72 milyon cep telefonu ile Avrupa'nın en çok konuşan toplumu olduğumuz haberi, sessizliğin ve yalnızlığın bireye kattığı zenginliği hatırlattı.
Gelin sözün bittiği yere doğru yol alalım bugün. Bütün çekiciliğine rağmen hayatımızı kısa bir mola ile durduralım, kendimize dönelim ve nicedir ihmal ettiğimiz kendi kapımızı çalalım.
Gerçekten de bugün yaşadığımız hayat insanı kendinden uzaklaştırmıştır. Zira insani kriz, fert ve toplum yaşamının her karesine yansıyacak düzeye ulaştı. Öyle ki üstündeki dev dalgalarla uğraşmaktan denizin derinliklerindeki güzellikleri unuttuk. Gökyüzündeki fırtına ve şimşekler, bulutların üstündeki engin sonsuzluktan ve ötelerin ötesinden uzaklaştırdı bizi. Zihnimiz; maddi dünyanın her an savaşa hazır olmaya, tepki vermeye ve devamlı tüketmeye zorlayan uyarılarından gönlümüzün sesine uzak düştü. Ve nihayet dijital çağın hızla ürettiği verilerle başa çıkmaktan ve bedenimizle ilgilenmekten ruhumuzu unuttuk, kalbimizin diline yabancılaştık.
Biraz Yalnızlık İyidir
Görünen maddi değerlerin oluşturduğu gerçeklik dünyası, bizi görünmez değerlerde saklı hakikatimizden ayrı düşürdü. Hiç durmadan tükettiğimiz sözler, anlamını yitirdi de sükûtun günlük hayatımıza katacaklarından uzaklaştık.
Ne olur bazen hayatın hızlı çarklarının dışına çıksak, yalnız kalsak, biraz sussak, her şeyi bilmekten ümmi olmaya, sözleri tüketmeden anlaşmaya ve ruh dilimizle konuşmaya başlasak. Modern dünyanın giderek pompaladığı zorunlu yalnızlıktan değil, kendi irademizle zaman zaman varlığımızın anlamına doğru yol almaktan, bilinçli bir yalnızlıktan söz ediyoruz.
Yerin üstündeki kalabalıktan, hengâmeden, hırstan ve kavgadan kurtulup yerin altındaki sükûnete, dinginliğe, sadeliğe ve barışa teslim olmalıyız bazen. Yaşarken gürültünün tüketen yıkımından sessizliğin üreten yapıcılığına doğru yol almalıyız iç dünyamızda.
Modern hayatın vebası gibi görülen yalnızlığı ve tekil hayatın anlamsızlığını, bilinçli bir insani derinlik yolculuğuyla dengeleyebilsek. Kısa sürelerle de olsa çekilsek bu hızla sanallaşan hayattan ve hakikatimizin tahtına otursak. Varlığın değil yokluğun zenginliğine yol alsak biraz.
Aslında biraz vazgeçsek, bağımlısı olduğumuz hayata ara versek ve akıp giden zamanın içindeki kendi gerçeğimize yönelsek. Nereden gelip nereye yol aldığımıza odaklansak diyorum. Günlük rutine, alışkanlıklara, tüketimlere, alışlara, verişlere, gidişlere, gelişlere ama her şeye ara versek ve adeta ‘dur’ desek hayata. İçimize çekilsek, düşünsek, soru sorsak, yeni fikirlerin dünyasında dolaşsak, yeni bakışlar yakalasak ve hayatımıza dair ne varsa yeniden gözden geçirsek. Kendimizi daha yakından tanıyıp hem başarılarımız hem de hata ve yanlışlarımızla yüzleşsek ve yeniden inşa etsek hayatımızı.
Değişmeyene Talip Olmak
Kısa süre de olsa görünenin çokluğunu bırakıp aza, yokluğa ve hiçe talip olmak, günümüzün en önde sorunlarından olan psikolojik dengemizi koruma altına alacaktır. Kutsal dinlerde yer alan bazen inzivaya çekilme tavsiyesi, biraz da bunun için değil midir? Benzer biçimde kadim kültürümüzde bazen çilehaneye girmek, Ramazan ayında itikâfa girmek önemli bir alışkanlıktır. Diğer yandan dünyada giderek yaygınlaşan meditasyon uygulamaları, yoga seansları, kişisel gelişim kisvesiyle yapılan çeşitli biçimlerdeki terapi uygulamaları, hayatı durdurma ihtiyacımıza, modern yaşamın ürettiği geçici çözümler değil midir?
Unutulmamalıdır ki ölüm gelmeden ölmeyi hayal edenler, hayatı daha bilinçli yaşarlar. Hayat kavgasına bazen es vermek, daha çok pişmeyi ve insan olmanın erdemiyle buluşmayı sağlayacaktır. Kendimizle kalmanın, tabiatımızla hemdem olmanın özgürlüğü, yaşamımıza daha objektif bakmamızı sağlayacaktır. Her şeyin hızla değiştiği, aşındığı ve tüketildiği bir çağda saklı hazinelerimizde yer alan değişmeyene talip olmak ne güzel.