"O'nu tanımamış herkese onu anlatasım var. Herkes bilsin istiyorum; canımızın neden bu kadar yandığını, nasıl bir değeri yitirdiğimizi…
Hayatımda ilk doktoru ve hastaneyi lise yıllarımda Erzurum’da tanımıştım. Karlı bir kış günü başlayan sancı için annemle birlikte hastaneye gitmiştik. Hastaneler Caddesi’nde, birçok şehirde de aynı adı taşıyan Numune Hastanesi’ne varıp, doktora ulaştığımızda heyecandan olsa gerek böbrek sancım geçmişti. Bir hafta sonra aynı hastaneye böbreğimdeki taş için ameliyat olmaya gittik. Doktorların ne iş yaptığını, ameliyat olup da tam 29 gün yattığım o hastanede daha da iyi anladım. Yaptıklarının ne kadar önemli ne kadar büyük bir iş olduğunu ilk kez orada kavradım. Aradan çok yıllar geçti, ama onlara hala daha minnet borcum var. O günkü hastane şartlarının ne kadar kötü ve yetersiz olduğu gerçeğini aradan 10 yıl geçtikten sonra Londra’da aynı ameliyatı tekrar geçirince daha iyi anladım. Fakir devletimin şartları ancak o kadardı. Zaten, bunu sorgulayacak bir durumda hiç değildim. Devlet bursuyla gittiğim ve de aynı sağlık sorunuyla karşılaştığım İngiltere’de bütün sağlık hizmetlerinin orada ikamet edenlere ücretsiz olduğunu biliyordum. Fakat birkaç ay önce bir yakınımın ameliyatı için gittiğimizde özel olan London Clinic adlı hastanenin çok pahalı olduğunu ve o anda zamanın Ürdün Kralı Hüseyin’in orada yattığına şahit olmuştum. Yani parası olana pahalı, olmayana bedava. Sosyal devlet bu olsa gerek diyordum.
Benim de orada yerleşik olduğumu kabullenip General Practice (GP) denilen mahalle doktorundan vize alıp, adına Royal Free Hospital denilen hastaneye sevk edildim. National Health System (SGK benzeri) sisteme girdiğim için bir tek kuruş para ödemeden ve bizim devletimize de (Geçici devlet memuru statüsü taşıdığım için) hiç yük olmadan ameliyatım yapıldı ve günlerce hastanede el bebek gül bebek yattıktan sonra sağlıklı bir şekilde taburcu ettiler.
Beni insan yerine koyup, yurttaşlarından ayırmayıp, aynı özeni gösteren doktoru ve hemşireleri hayat boyu unutamam. Yıllar sonra da Amerika’nın tıp merkezi Houston’da bir yakınıma refakat etmek için MD Anderson Cancer Center adlı ünlü merkezi görme ve tanıma fırsatım oldu. Dünyanın değişik ülkelerinden bu hastaneye şifa için gelen, farklı ülkelerin vatandaşlarına karşı takındıkları tutum ve davranışlar doğrusu takdire şayandı.
Tüm bunları söylerken, ülkemin doktor ve sağlık emekçilerini asla kötülemek gibi bir amacım yok. Hastanelere kendi sağlığım ve yakınlarım için yolum çokça düştüğü için, ayrıca iki kardeşim doktor bir kardeşim de sağlık sektörü emeklisi olduğu için, eleştirirken insaf ve vicdan ölçüsünü elimden kaçırmamaya dikkat ederim. Son günlerde hastanelerimizde yaşanan sıkıntıları görmek doğrusu beni çok üzüyor. Onları üç gün alkışladık ve unuttuk. Oysa onlar alkış istemiyorlar, sadece görevlerini insani koşullarda ve saygı duyularak yapmayı istiyorlar. Bu toplum için onlar canlarını feda ediyor. Görevi başında koronavirüs kapan çok kıymetli bir hekimi, iyi bir insanı Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu hocayı kaybettik. Çok yazık oldu. Tedavisi sürerken hekim arkadaşlarına “Benim üzerimde tüm ilaçları deneyebilirsiniz’” diyecek kadar kendini topluma adamış bir insanmış.
Onunla ilgili sosyal medyada yer alan ve öğrencisi Dr. Bahar Eryaşar’ın kaleme aldığı “Acı ve isyan” başlıklı yazıyı sizlerle paylaşıyor, hocamıza Allah’tan rahmet diliyorum.
