Siyasi tarihimizin en vahşi darbe teşebbüssünün birinci yılında o geceyi tekrar yaşadık.

Siyasi tarihimizin en vahşi darbe teşebbüssünün birinci yılında o geceyi tekrar yaşadık. Öyle büyük bir travma ki aslında o gün bugündür adeta her gün tekrar tekrar anıyoruz. Aslında son bir senede yaşadıklarımızın tamamı belki 10 yıla sığmaz, TBMM’de gece Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı beklerken bir milletvekili “Bir senede öyle çok şey yaşadık ki, sadece uzaylıların dünyayı istilası eksik kaldı” dedi.

15 Temmuz’un yıldönümünde TBMM’de sabahladık. Benim için çok farklı bir yeri vardır TBMM’nin. Neler neler yaşamadık orada. 28 Şubat’ı gördük, son dönem liderlerinin hemen hepsini Özal’ı, Demirel’i, Erbakan’ı, Ecevit’i, Baykal’ı, Çiller’i, Yılmaz’ı, Bahçeli’yi, Ağar’ı, Erdoğan’ı, Yıldırım’ı, Kılıçdaroğlu’nu hep o koridorlarda gördük, tanıdık, izledik. Nice hükümet pazarlıklarına, nice krizlere şahitlik ettik. Ama 15 Temmuz gecesi olanların bir benzerini daha öncesi yoktu. Birinci yılında, gece milletin TBMM ile buluşmasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yanı sıra, geçmiş siyasi hayatımızdan katılan yegane lider Tansu Çiller olmuştu. 28 Şubat’taki direnişini ve yalnızlığını unutmam mümkün değil, bugün bazıları tarafından hâlâ anlaşılmamış olsa da demokrasiye, millete olan inancına ve bağlılığına hiç kimsenin gölge düşürmesi mümkün değil. Cumartesi akşamı da İstanbul’da ve Ankara’da milletin yanındaki yerini almıştı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu gündüz yapılan oturuma katıldı ve bir konuşma yaptı. Kemal Bey’in 15 Temmuz’dan sonra yaptığı açıklamaları dikkatle takip ediyorum. Bir kafa karışıklığı yaşıyor. Soru sormak, ihmal olarak gördüğü konuların üzerine gitmek, onları gündeme getirmek, iktidara muhalefet etmek en tabi hakkı, adı üstünde ana muhalefet partisi lideri. Fakat bu “kontrollü darbe” kavramsallaştırması, söylemi benim zihnimde eski CHP’yi hortlattı. Kemal Bey, AK Parti’ye mi muhalefet ediyor, 15 Temmuz darbe girişimini mi aydınlatmaya çalışıyor yoksa CHP içinde bir iç hesaplaşma yolunu mu açıyor acaba diye düşünmeden edemiyorum. Aslında pek de oralı olmuyordum, Kemal Bey’in “kontrollü darbe” ile yaptığı göndermeler, iktidara yahut Cumhurbaşkanı Erdoğan’a muhalefet içeriği taşımaktan yoksun olduğu gibi, bir darbe teşebbüsünü ört bas edemeyecek kadar zayıf karakterli bir iddia. 15 Temmuz’un yıldönümünde TBMM Genel Kurulu’nda, o gece tepesine bomba yağdırılan milli iradenin tecelligâhında dahi “kontrollü darbe” seslendirmesi, demokrasimiz açısından talihsizlik.

KEMAL BEY İTTİHATÇI MI ATATÜRKÇÜ MÜ?

Kemal Bey, eğer bir “kontrollü suikast” ve “kontrollü darbe” arıyorsa, onu bulacağı yer CHP’nin genleridir. Derin CHP’de aradığı kontrollü suikastı bulabilecektir. Mesela Kara Kemal ona “kontrollü suikastı” şöyle anlatmaya başlayacaktır: “Bildiğim, bugünkü ortamda, demokrasi sökmeyecekti. Bunu anladılar. Şeyh Sait İsyanı bahane oldu. Takrir-i Sükûn Kanunu çıktı. İstiklâl Mahkemeleri kuruldu. İsyan mıntıkasındaki mahkemeyi, hadi zorunlu sayalım, Ankara’daki neden gerekli olsun? Terakkiperver Parti’yi kapattılar. Geçenlerde Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne yargıtaysız adam asma hakkı tanıdılar. Birtakım haksız kazanç dedikoduları alıp yürümüştü. Partileri kapatılan muhalif mebuslar Meclis açılınca üstlerine çullanacaktı. Bunu Meclis açılmadan önlemek gerekti. İstanbul gazetecilerini neden Elâziz İstiklâl Mahkemesi’ne gönderdiler de, Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne vermediler? Çünkü, o zaman Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin adam asma yetkisi yoktu. Maksat da, gazetecileri yıldırmaktı. Çok önceden bilindiği, dikkatle izlenildiği anlaşılan bu suikast teşebbüsü de ekmeklerine yağ sürdü. Başından beri beni şaşırtan nedir bilir misin? Kollayarak ilerlemeleri…Önce Terakkiperverlerden birkaç mebusun canını yakmak düşünüldü sanırım, orduyu tedirgin etmek istenmedi. Sonra görüldü ki, şartlar uygun…Bir taşla, iki değil, üç kuş vuracaklar gibime gelir. Muhalif mebusların gürültüsünü, paşaların ordudaki nüfuzunu, ittihatçılığın kökünü hep birden kazıyacaklar…” (Kemal Tahir, Kurt Kanunu, İthaki 2005, Syf:120-121)

