AK Parti Tanıtım ve Medyadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Partisi Sözcüsü Mahir Ünal ile dün bir araya geldik.
AK Parti Tanıtım ve Medyadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Partisi Sözcüsü Mahir Ünal ile dün bir araya geldik. Ünal ile AK Parti’nin kuruluşunun 16. yıl dönümünde aradan geçen 16 yılda AK Parti’nin Türk siyasi hayatına etkilerini konuşma imkânımız oldu. Ünal, gündeme ilişkin de önemli değerlendirmeler yaptı. Ünal şunları söyledi:
“AK PARTİ ALIŞKANLIKLARIMIZI DEĞİŞTİRDİ”
“AK Parti 16 yaşında. Hayatımızda 16 yıldan beri bir siyasi hareket var. Bu siyasi hareket, 16 yıl içerisinde Türkiye’yi bir yerden bir yere taşıdı. 2002 öncesi ve sonrasında farklı bir Türkiye var. AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 14 Ağustos 2001’de, kuruluş toplantısında yaptığı konuşmada, ‘Türkiye’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ demişti ve gerçekten de 14 Ağustos 2001’den sonra Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmadı. 16 yıl içerisinde yaşananlar var. Bedeli ödenmiş, mücadeleler, atlatılmış krizler, çözülmüş sorunlar var. AK Parti 16 yaş muhasebesini, değerlendirmelerini yapıyor. AK Parti, 16 yılda hayatımızda çok şeyi, alışkanlıklarımızı, hayata bakışımızı, kendimizi ve ülkemize bakışımızı değiştirdi, insanımızın özgüven kazanmasını, ülkenin kendi ayaklarının üzerinde durmasını gerçekleştirdi. Bugün yaşadığımız mücadele bir ülkenin ayağa kalkma mücadelesi. Bunun da, bağımsız politikalar takip etmemizin, kendi bölgemizde kararlar alıyor olmamızın da bedelleri var. Birileri, ‘biz her şeye sahip olalım ama hiçbir bedel ödemeyelim’ diyor. Bu, ‘Yağmur yağsın ama ıslanmalayım’ gibi bir şeye benziyor. AK Parti, Türkiye’nin ortaya konulmuş iddiasıdır. AK Parti’nin son iki yılda, kendisi ve dünyayla hesaplaşması sonucunda bu milletin ileri sürdüğü en büyük iddiasıdır.”
“MARİFET İLTİFATA TABİDİR”
“AK Parti kurulduktan 15 ay sonra iktidara geliyor ve ondan sonraki bütün seçimleri kazanıyor. Yani her iki yılda bir girdiği her seçimi kazanıyor. Seçim beyannamelerinde verdiği her sözü yerine getiriyor. Kurulduktan 16 yıl sonra bile halkıyla gözünün içine bakarak konuşabiliyor. Milletiyle kurduğu ilişkisinde utanılacak, ya da ona verdiği sözü yerine getirmemenin mahcubiyetiyle karşılaşacak herhangi bir şey yaşamamış. Dürüstlüğün, samimiliğin temsilcisi. Bütün bunları şahsında tecessüm ettirmiş bir lideri var: Recep Tayyip Erdoğan. Sayın Genel Başkanımızın, Sayın Cumhurbaşkanımızın da aslında AK Parti ile birlikte konuşulması gerekiyor. Eskiler derler ya marifet iltifata tabidir. Bu ülkede Sağlık Bakanlığı Adıyaman’a bir tane ambulans gönderdiği için bir hafta kutlamaların yapıldığı günleri yaşadık. Şimdi ilçelerde 100 – 150 yataklı hastaneler yapılıyor, bunların açılışı bile yapılmıyor. Sağlıkta, ulaşımda adeta ülkeye lig atlama noktasına getirmiş bir siyasi hareketten bahsediyoruz.”
