merakım sebebiyle her anını hafızama kazımıştım. Hiçbir detayı unutmamalıydım, sanırım unutmadım da. Tayyip Bey kürsüdeydi. O gün yaptığı konuşmadan herkesin aklında kalan “Bugünden sonra Türk Siyaseti’nde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Buna inanın” cümlesi olmuştu.

AK PARTİ’Yİ DOĞURAN SIR

Bense, konuşması sırasında anlattığı Türkiye fotoğrafına kilitlenmiştim, bugün geriye sarıp baktığımda da aslında AK Parti’yi doğuran ve 15 yıldır hiç seçim kaybetmemesini sağlayan sırrın bu fotoğrafta saklı olduğunu görüyorum. Erdoğan, partisinin kuruluşundan önce gerçekleştirdiği yurt gezilerinde insanların kendisine “Yorgunuz, üzgünüz, kırgınız ve gelecekten umutsuzuz. Hâlâ ne diye bekliyorsunuz?” dediklerini anlatmıştı. Onlara, “Ey amcalar, dayılar, teyzeler, kardeşler, sizler çok güzel söylüyorsunuz ama daha yola çıkmadan beni ve arkadaşlarımı içine sindiremeyip ‘taşra’lı diyenler, Türkiye’nin geleceği daha demokrat, daha zengin, daha özgür olsun diye başlattığımız yürüyüşü engellemeye çalışanlar var. Peki ya onlara ne diyeceksiniz?” diye sorduğunda ise “Türkiye biziz dediler. Ne bir eksik, ne bir fazla, ‘Türkiye biziz.’ 1299’da da 29 Ekim 1923’te de Türkiye hep bizden doğmuştur ve gelecekte de zorluklar karşısında ayakta kalabilmek için moralini, enerjisini, direncini bizden almaya devam edecektir…” ifadeleriyle aldığı cevabı aktarmıştı. “Aslında bu sözlere bir cevap demek de ciddi bir yanılgı olur. Duyduğumuz şey bir cevaptan çok, tüyler ürperten bir çığlıktı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurulmasıyla bugün bu çığlık, Ankara’nın ortasına düşmüştür. Bunu bilesiniz!” diye bitirmişti konuşmasının o bölümünü.

AK PARTİ ŞEHİRLİLEŞECEK Mİ TAŞRALI MI KALACAK?

Ailelerinin üzerinden 27 Mayıs, kendi jenerasyonunun üzerinden ise 28 Şubat geçmiş Demokrat Partili ailelerin, kendi iktidarları dönemlerinde dahi itilmiş kakılmış, çocuklarıydık. İçimizde, şuurumuzda biriktirdiğimiz çığlıklarımız vardı bizim ama kendimize hiç mağduriyeti yakıştırmıyor, burnumuzu yere düşürmüyorduk, o gün belki de bir dert ortağı bulmuştuk kendimize ama çok da emin değildik, soru işaretlerimiz vardı. Fakat, el yordamıyla, Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti’ye bir rol biçmiştik. Bir barış misyonu vardı. Kırgın, kızgın, öfkeli “Öteki Türkiye”yi merkeze taşımasını, Türkiye Cumhuriyeti ile barıştırabileceğini düşünmüştük. Daha sonraları bu “çevreyi merkeze taşımak” olarak tercüme edildi. Evet, AK Parti çevreyi merkeze taşıdı. Bu Türkiye için büyük bir kazanım oldu.

Erdoğan’ın ifadesiyle kendisi ve arkadaşları “taşralı” görülüyordu. Ben bunu yıllarca AK Parti’nin en büyük gücü olarak gördüm, hâlâ da öyle olduğunu düşünüyorum. Referandumda, İstanbul, Ankara, İzmir “hayır” derken, taşranın “evet”i ile Türkiye tarihi bir hükümet sistemi değişikliğini gerçekleştirdi. Şimdilerde değişimden bahsedilirken, “AK Parti şehirlileşsin mi taşralı mı kalsın” değerlendirmeleri sıkça yapılacaktır. Bu tartışmalarda ve değişim sürecinde AK Parti’nin sımsıkı sarılması gereken, kuruluş felsefesindeki, muhafazakâr demokratlıktır. Erdoğan’a partisinin kuruluşu öncesinde yaptığı gezilerde milletin verdiği “biz” cevabının karşılığı budur. Önce muhafazakârları sonra Recep Tayyip Erdoğan’ı kendi ideolojilerine –ki siyasi liberalizm bir ideolojidir- uydurmak isteyenler Erdoğan’ın elini, kolunu kesmeye ya da çekiştirerek boyunu uzatmaya çalışıyor. Hedef belli, şekil vermek, ideolojik yataklarına sığdırmak. Siyasette bunun karşılığı ise yok etmektir. AK Parti öncesindeki siyasi partileri yok olmaya sürükleyen virüs budur.