Şimdi CHP Genel Başkanı olan Kemal Bey, “kontrollü darbe” ve “kontrollü suikast” iddiaları ile Kara Kemal’e mi yakın duruyor Kemal Paşa’ya mı? Bir adım ötesi, “ittihatçı mı Atatürkçü mü” sorusudur ki, onu ben sormayayım, şüphesiz bugünlerin tarihini yazacak olan tarihçiler tartışacaktır, onların işi.

KİM TİYATRO OYNUYOR?

“Kontrollü suikasttan” gelelim “kontrollü darbe”ye…15 Temmuz hükümet darbesi teşebbüsü, bir çok yönüyle bizim siyasal sistemimizde bütün kötülüklerin anası olan 27 Mayıs’a benzemektedir. 27 Mayıs’ta olduğu gibi emir-komuta zinciri içinde yapılmamıştır, ordu içindeki FETÖ’nün ele başı olduğu bir cunta faaliyetidir, 27 Mayıs’ta oluşturulan Milli Birlik Komitesi gibi Yurtta Sulh Konseyi de 38 kişidir, darbeye giden süreç yine 27 Mayıs’ta olduğu gibi, yargı, medya, akademi, asker kombinasyonu ile hazırlanmıştır. 27 Mayıs’ın başarıya ulaşmasında en önemli etken darbecilerin Cemal Gürsel’i bulmasıdır, 15 Temmuz’u akamete uğratan en önemli unsur ise darbecilerin Cemal Gürsel’ini bulamamış olmasıdır. Emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “15 Temmuz bir askeri darbe girişimi değildir, 15 Temmuz FETÖ’nün silahlı darbe girişimidir” derken bu noktayı tanımlamaktadır. Burada, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın ve diğer kuvvet komutanlarının hakkını teslim edelim. Hulusi Akar veya diğer kuvvet komutanlarından birisi ya o bildiriyi imzalamış olsaydı? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hepsi enterne edilmiş komutanlardan herhangi birisinin kendi vicdanlarını kontrol etmesi mümkün olabilir mi? Birileri tersinden bir tiyatro oynuyor olabilir, orasını şu anda bilemiyorum, ilerleyen günlerde göreceğiz lâkin bir tiyatro oynanıyorsa bile bunu oynayanın Erdoğan olmadığı kesin.

KONTROLLÜ DARBE TEŞEBBÜSÜ

Gerçekleşmemiş darbe teşebbüsleri açısından ele aldığımızda ise bakabileceğimiz iki örnek var, Dokuz Subay olayı bilinen teşebbüs ve Talat Aydemir teşebbüsü. Kemal Bey’in genel başkanlığını yaptığı CHP tarihinin en önemli referans kaynaklarından İsmet İnönü’nün başbakanlığı döneminde yaşanması bakımından Talat Aydemir’in hükümet darbesi teşebbüsünden bahsedelim. 27 Mayıs darbesi gerçekleştirilmiş, 1961’de Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiştir. İdamların ardından yapılan ilk seçimlerde halk Menderes’in mirasçısı olarak ortaya çıkan Adalet Partisi’ne yüzde 35 oy vermiş ve 27 Mayıs’ı meşrulaştırmayı reddetmiştir. 27 Mayıs’ın ordu içinde gerek fikri hazırlık gerek gerçekleştirilmesi aşamasında da rol alan içinde Talat Aydemir’in de bulunduğu sol Kemalist albaylar cuntası (Talat Aydemir’in hatıralarında anlattığına göre onlar kendilerine “komite” diyor) ordudaki varlığını sürdürmektedir. Anayasa profesörü Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanı adayı olmuş ancak istifa etmek ve yurtdışına gitmek zorunda kalmış, Cemal Gürsel cumhurbaşkanı seçtirilmiştir. 20 Kasım’da da askerlerin rahatsız olmayacağı bir formül icat edilerek, İnönü başbakanlığında CHP-AP koalisyonu kurulmuştur. Fakat, Harp Okulu Kumandanı Albay Talat Aydemir’i memnun etmek ne mümkün! Yanına Jandarma Okulu Kumandanı Albay Necati Ünsalan’ı da katarak, “genç subaylar rahatsız” mottosunu üretmiştir. Başbakan İsmet İnönü, 1962 yılının Ocak ayı sonunda Harbiye’yi ziyarete gider. Aydemir, bomboş bir okulla Başbakan’ı karşılar, İnönü Pembe Köşk’e döndüğünde Özden – Metin Toker çiftine, “Maskara! Bir şeyler hazırlıyor! Benim çocuklarla görüşmemden korktu.”