“AK PARTİ TÜRKİYE’Yİ İSTİKRAR ADASI GİBİ TUTUYOR”
“Etrafımızda 9 ülke yönetilemez durumda. Bu ülkelerin bu noktaya gelmesinin sorumlusu olarak Türkiye’yi mi görmeliyiz? Etrafımızda 9 ülke yönetilemez noktaya gelmişken Türkiye’de güçlü bir iktidar olmasaydı, Türkiye’nin hali ne olurdu? Avrupa öksürdüğü zaman Türkiye’de biz ekonomik kriz yaşıyorduk. Hem Avrupa’da hem ABD’de hem de bölgemizde yaşanan derin krizlere rağmen AK Parti Türkiye’yi güçlü bir iradeyle bir istikrar adası gibi tutuyor. Bölgede istikrarsızlığın sorumlusu Türkiye ve AK Parti imiş gibi bir algı oluşuyor. ‘Efendim AB ile ilişkilerimizde sorun var’ deniyor. Allah aşkına 2005’in AB’sini getirin ben de size Türkiye’nin reflekslerini ortaya koyayım. AB 2005 – 2006’nın AB’si mi? Avrupa’da yükselen bir ırkçılık yok mu? Siyasetçiler, yükselen ırkçılığı, Türkiye ve Erdoğan düşmanlığını iç siyasette kullanıyorlarsa bunun sorumlusu biz miyiz? Suriye’de, Rakka gerekçesi ile PKK’nın uzantısını silaha boğan ABD’nin pozisyonunu biz mi oluşturuyoruz? Bu kadar olumsuzluğun, istikrarsızlığın, sorunun içerisinde eğer güzel bir şey, insana güven, umut veren bir şey arayacak olursanız, o da AK Parti ve lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın duruşu, ülkesine sahip çıkışıdır.”
“KILIÇDAROĞLU TÜRKİYE KARŞITI LOBİLERİN SÖZCÜSÜ OLDUĞUNU BİR KEZ DAHA GÖSTERDİ”
“Bir ülkede anamuhalefet partisi lideri ülkesi böyle bir mücadele verirken ülkesini yurt dışına şikâyet ediyor. Alman Focus Dergisi’ne verdiği mülakat Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkiye karşıtı lobilerin sözcüsü olduğunu bir kez daha gösterdi. Türkiye’nin güvenliği sorulduğunda, Kemal Kılıçdaroğlu, rahat bir şeklide ‘Türkiye’de can, mal, mülk güvenliği yoktur’ diyebiliyor. Bu ülkenin yüzde 25 oy almış siyasetçisi söylüyor. Çok acı bir durum. CHP milletvekili, milletin kahramanlık destanını tahkir ederek ‘Silahlı unsurların bulunduğu yere halkı niye gönderdiniz? 15 Temmuz bir tiyatrodur. Asıl konuşulması gereken 20 Temmuzdur’ diyebiliyor. 20 Temmuz’da OHAL kararı anayasaya, Meclis içtüzüğüne aykırı bir şekilde mi alınmıştır? Burada hukuk dışı bir durum mu söz konusudur ki CHP OHAL kararına ‘20 Temmuz darbesi’ diyebiliyor? 15 Temmuz gibi bir işgal girişimini atlatmış bir ülkenin ne yapması gerekiyordu. Anamuhalefet partisi genel başkanının sorumlu davranması gerektiğine inanıyorum. Bir ilin milletvekili çıkıp ‘bu tiyatrodur’ diyor, aynı ilin diğer milletvekili ‘ Böyle bir şey olamaz. 15 Temmuz bir kalkışmadır, kimse kontrollü darbe diyemez’ diyor. Aynı partinin bir milletvekili gidip PKK terörist cenazesine katılıyor, diğer milletvekili ‘böyle bir durumu kabul etmiyorum’ diyor. CHP içinde beş ayrı siyasi parti var. CHP bir siyasi parti görünümü de vermiyor. Çok sesli, çok dilli, kimin ne dediği belli olmayan görüntü veriyor.”
