İçerlediğim ülke de öyle birine benzer. Düzgünün düzgünüdür görünüşte. Kentlerinde insanlar yüzeysel kurallara sıkı sıkıya uyar, cetvelle çizilmiş gibi kıvrıntısız ve hesaplı bir yaşantının tadını çıkarmakla övünürler.
Genelleme yaparak bir ulusu yermek ayıptır.
İnsanların geçmişteki yoksulluklarıyla alay ederek “Onların cemaziyülevvelini bilirim” demek ayıptır.
Zamparalık fütuhatı anlatmak ayıptır.
Bu yazı üçünü de içerecek. Çünkü yereceğim ülke ayıpların hedefi olmaya fazlasıyla layık. İsviçre’den söz ediyorum.
Adam vardır, pabuçları boyalı, pantolonu ütülü, saçları taralı, kravatı fiyakalıdır. Ama üçkâğıtçının tekidir.
İçerlediğim ülke de öyle birine benzer. Düzgünün düzgünüdür görünüşte. Kentlerinde insanlar yüzeysel kurallara sıkı sıkıya uyar, cetvelle çizilmiş gibi kıvrıntısız ve hesaplı bir yaşantının tadını çıkarmakla övünürler.
Ama ulusun ruhu? Arayın ki bulasınız. Göbeğine yerleştikleri kıtanın kültürüne katkıları yok gibidir. İnsanlığa armağan edebildikleri en büyük buluşun guguklu saat olduğu söylenir alay yollu. En ünlü uzmanlıkları ise bankacılıktır.
Ancak, nasıl bankacılık? Dünyanın parasal eşkıya yataklığı. Yedi düvelin en baba hırsızının, uğursuzunun, diktatörünün, her türden yasa kaçkınının gizli hazinesi güven altına alınır İsviçre bankalarında.
Başka ülkelere tepeden bakmakta şimdi Fransızları bile sollayan o ülke halkının durumu İkinci Dünya Savaşı sonrasında hiç parlak değildi. O yıllarda Batı ülkelerine gidip gelirken İsviçre’den geçerdim.
İnanmakta güçlük çekeceksiniz ama, kendimi yerlilerin yoksulluğundan yararlanan sömürgeci gibi görüp utandığım olurdu. Türk lirası kraldı. Bir otelde beni odama kadar götüren adama bahşiş verecektim ki, döktüğü dillerden müdür olduğunu anlayıp tam vaktinde kurtulmuştum pot kırmaktan.
Altımda basit bir Chevrolet araba vardı. Yollardan kolayca kız topluyordum. Yanımda bolca bulundurduğum naylon çorap gibi münasebetsiz hediyelerden verince sevinç çığlıkları atarlardı
O ülke savaş sonrası kalkınmada yabancı emekçilerden çok yararlandı. Önce İtalya’dan, sonra “doğudan” işsiz akını oldu oraya. En çok da Türkiye’den. Daha sonra kafileye kara derili Afrikalılar katıldı.
Aynı ülkenin günümüzdeki seçimlerinde en çok oyu yabancı düşmanı partiler alıyor. Bir numaralı hedef de nedense Türkler. “Defedelim bunları Avrupa’dan” diye en çok bağıran baş tacı. “Minare yapımı yasaklansın mı?” konulu halkoylaması yaptılar. Sanırdınız ki İsviçre’de minare çokluğundan gök görülmüyor, ezanlar çanları bastırıyor. Sayım yapıldı, anlaşıldı ki ülkede topu topu dört minare var!
Yurt çapında son önlemleri kebap yasağı. O konuda kampanya başlatıldı. Neymiş? İsviçreliler beğenip de şiş kebap yedikçe yerel kültürün yerini Türk kültürü almaktaymış. Peki, kebap yasaklanırsa yerini ne alacak? Hamburger mi? O da Amerikan kültürünün yıldızı!
Neyse, her şerde bir hayır vardır ya. Vaktiyle Afrika yerlisi gibi görüp safdilliklerinden yararlandığım oralı kızlar konusunda hafiften vicdan azabı çekerdim. Ahmakça kebap boykotu sayesinde geçti.