Lise yıllarında edebiyat derslerinde konu "halk edebiyatı"na geldiğinde öğrenmiştik. Güzelleme vardı, koçaklama vardı hatırlayanımız olacaktır. Koçaklama denince de Dadaloğu ve Köroğlu gelir akla.
Millet olarak oldum olası hamaseti severiz, Hollanda ve Norveç maçlarından sonra da aynen böyle oldu. İçeride-dışarıda fark etmeden her iki rakibimize de üçer-dörder tane sallayınca gaza geldik ve sanki Dünya Şampiyonu olmuşçasına bir abartma, bir pohpohlama, sormayın gitsin.
Elbette alınan her iki sonuç da bizim için oldukça önemli ve altı puan hedefe yürüyüşte paha biçilemez ama esas kıymetli olan bu akşam Olimpiyat Stadı’nda oynayacağımız Letonya maçından da galip çıkabilmekte.
Lise yıllarında edebiyat derslerinde konu “halk edebiyatı”na geldiğinde öğrenmiştik. Güzelleme vardı, koçaklama vardı hatırlayanımız olacaktır. Koçaklama denince de Dadaloğu ve Köroğlu gelir akla.
“Şahlar şâhı divan açar, Divan gümbür gümbürlenir. Merd dayanır nâ-merd kaçar, Meydan gümbür gümbürlenir.” satırlarını hepimiz hatırlarız.
Milli maçtan sonra televizyonların spor programlarında boy gösteren abi ve amcalarımız aynen bu moddaydı. Onların gazıyla coşan sosyal medya leşkerleri de başladılar koçaklamaya hem de ne koçaklama? Köroğlu veya Dadaloğlu duysa “durun abartmayın bre kızanlar” derdi.
Allahtan ki Şenol Hoca akl-ı selim bir adam. (Ya başımızda egosu şişkin yüce ” Êmparatore”muz olsaydı?) Her iki maçın basın toplantısında da durumu gayet güzel idare etti ve kendisini Şenol Güneş yapan özellikleri boşuna taşımadığını hepimize göstermiş oldu.
2002 yılında Güney Kore ve Japonya’da düzenlenen Dünya Kupası’ndan üçüncülük kupasıyla döndüğümüzden bugüne geçen yaklaşık yirmi yılda Şenol Hoca’nın kendini her dem yenilemesi ve diri tutması bile genç nesil teknik direktörler için iyi bir numune-i imtisal.
Hollanda maçında çok üst düzey bir futbol oynamadık ve hatta zaman zaman oldukça sıkıntılı bölümler de yaşadık, maç bir ara 3-2’ye geldi ve gardımız düşmek üzereydi ki İlahi bir lütufla dördüncüyü bulup toparladık. Burak attığı ilk golde vuruş pek kullanmadığı sol ayakla, vuruyor ve top rakibin koluna çarpıp kaleciyi contre-pied’e bırakarak tıngır-mıngır gol oluyor. Portakalların çizgiyi geçmiş olma ihtimali yüksek bir topu vardı, VAR olsaydı kesin goldü bu pozisyon, orada da şanslıydık! Hakan’ın uzaktan vuruşu ve Burak’ın free-kick’i ise yeteneğin ödüllendirilmesiydi yeteneği veren tarafından.
Norveç maçımız ise manevi olarak çok kıymetli bir gecede, duaların arşa yükseldiği dakikalarda gelen üç güzel gol ve daha nitelikli bir oyun kurgusu ile hem de deplasmanda başarıldı. Emeği geçenlerin hepsinden Millet olarak razıyız.
Şenol Hoca’nın daha önceki dönemlerden kalma kulüpçülük takıntılı pürüzleri temizleyip yola pırıl pırıl gençlerle devam ediyor olması da Milletin özlediği takıma kavuşmasında önemli aşamalardandı. #bizimçocuklar hashtagiyle twitter’da trend olan bir milli takım bile bu benimsenmenin ne kadar yaygın ve popüler olduğunun işaretiydi.
Bu geceki maçtan da –inşallah- alacağımız üç puanla 1 Eylül’e kadar rahat bir döneme gireceğiz. Sonbahardan önce 1-4 ve 7 Eylül’de üç maçımız var. Karadağ ile içeride, Cebelitarık ve Hollanda’yla deplasmanda oynayacağız. Sonra Ekim mesaisi var ki onu zamanı gelince konuşuruz şimdi çok erken.
Gerçeklerle olan bağımızı hiç koparmadan, ayaklarımız yere sağlam basarak, elimizdeki Hoca’nın ve jenerasyonun kıymetini bilerek Katar’a yürüyüşümüze devam edeceğiz ve oradan da en güzel sonuçla döneceğiz, bu inancımızı hiç yitirmeden ama hamasete ve koçaklamaya da gelmeden işimize bakalım.
“Yarın elbet bizim, elbet bizimdir. Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir.”