KILIÇDAROĞLU’NUN SÖYLEM ANALİZİ YAPILDI: SİSTEMATİK BİR ŞEKİLDE MEŞRUİYET TARTIŞMASI ÇIKARIYOR
“Kılıçdaroğlu’nun söylem analizini yaptık. 15 Eylül gibi rapor tamamlanacak. 2010 yılında Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan oluyor. 2010’dan sonra söyleminin oturduğu merkez meşruiyet krizi. Her söyleminde meşruiyet krizi oluşturacak bir dil kullanıyor. Meşruiyet tartışmasını derinleştirecek krizler oluşturuyor. Bunun bir örneği 2011 yemin krizidir. Meclisin meşru olmadığını söyledi. Aday gösterdiği tutuklu milletvekilleri üzerinden bir yemin krizi çıkardı, yasama dönemine meşruiyeti tartışılan bir Meclisle başladık. Ondan sonra işine gelmediği zaman yargı ‘AKP’nin yargısıdır’ dedi, ‘AKP’nin polisi, savcısı’ dedi. 2014’e kadar sürekli yargıyla, emniyetle ilgili her konuda bir meşruiyet krizi doğuracak dil kullandı. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bu defa ‘Sarayın polisi, jandarması, savcısı’ dedi. Toplumların üzerinde durduğu zemin meşruiyettir. Toplumların mutabakatını, ortak sözleşmesini, o meşruiyet zeminini küçük küçük tırtıklarsanız, ortaya çıkan kriz, bizi millet olmaktan, ortak yaşama zemininden uzaklaştırır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun 7 yılda sistematik yaptığı şey, bu milletin ortak yaşam, mutabakat, sözleşme zeminini sürekli olarak tartışmaya açması. Bunu yaparken bir muhalefet genel başkanı gibi değil, Türkiye karşıtı lobilerin sözcüleri gibi konuşuyor. Bir işaret fişeği atılıyor, FETÖ’cü etki ajanları onu konuşmaya başlıyor, mesela ‘Türkiye IŞİD’i destekliyor’ gibi. Bu sistematik olarak 2012’den sonra çıkmaya başladı. Sizin ne yaptığınızla ilgilenmiyorlar, sizi nasıl tanımlayacaklarıyla ilgileniyorlar. MİT tırları, Türkiye’nin uluslararası alanda Lahey’de yargılanmasını sağlamak için oluşturulmuş bir kumpastı.”
“AK PARTİ KARŞITLIĞININ GELDİĞİ NOKTA”
“Akıncılar Üssü Davası’na gittik. Bir şehit yakını avukatlara dönük bir eleştiride bulunuyor. Avukatlar aynı anda sıralara vurmaya başladılar. Bir iki tane avukat sıraya vursa bunu anlarım, aynı anda hepsi sıraya vurmaya başladı, aynı anda sanıklar alkışlamaya başladılar. Sosyal psikolojiyle bakalım, burada bir ortak aidiyet duygusu, grup aidiyeti vardır. Bu bir FETÖ aidiyeti değildir. Bu AK Parti karşıtlığının, düşmanlığının geldiği bir nokta. Türkiye’nin tanınmış psikologlarından birisi, ‘Bana yeni gördüğüm bir fobik bozukluk geldi, 6 tane yeni vakayla karşılaştım’ dedi. ‘Başörtülü gördüğüm zaman dayanamıyorum, tükürüyorum ve bu davranışıma da engel olamıyorum’ diyen bir vaka, ‘Sakallı birisini gördüğüm zaman ya da dini simgeler gördüğüm zaman saldırma eğilimlerime hâkim olamıyorum’ diye aktardı bu vakaları. Kılıçdaroğlu ve CHP siyaseti, bir nefretten beslenmeyi mi rehabilite etmeyi mi tercih edecek? Maalesef bu nefretten beslenmeyi tercih ediyorlar. Burada sorun biraz da bu. Söylem analizinin ortaya çıkardığı iki seçenekle karşı karşıyayız. Kılıçdaroğlu’nun CHP’si ya sistematik olarak bu sözünü ettiğimiz şeyleri bilinçli şekilde yapıyor ya da siyaset bilmediği için kendi kitlesinin, tabanının reflekslerine göre bunu yapıyor. Bunun dozunu artıracaklarını düşünüyorum. Yüzde 48.6’yı tahkim etmenin yolu olarak bunu görüyorlar. Maçka Parkı, Sakallı Polis, Atatürk büstüne saldırı, benzer olayların daha da artacağını düşünüyorum. Yüzde 48.6’yı yaşam kaygısı, Cumhuriyetin kazanımları ve değerleri üzerinden büyütmeye, tahkim etmeye çalışacak. CHP aslında tekrar bir şeyi deniyor, HDP de bunun paydaşlarından bir tanesi olarak gözüküyor. Şu anda 2007’den farklı olarak bu dip dalgayı destekleyen dünyada bir konjonktür var. Türkiye’nin ve AK Parti’nin itilmek istendiği bir yer var. Özellikle Almanya, Hollanda, Avusturya’nın kullandığı dile, DEAŞ’a destek iddiasına, İslamofobik yaklaşımların Türkiye’yi ittiği yere bakarsanız bunun içeride işlenebilecek bir alan olarak ortaya çıktığını görürsünüz. Müftülük tartışması da bu çerçevede değerlendirilmeli. Bu siyaset Türkiye’nin zeminine zarar veriyor, meşruiyet zeminine, toplumsal dokusuna zarar veriyor. Bu siyaset nefretten besleniyor ve bu siyaset nefret objesi olarak dönüp Recep Tayyip Erdoğan’ı tanımlıyor.”