Devrin İsmet Paşası, bir şeyler hazırlandığını biliyor, yerinde teşhis ediyor, lâkin bir tedbir alamıyor (!) ve Talat Aydemir Harp Okulu öğrencileri ile 1962 yılında 20 Şubat’ı 21 Şubat’a bağlayan gece darbe için sokağa çıkıyor, radyoyu ele geçiriyor. Kemal Bey’in mantığından hareket edersek, bu durumda İnönü bütün bunların olacağını bile bile tedbir almıyor ve bunların olmasını bekliyor. Sonra ne yapıyor? “Teslim olacaklar, hepsini emekli edeceğim ama Sıkıyönetim Mahkemesi’ne vermeyeceğim. Kan akıtırlarsa mahkemeye veririm.” diyor. 23 Şubat 1962, Saat 01:00’da Başbakan İsmet İnönü’nün imzasıyla, yazılı olarak “Silahlı Kuvvetler baş komutanının emirlerine uymak ve girişilen harekâta derhal son vermek şartı ile, şimdiye kadar kan dökülmesine meydan verilmemiş olmaması göz önünde tutularak harekâta katılanlar hakkında hiçbir cezai takibat yapılmayacağına hükümet başkanı olarak söz veriyorum” taahhüdünde bulunur. (Talat Aydemir, Hatıratım, Yapı Kredi 2010). Talat Aydemir kabul ediyor, İnönü hepsini emekli ediyor, irtibatlı gördüklerini Ankara dışına gönderiyor. Yine Kemal Bey’in bugünkü anlattıklarına aklımız yatsa, “İsmet Paşa darbecilerle pazarlık yaptı. Kendisini yargının yerine koydu” filan dememiz gerekecek!

Şu işe bakın ki İsmet Paşa’nın emekli ettiği Aydemir, 21 Mayıs 1963’te tekrar ortaya çıkıyor. Tankları yürütüyor, devlet dairelerini kuşatıyor. Binbaşı Fethi Gürcan, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve komutanların toplantı yaptığı sırada Çankaya Köşkü’nü sarıyor. Girip hepsini tutuklama imkânı var, Talat Aydemir’e ne yapacağını soruyor, Aydemir, “Bırak, benim onlarla işim yok!” cevabını veriyor. Kemal Bey’e soralım, sizce İsmet Paşa’nın bir sene önce affettiği Aydemir yeniden hükümet darbesine girişirken Cumhurbaşkanı, Başbakan ve komutanlarla işi yoktuysa acaba kiminle işi vardı? Talat Aydemir teslim olur, bu defa Mamak Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanır, o ve 7 kişi idama, 29 kişi de müebbet hapse mahkûm olur. Meclis Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’ın idamlarını onaylar, 1964’te idam edilirler. Kemal Bey’in mantığıyla şimdi sormamız lazım, Talat Aydemir, onları tutuklattırmadığına göre bu darbe teşebbüsünde niye bulundu? Yoksa yoksa yoksa bütün bu girişimler aslında kontrollü darbe girişimleri miydi?

DEVLETE “HAİN” STOKLAMIŞLAR

15 Temmuz bütün ülkeye, hepimize gösterdi ki bilmem kaç yıldır, öyle veya böyle, şunun döneminde, bunun döneminde, ama soru çalarak, ama göz boyayarak, ama ülkenin sistem zafiyetlerini kullanarak, ama siyasetçileri kullanarak, tehdit ederek, korkutarak, şantaj yaparak devlete “hain” stoklamışlar, aziz vatanın bütün kalelerini zaptetmeye kalkmışlar. Namlusu millete döndürülmüş silah kontrol edilemez, o silaha ne selam durulur ne de selam çakılır! Bu AK Parti ya da Erdoğan kadar, iktidar olmak üzere siyaset yapması gereken bütün siyasi partilerin ortak meselesi. CHP, bu kontrollü darbe, kontrollü suikast işlerini bir tarafa bırakıp yüzünü memlekete dönmeli, vatanın cebren ve hile ile girilmiş tersanelerini kurtarmak için taş üstüne taş koymalıdır. Devlet gaflete düşmüş, bağrını içinde canavar, katliam barındıran katillere açmış, aziz millet devleti kurtardı. Bu uğurda canını verdi.

Evet, bir umudumuz var artık elimizde. 15 Temmuz’da aziz milletimiz, şehitlerimiz, gazilerimiz verdi bize bu umudu. “Biz varız” diyebildik. Anadolu’nun ve Trakya’nın, Mezopotamya’nın saf, vicdanlı, tertemiz yürekli insanları, iyi insanları kötülüğü yendi. Hep derdik ki iyiler kaybediyor, kötüler kazanıyor. Bu defa kötüler, kötülük kazanamadı, iyiler, iyilik kazandı. İlk defa iyilik, kötülüğe galebe çaldı. İyiliğin yanında durmalısınız Kemal Bey, önceki gece iyiliğin, iyilerin yanında sizi aradı gözlerimiz yine yoktunuz!