“O’nu tanımamış herkese onu anlatasım var. Herkes bilsin istiyorum; canımızın neden bu kadar yandığını, nasıl bir değeri yitirdiğimizi…
Ben öğrenciyken Cemil Hoca çakı gibi bir uzmandı. Dahiliye rotasyonumda, o müthiş enerjisiyle odadan odaya uçarken, ben de civciv gibi peşinden ayrılmazdım; ağzından çıkan her sözü öğreneyim, hastanın derdini bir dedektif gibi çözüşünün bir tek anını kaçırmayayım diye. Bilgisi öyle uçsuz bucaksızdı ki, anlatışı kocaman bir okyanusun küçücük bir çeşmeden akışına benzerdi. Coşkuyla, sevgiyle ve güler yüzle anlatırdı. O enerjisi, öğretme-paylaşma coşkusu, güler yüzü tanıdığım ilk günden son görüşüme kadar değişmedi. Kimsenin sözünü dinlemeyen yaşlı teyzelerin amcaların yatağına oturup sohbet ederek, ellerini öperek ikna ederdi. Vizitte bir koğuşa girdiğinde, ona çevrilen gözlerde minneti ve umudu okurdunuz. Ekibinde profesöründen uzmanına, hemşiresinden asistanına, öğrencisinden temizlik işçisine herkesi ayırmadan bağrına basardı.
Yıllar geçti. Benden sonra da binlerce öğrencinin, binlerce hastanın hayatına dokundu. O tadına doyulmaz vizitlerden sonra kah servisteki toplantılarda kah salı vakası toplantılarında huşu içinde o okyanusu büyülenerek dinlemeye devam ettik. Sadece tıbbı değil, hayatı ve tevazuyu da öğretti.
Yanımızda değilken bile bizimleydi. Hiç unutamıyorum. Çok soğuk bir kış günü pazara gitmişiz. Üşüyorum, sıcak tutacak bir kabana ihtiyacım var. Gündüz okuyup gece çalışıyorum ama öğrencilik hali işte; para anca pazara yeter. Bir tezgahta tam aradığım gibi bir şey buldum, lakin fiyatı cebimdeki paranın neredeyse iki katı, satıcının da o kadar indirim yapması imkansız. İstemeye istemeye bıraktım. Sohbet ederken İstanbul Tıp Fakültesi’nden olduğumu öğrenince adam “Cemil Taşçıoğlu'nu tanır mısın?” dedi. Şaşırarak “Evet, hocamdır. Ama siz nereden tanıyorsunuz?” dedim. “Hadi al kabanı giy. Hocana da selamımı söyle. Haftaya çayımı içmeye pazara bekliyorum kendisini” dedi. O kabanla soğuk kış aylarını üşümeden geçirdim. Cemil Hoca’nın sayısız iyiliğinden kim bilir hangisi paranın kalan kısmını ödedi.
Durumunun ağırlaştığını biliyordum, ama umut işte… Hem umudun ucunda Cemil Hoca var, kolay mı? Akşam hastane dönüşü evine gittiğimde babam haberleri izliyordu. Benim zihnim hocayla ve çıkarken hakkında konuştuklarımızla meşgul; dalgın, keyifsiz içeri girdim. Biraz sonra ekranda “Son Dakika” notu çıkıp Zafer Arapkirli hocamın adıyla cümlesine başladığında beni duyacakmış gibi haykırdım: “Sus! N'olursun söyleme.”
En son 10 yıl önce anneciğimi yitirdiğimde ağladım ben. 10 yıldır ilk defa ağlıyorum, gözyaşlarımı durduramadan. Canım çok yanıyor. Yıkılırsak öğrettiklerine nankörlük olur. Ama o anfilere Onsuz ilk girişimiz nasıl olacak, bilmem. “Hipokrat’ın Çapa koridorlarında dolaşan ruhudur” demişti biri onun için. Hep orada olacak.
“İyi ki vardın” diyemiyorum; sesi, öğrettikleri, sıcacık gülümseyişi hep bizimle olacağı için. Son söz yine hocamın sözleri olsun.
“Bu hayatı bir kez yaşayacaksınız. Öyle büyük hayaller kurun ki gerçekleştirmek için tüm gücünüzü verin. Öyle aşık olun ki tüm dünyayı karşınıza alabilin. Öyle arkadaşlıklar edinin ki gerçek ve samimi olsun.” Prof. Dr. Cemil TAŞÇIOĞLU
Sağlıklı günler Türkiye’m...