“CHP’NİN BESLENDİĞİ NEFRET BATAKLIĞINI KURUTMAMIZ GEREKİYOR”
“Türk siyasi tarihinde en çok suikasta maruz kalan siyasetçisidir Recep Tayyip Erdoğan. 2012’de benim yanımda Kemal Kılıçdaroğlu’na AK Parti Genel Merkezi’nde, ‘İkimiz yüzde 75 Türkiye’nin kahir ekseriyetini oluşturuyoruz, gelin komisyon oluşturalım, Türkiye’nin siyaset üstü sorunlarını beraber çözelim’ dedi. Buna cevap bile verilmedi. İktidar yanlış yapabilir. Bir iktidarın yanlış yapması muhalefete böyle davranma yetkisi vermez. Recep Tayyip Erdoğan, hapse girdiğinde insanları sokağa mı çağırdı? Demokratik siyaset çizgisinde bu mücadeleyi verdi. Demokratik görmediği siyaset biçimini değiştirdi. Muhalefet bizim siyaset biçimimizi beğenmiyorsa bunun yolu Türkiye karşıtı lobilerle hareket etmek değildir. Bunun yolu aslanlar gibi mücadele verip, sandıkta siyasetle gelmektir. ‘Biz hata yapmıyoruz’ diyor muyuz? Bir siyasetin hata yapması, muhalefetin isyan çağrısı yapmasını ve illegal yolları tercih etmesini doğru kılmaz. Recep Tayyip Erdoğan öyle iyi bir iş yaptı ki, devletin uzun yıllar mağdur ettiği dindarları, 28 Şubat’ın öfkesini ve kızgınlığını artırdığı bir kesimi sorunsuz bir şekilde rehabilite etti, sisteme dâhil etti ve onlarla birlikte sistemi de dönüştürdü. Şimdi öfkeli bir kesim var, iktidarı kaybettiğini düşünen bir kesim var. 2002”ye kadar bu kesim kendisini iktidarda zannediyordu. Şimdi yüzde 48.6’yı anlamak için bir kamuoyu yoklaması yaptırıyoruz. Çünkü biz anlamaya çalışıyoruz. Anlamadan dinlemeden ilişki kuramayız. İlişki kurabilmeniz için ilişki kurmaya çalıştığınız kişinin size kendisini açması gerekiyor. Onun için onların önyargılarından kurtulup bize kendilerini açması lazım. Yumruk sıkılı olsa bir sorun yok, bir de kafana kafana iniyor, midene iniyor, aparkata dönüşüyor. CHP’nin beslendiği nefret bataklığını kurutmamız gerekiyor. CHP’nin beslendiği nefret bataklığı kurumadıkça birileri nefret siyasetine devam edecek.”
“CHP’NİN ATATÜRK’ÜN MİLLİLİK VE YERLİLİK İDEALİYLE İLGİSİ YOK”
Ben Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir fikri, bir fikri takibi olduğunu zannetmiyorum. Bir siyasi perspektifi, bir fikri takibi olsaydı 7 yıl içinde Kılıçdaroğlu’nun parti içinde istikrar oluşturduğunu görürdük. Kongreleri kazanma biçimine baktığınız zaman da Kılıçdaroğlu’nun bir siyasi hareketin lideri olmadığını da görürsünüz. Bir lider değil. Kemal Kılıçdaroğlu’nun takipçileri yok, müttefikleri var. Bu müttefiklere de baktığınızda farklı bir tablo çıkıyor ortaya. Dönem dönem dünyada Türkiye karşıtı konjonktürel hareketlerin içerideki sözcüsü olduğunu biliyoruz. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin ve kendisinin Mustafa Kemal Atatürk’le uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Atatürk bir sinema filmi yaptırmak istemiştir, senaryosunu yazdırmıştır. Senaryonun sonuna da kendi el yazısına da bir sonuç kısmı eklenmiştir. O gün Atatürk’ün ortaya koyduğu ideali kim gerçekleştirmiştir diye dönüp bakın AK Parti gerçekleştirmiştir. Bugün CHP’nin Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya koyduğu ne millilik ve yerlilik idealiyle ne de emperyalizm karşıtlığıyla ilgisi vardır.”