2013’teki Dağlıca baskınından itibaren başlamış olan şey, esas olarak Türkiye’nin, dâhili olarak Tayyip Erdoğan’ın kuşatılmasıydı. Leyla Zana, “Kürt meselesini Tayyip Erdoğan çözer” dediğinde, Tayyip Erdoğan “en güçlü olan” idi. Çözüm orada görüldüğüne göre çözümsüzlüğün aranacağı öncelikli yer de orası olacaktı. Yani, “çözümsüzlük” üzerine kurulu bir projeksiyonda, yapılması gereken “en güçlü”yü güçsüz bırakmaktı. Yaşananlar bu filmin replikleriydi. Başaramadılar. 16. Kuruluş Yıldönümü’nde Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olarak yeniden partisinin başında. Kuşkusuz AK Parti herkesten daha çok onun sevdası, emeği. Onun milletle birlikte inşa edeceği bir geleceğe yürüyecek.

MUSKA TAŞIYAN ÇOCUKLAR

Daha önce de bir vesile ile yazmıştım. Köylü, çocuğunu okutmak için genellikle ortaokulu, lisesi, hatta bazen sadece ilkokulu olan başka bir köye, kasabaya veya şehre gönderir. Çıkınına kalacağı yere daha az yük olması için çam sakızı çoban armağanı bir şeyler koyar ve mutlaka giyeceklerinin kalbine yakın bir yerine muska diker. O çocukların sırtlarını dayadıkları tek yer anaların duasıdır. Bu çocukların bir çoğunun hikâyesi dünyanın ve Türkiye’nin en etkili üniversitelerinde eğitim almaya kadar uzanır. Bazıları büyüdüklerinde çıkınlarında getirdiklerini unuturlar ve artık muska taşımazlar. Bir bölümü de muska taşıdıklarını hikâyelerine dâhil etmezler. Kimileri ise çıkınlarını unutsalar dahi muskalarını asla unutmazlar. Onlar hep ve her zaman muska taşıyan çocuklardır. Recep Tayyip Erdoğan aslında muska taşıyan çocukların sembolüdür. Bugün, nereye, nasıl evrildiği tartışılabilir ancak bidayetinde AK Parti, muska taşıyan çocukların partisiydi. Büyüdü, kitleselleşti ve daha çok insanın partisi oldu. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti kadrolarının büyük bir kısmının naifliği o çocuğun naifliği, dobralığı o çocuğun dobralığı, esprileri o çocuğun esprileri, gafları o çocuğun gafları, mahcubiyeti de o çocuğun mahcubiyetidir.

“Konjonktürel sebeplerle” o partiyi seven veya “esirgeyen” liberal aydınlar tavsiyeler sıralıyor. Modern Türkiye’nin modern partisine, “Türkiye’ye AB yolunda en fazla mesafe kat ettirmiş” partiye, şimdilerde arkalarına aldıkları Avrupa’daki ve AB’deki Türkiye karşıtlığı ile muskayı da, muska taşıyan çocukları da yakıştıramıyorlar. Ya da muska taşıyan çocukların hiç olmazsa, onlara, onların değerlerine biat etmelerini istiyorlar. Gayet tabii ki her davranışlarıyla “ben aslında sizden biri olmak istiyorum” diyenlerle, muskayı ve çıkınını unutmuş sözde “şehirlileşmiş”lerle iş tutmayı tercih ederler. “Vicdanı ve merhameti” ise hor görüp, dalga geçerler. Bugünlerde, 2019’a giderken bile umutlarını AK Parti’yi sandıkta mağlup etmeye değil, AK Parti’nin AK Parti’yi mağlup etmesine bağlamışlar. Recep Tayyip Erdoğan’a karşı Recep Tayyip Erdoğan’ı aday gösterecekler herhalde!

*Prokrustes: Efsaneye göre, Prokrustes bir haydut ve iki demir yatağı varmış. Kurbanlarını bu yataklara yatırır, boyu yataktan kısa olanları bacaklarından çeke çeke uzatır, uzun olanların bacaklarını da yatağa sığmaları için kesermiş. Günün birinde kahraman Theseus çıkıp gelmiş, hayduta aynı işkenceyi yapmış, bölgesini Prokrustes de dâhil birçok kötü yaratıktan kurtarmış.