Bir süreden beri güney sınırımızda süregelen karmaşık durum iyice canımızı sıkmaya başlamıştı..
Bir süreden beri güney sınırımızda süregelen karmaşık durum iyice canımızı sıkmaya başlamıştı.. Dış güçlerin tam anlamıyla at oynatmaya başladığı, bazen el altından bazen de göstere göstere desteklediği, başta ABD olmak üzere silah yardımı da yaparak iyice azdırdığı oradaki illegal güçler, daha doğrusu iyice şımaran, kendini bir şey sanan bu teror örgütleri iyiden iyiye Suriye sınırımıza yakın bölgelere yerleşmeye başlamışlardı.
Buna bir şekilde engel olmak ve oraları sahipsiz sanan bu terör örgütlerinin özellikle güney bölgelerimize yönelik tehditlerine “dur” demenin zamanı gelmişti.
Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı Cezire, Kobani ve Afrin bölgeleri Esad’a karşı başlayan ayaklanma ve Şam’ın bu bölgelerden çekilmesiyle PKK ve onun Suriye kolu PYD’nin yönetimine girmişti. Sözde özerk yönetim modelinin üç kantonda uygulamaya geçirilme düşünceleri, PKK tarafından dönüm noktası gibi görülüyordu.
Tabii bunun Ankara’nın tepkisini çektiğini, Erdoğan’ın bu “yapılanma bizim için terör anlamına gelir. Biz buna müsaade etmeyiz” demesine rağmen, üç yıldır bu konuda ileri bir adım atılamamıştı. Ta ki, bir süre önce, üç bölgenin en küçüğü ve ortada yer alan Kobani’ye DEAŞ saldırısı başlayana kadar. Ve hepimizin de bildiği ve bizim de bir şekilde içinde olduğumuz Kobani müdahalesine gelindi.
O günlerde gazete sütunlarına yansıyan şu içerikli yorumlar öne çıkmaya başlamıştı;
“Şu anda Kobani'de olan, yarın belki Haseki'de olacak, belki Afrin'de.” Bütün dünyanın gözü Kobani’deyken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözleri iktidarın yaşanan krize bakışının özetiydi. Birleşmiş Milletler temsilcisinin bile Türkiye’ye çağrı yaparak kente meşru müdafa için savaşmaya gideceklere izin verilmesini istediği bir durumda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kobani de düştü düşüyor” demesi Türkiye’nin sınırlarının birkaç yüz metre ötesindeki insanlık dramına bakış açısının bir anlamda netleşmesiydi.
Kobani savaşı güney sınırımızdaki hareketliliğin ve DEAŞ’ın orada yapmak istediklerinin en açık göstergesi idi. DEAŞ bunu Kobani ablukası ile çok net gösteriyordu.
Buna izin verilmeyeceği çok net belli idi. Kobani savaşı bu yapılmak istenene engel olan bir savaştı denilebilir.
Üç gün önce sabırları taşırıp Suriye’nin kuzeyinde Kilis ve Hatay sınırımıza yakın Kürtlerin çoğunlukla yaşadığı Cezire, Kobani ve Afrin bölgelerinde iyice artan olayların tehdit edici, hale gelmişti. PKK’nın Suriye kolu PYD ile birlikte hareket ederek özellikle Afrin’de yapmak istediklerine, ABD’nin silah yardımları olduğu söylenen ve bundan cesaret alarak bu bölgeyi kontrol altına almaya çalışan terör örgütlerine “dur” demenin zamanı gelmişti ve adına “Zeytin Dalı” denilen operasyon başlatıldı.
Üç gün önce, hava harekatı ile başlayan ve önceden belirlenen bir çok hedef vurulduktan sonra, Suriye sınırımıza doğru yuvalanan ve işi çığırından çıkaran teröristlere karşı, oraları bu teröristlerden temizlemeye yönelik “Zeytin Dalı Harekatı”, dün yeni bir aşamaya girdi.
Başbakan Binali Yıldırım, Afrin’e önceki gün saat 11.05’te karadan da girildiğini açıklamıştı. Yıldırım; kara birliklerimizin Gülbaba mevkiinden Suriye’ye giriş yaptığını duyurdu. Başbakan Yıldırım; harekatın dört safhada yapılacağını ve 30 kilometre derinliğinde güvenli bir alan oluşturulacağını açıkladı. Afrin bölgesinde sekiz, on bin civarında terörist olduğunu belirten Başbakan, “Zeytin Dalı” kapsamında bölgenin sadece PKK’dan değil oradaki yerleşik terör örgütlerinden de temizleneceğini belirtti.
Uzunca bir süredir, özellikle Suriye sınırımızda sorun olan bu terör örgütlerinin temizlemek için kararlı bir harekat sürdüren ordumuzun bu operasyondan da alnının akıyla çıkacağına inanıyoruz. Allah ordumuza yardımcı olsun.
Allah orada savaşan, sıcak çatışmaya giren askerlerimizi, subaylarımızı korusun.