“GELEN BİR TALİMATLA AKILLARINI KİTLEDİKLERİNİ, ZOMBİLEŞTİKLERİNİ GÖRDÜK”
“Bize ‘siz FETÖ’yü beslediniz, yan yana yürüdünüz’ diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki, iktidara geldiğimizde ciddi bir sivilleşme, demokratikleşme, sivil toplumu genişletme mücadelesi verdik. Biz sivil toplumun önünü açtığımızda o alana bütün sivil toplum yapıları girdiler. Bunlar da sivil toplum görünümlü bir yapıydı. Daha sonra gördük ki soruları çalan, kurumlara sızan bir yapıdan söz ediyoruz. Herkesle arkadaştı bunlar. Herkesle görüşüyorlardı. Bu insanların gelen bir talimatla bir anda akıllarını kitlediklerini, bütün mantıklarını, mâkûliyetlerini bir kenara bıraktıklarını gördük. Bir anda zombileştiklerini gördük. Biz bunu gördüğümüzde bunlarla mücadele etmeye başladık. CHP bunların bu yapısı ortaya çıktıktan sonra bunlarla münasebeti sürdürdü.”
“MESİANİK KÜLT MÜNTESİBİ”
“Bunların gerçek yüzleri ortaya çıkmadan önceki ilişki biçimiyle, bunların gerçek yüzlerinin ortaya çıktıktan sonraki ilişki biçimi aynı değildir. Adam gazeteci. Adamı gazeteci olarak görüyor, tanımlıyorsunuz çünkü gazeteci olmadığına dair elinizde veri yok. Daha sonra adamın gazeteci görünümlü bir mesianik kült müntesibi olduğunu gördükten sonra ona gazeteci gibi bakamazsınız. Bunların suçlu olduğu ortaya çıktıktan sonra bunlarla ilişki kurmakla, bunların henüz suçu tespit edilmemişken ilişki kurmak arasında fark vardır. AK Parti karşıtlığı ve Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı gözlerini öyle karartmış durumda ki AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında olan her türlü yapı, Türkiye’ye zarar verse bile onlarla ilişki kurmaktan geri durmuyorlar. Esed de öyle bir örnektir. Esed’le bizim bir ilişkimiz vardı, ne zamanki halkına kurşun sıktı, Esed’den elimizi çektik, biz elimizi çekince yine CHP uzattı.”
“ULUSLARARASI HUKUKU ÖNEMSİYORUZ”
Türkiye şu anda 4 tane terör örgütüyle mücadele ediyor. Bu mücadele sürerken, 15 Temmuz gibi çok şiddetli bir işgal girişimi yaşamışken Türkiye’nin OHAL’den çıkıp normalleşme süresinin bir yıl olmasını bekleyemeyiz. Bu terör örgütü devletin içerisinde yapılandı ama devletin dışındaki birçok Türkiye karşıtı yapıyla, terör örgütleriyle angajmanı oldu. OHAL vatandaşlara karşı, temel hak ve hürriyetlerini zorlaştırmaya dönük değil, devlete çeki düzen vermek, devletin hareket kabiliyetini hızlandırmak, güçlendirmek ve normalleşmesini sağlamak üzere bir OHAL’dir. Bazı semptomları olabilir mi evet olabilir. OHAL Komisyonu kuruldu. Biz uluslararası hukuku çok önemsiyoruz. Türkiye’de görülen davaların AİHM’e götürülmesi ve tazminat durumuyla karşılaşmak istemiyoruz. İnsan Hakları Anlaşması’nı önemsiyoruz. Türkiye’yi uluslararası alanda zor durumda bırakacak uygulamalara karşı son derece hassasız. Dünya 12 Eylül darbesinden sonra dünya Türkiye’de olup bitenlerle ne kadar ilgiliydi? Ya da Mısır’da darbe olduktan sonra ne kadar ilgiliydi? ABD, uluslararası kuruluşlar niye kılını kıpırdatmadı? Ergenlik, ‘bir başkasının gözüyle kendi kimliğine bakmaktır’ diye tanımlanır. Ne olur başkasının gözüyle kendi kimliğimize bakmayalım. Türkiye’de darbe girişimi oldu ve Türkiye darbe girişimini püskürttü. Kimse acılarıyla ilgilenmedi, ilk ilgilendikleri şey, darbe girişiminde bulunanların hukukuydu. Bu sorunlar bir hal yoluna konuluncaya kadar OHAL devam edecek.”
“SÖYLEMLER ULUSALCILIĞA KAYMADI”
“AK Parti’nin söylemleri ulusalcılığa kaymadı, tam tersine, eğer bir toplum saldırı altındaysa, 4 ayrı terör örgütüne karşı mücadele veriyorsa, bir işgal girişimini atlatmış ve çevresi yangın yerine dönmüşse bir güvenlik kaygısı ortaya çıktığında doğal olarak, vatan, millet, bayrak gibi kendi ulusal, milli sembolleri ve simgeleri daha ortaya çıkmaya başlar. Bu normal. Türkiye’de siyasal sistemi değiştirdik. Bu başlı başına tarihi bir değişim. Bu siyasal sistem doğrultusunda devleti yeniden yapılandırıyoruz. Bu yeniden yapılandırmanın mimarı ve lideri Recep Tayyip Erdoğan’dır. “
“SÖZÜ OLAN, NEFRET ETMESİN, ÖFKE KUSMASIN, SİYASET YAPSIN”
“Son 3 yıl AK Parti ara dönem yaşadı. Bu ara dönemde siyaset bir eksen kayması yaşadı. Siyasetin lideri cumhurbaşkanı olunca siyasetin merkezi olan parti bir boşluğa düştü. Şimdi tekrar lider partiye dönünce siyasette eksen yerine oturdu. Lider siyasete tekrar dönünce doğal olarak her şeyi elden geçiriyor. Teşkilatlar, hükümet, parti, belediyeler, her şey elden geçiriliyor. Bu çok kıymetli bir şey. Bu elden geçirilirken de bir taraftan da yeni atılım dönemine hazırlık yapılıyor. 2017 AK Parti için çok önemli. 16 yaşında AK Parti artık yeni bir evreye yeni bir atılım dönemine giriyor. Bu yeni atılım dönemi Türkiye’de siyasetin tam anlamıyla belirleyici olduğu bir dönem. Toplumlarda değişimin yönünü kim belirler? Milletin kendisi belirler. Bundan sonraki süreçte toplumsal değişimin yönünü de devletin yönünü de belirleyecek olan bizzat siyasetin kendisidir. Siyaset kurumu bundan sonra güçlü olacak. Dolayısıyla toplumsal kesimlerin siyasetin içinde daha çok olması gerekiyor. Bundan sonra artık her şey siyaset eliyle yapılacak. Türkiye’de artık vesayet dönemi tamamen kapandı. Kılıçdaroğlu ‘seçimlerde diktatörü devireceğim’ diyor. Seçimle devrilen diktatör mü olur? Sözü olan, derdi olan nefret etmesin, öfke kusmasın, örgütlensin, siyaset yapsın.”
“ÇAYLI, SİMİTLİ KUTLAMA”
“AK Parti’nin kuruluş yıldönümü için alanda bir zaman tüneli hazırladık, 2002’den girip 2016’dan çıkacağız. 16 yıllık bir hikâye. Bugüne kadar AK Parti’yle ilgili çıkmış kitapların, yayınların bulunduğu standımız, kütüphanemiz var. AK Parti’nin seçimlerde kullandığı müziklerin seslendirileceği konser olacak. Simit çeşitleri ve çay ikramı yapılacak. Geleneksel kıyafetlerle, 20 kadar değişik şerbetler ikram edilecek. Başbakanımızın ve Cumhurbaşkanımızın konuşmaları olacak.”